Cevher İLHAN |
|
Türkiye, “kısır döngü”den çıkmalı |
Cumhurbaşkanı Gül, son tartışmalara “‘Bu bir fasit dairedir, kısır bir döngüdür” demişti. Türkiye’nin “çıkmaz sokak”ta olduğunu ikrarla kalmayan Gül, çözümün “AB’nin müktesebatı, kriterleri ve standartlarının üstlenilmesinde olduğunu” açıkça ifâde etmişti. Olup bitenlere bakıldığında, Türkiye’de “yetki tartışması”nın çok ötesinde bir “fasit daire” ve “kısır döngü”nün olduğu ortada. Peşpeşe patlak veren “ifşaatlar”da yeniden başa dönülüyor. Ve ne yazık ki bir kriz bitmeden diğeri geliyor; ortalığı ayağa kaldıran gürültü ve gümbürtüyle karşılıklı tepkilerin ardından, demokratikleşme ve reformlar için hiçbir adım atılmıyor, atılamıyor. Baş döndürücü bir dizi spekülasyonla daha da zora giriliyor, işin içinden çıkılmaz hale geliniyor. Haftalarca “irtica ile mücadele eylem mücadelesi”nin “ıslak imza” tartışmaları sürdü. Bu bitmeden kamuoyu “kozmik oda araması”na odaklandı. Sonuca dair Genelkurmay sözcüsünün, “Hiçbir şey bulunamamıştır” cümlesinin dışında araştırmaya dair hiçbir bilgi verilmeden âdeta sürüncemede bırakıldı. Daha bunun mâhiyeti anlaşılmadan bu kez Erzincan savcısını gözaltına alan Erzurum’daki “özel yetkili savcılar”ın yetkilerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca alınmasıyla “HSYK tartışması” kurumlar arası çatışma alevlendi. Meslekten ihrâcıyla avukatlık dahi yapması yasaklanan “Şemdinli soruşturması”nı yürüten eski “Van savcısı”nın akıbeti gözler önüne geliyor; “yargı reformu” tartışmaları, gündemi kapatıyor. Türkiye’nin tam da “yargı reformu” tartışmasına odaklandığı esnada daha önce başlatılan “Balyoz harekâtı” soruşturmasının daha da genişleyerek şok gözaltılarla sürdürülmesi, bu kez gündemi bir daha dümdüz edip tartışmaları yeni bir boyuta taşıyor…
YENİ KRİZLERLE, ESKİ KRİZLER DEVRE DIŞI! Özetle her yeni dalga ve tartışma, bir öncekinin üstünün örtülmesinde istimal ediliyor, öncekini devreden çıkarıyor. Soruşturulan, gündeme getirilen bir kriz ya da iddianâme bitirilmeden bir yenisi başlatılıyor. Üzerinden bir hafta geçmeden, her biri kendi çapında fevkalâde önemli ve demokrasiye suikast olan darbe teşebbüsleri ve darbeye ortam hazırlama plânları, mecrâsından çıkarılarak nevzuhur yönetim krizlerine malzeme ediliyor. “Soruşturmalar”, sorgulamalar, iktidar ve muhalefet arasındaki atışmalarla ilginç ve neticesiz politik polemikli kavgayla daha da işin içinden çıkılmaz hale geliyor… Kısacası karabasan gibi peşpeşe gelen krizler birbirini âdeta unutturuyor. Ve hep birlikte ekonomik krizi, zam ve vergi furyasını, tavana vuran işsizliği gölgeliyor. Ahlâkî aşınmayı, ilkokul seviyesine inen uyuşturucu ve alkol kullanımını, kötü madde bağımlığını, dizilerdeki şiddet ve müstehcenliği, cezaevlerini dolduran mânevî-sosyal sarsıntıyı gözardı ettiriyor. Asimetrik süreç o denli bir kutuplaşmaya varıyor ki çoğu kez “doğru” ile “yanlış” karıştırılarak siyasî kamplaşmayla göz gözü göremez toz duman içinde “açılımlar”, demokratik reformlar tartışma dışı kalıyor, özgürlüklerin temini, AB kriterleri güme gidiyor. Bu kargaşada Türkiye, en çok ihtiyaç duyduğu demokratikleşmeyi ve reformları değil, siyasî kamplaşmayla çatışma ve restleşmeleri tartışıyor… Gelinen noktada denilebilir ki, “açılımlar” ve demokratikleşme önündeki en büyük engel, sözkonusu soruşturmaların mecrâsından saptırılarak taraflarca itiş-kakış içinde bir nev'i savaşa ve rövanşa çevrilmesi…
DARBELER TOPYEKÛN SORUŞTURULSUN Yoğun soruşturma trafiği arenasında iktidar partisi için yeni bir “kapatma dâvâsı” söylentileri ortasında, iktidarın gücünü kontrol edenlerin Türkiye’nin en ciddî ve en önemli konusunun hâlâ “mağduriyet stratejisi”ne araç ettikleri iddiası, ortalığı daha da bulandırıyor. Gerçekten, demokratik sisteme ve hükûmete açık bir müdahâle ve darbe teşebbüsü olan, dönemin Genelkurmay Başkanı’nın kendi eliyle yazdığını belirten 27 Nisan e-muhtırası, neden soruşturulmuyor? Başbakan Erdoğan’ın “Gaza gelmeyiz!” ve “Paslaşıyoruz…” sözleri arasında soruşturmalar dönüp dolaşıp sadece hükûmete yönelik “darbe teşebbüsleri”yle mi kalacak? Neden darbelerle topyekûn hesaplaşılmıyor; neden meselenin esasından başlanmıyor; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri ve muhtıraları “darbe soruşturmaları” kapsamına alınmıyor? Geçmişte tasarlanmış, düşünülmüş, plânlanmış darbeler hesâba çekiliyor da, niçin milyonlarca vatandaşı perişan eden, bütün milleti mağdur eden, ülkeyi geri götüren, dayatılan darbeler soruşturulmuyor? Meclis’in kapısına kilit vuran, siyasî partileri kapatan, hükûmetleri deviren darbeciler, tanklarla sokaklarda demokrasiye balans ayarı verenler niçin hâlâ soruşturma dışı? Sadece AKP’ye yönelik “darbe teşebbüsleri”yle kalınmasının, yapılan darbelere dokunulmamasının sebebi nedir? Sözkonusu soruşturmalar oldukça önemli. Ne var ki yarım yamalak vaziyet, demokratik reformlara hizmet etmiyor. “Mini paketler”i dahi gündem dışına itip demokratikleşme sürecini başlatmıyor… Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi Türkiye’nin bir an evvel bu “kısır döngü”den çıkması lâzım…
tıklayın! 25.02.2010 E-Posta: [email protected] |