40. Yıl Röportajları |
|
Yeni Asya’yı heyecanla beklerdik |
KARAMÜRSEL’DE İKAMET EDEN 40 YILLIK OKUYUCUMUZ FEHMİ PEKER:
Çok zamandır hatıralarını almak istediğim Fehmi Ağabeyimize birkaç defa gitmeyi niyet ettim. Fakat araya maniler girdi. Kendisi baypas ameliyatı geçirdi. Doktorlar fazla kiloları sebebiyle çok ümit vermemiş. O sağlığına kavuşmasının cemaatin duasıyla olduğuna inanıyor. Hasta halinde bu imkânı verdiği için kendisine teşekkür ile sağlıklı uzun bir ömür diliyoruz.
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Fehmi Peker, 15 Mart 1944 yılında Karamürsel ilçesi Akpınar Köyünde doğdum. Ailem 1878 Rus harbinde Batum taraflarından buraya göç ederek yerleşmiş. Köyümüzde okul olmadığı için yedi yaşından sonra Fatih medresesi mezunu ve iki kilometre yakınımızdaki Suludere Köyünde imamlık yapıp talebe okutan İlyas Özcan Hocamızdan Kur’ân-ı Kerim ve ilmihal dersleri ile birlikte Latin harfleriyle okumayı da öğrendim. 1957 yılında köyümüze okul yapıldı, ben on üç yaşına gelmiştim. Okumayı bildiğim için üçüncü sınıftan başlayarak mezun oldum. Askere kadar köyümüzde odun kömürü yapmak, tuğla kiremit imalatı, tarım ve hayvancılık gibi kendi işimizde çalıştım. 1967 yılında Suudi Arabistan’a giderek Cidde’de inşaat işlerinde çalıştım. Bir yıl sonra yurda döndüm, ticaret ve nakliye işleriyle meşgul oldum. Bağkur’dan 1997 yılında emekli oldum. Karamürsel’de ikamet ediyorum. Köyümüzde meyve bahçemiz var, yazın onlarla meşgul oluyorum.
Risâle-i Nurları ve gazetemiz Yeni Asya’yı nasıl tanıdınız?
1968 yılında Cidde’den yeni gelmiştim. Orada kaldığım sürece genelde Perşembe günleri Mekke’ye gidip umre yapmamız mümkündü. Arkadaşlarla birlikte yirminin üzerinde umre ve bir defa da hac vazifesini yapmak imkânım oldu. 25 yaşında bana bu fırsatı verdiği için Rabbime sonsuz şükürler ederim. İbadetlerimi küçük yaştan beri aksatmadan yapma gayreti gösteriyordum. Babam namaza çok dikkat ederdi. Bizi akşam namazını kılmadan sofraya oturtmaz, önce namazı eda etmemizi isterdi. Genç yaşta hacı olmanın verdiği şevk ile Ali Ersöz, Yusuf Kara gibi arkadaşlarla birlikte kendimizi yetiştirmek için ilmihalden dersler yapmaya başladık. O dönemde İzmit Müftülüğü yapan Abdullah Saraçoğlu Hocamızla birlikte köylere gidip halkı bilgilendirmek için toplantılar yaptık ve her hafta Perşembe günleri beş arkadaş İzmit’te Müftü Beyin evine giderek ‘İslâm Dini’ ve ‘Büyük İslâm İlmihali’nden ders almayı uzun zaman devam ettirdik. Ben İmam-ı Gazali’nin ‘Kimyayı Saadet’i ile İmam Birgivi’nin ‘Tarikat-ı Muhammediye’ kitaplarını da ayrıca okudum. O sırada Gölcük’teki Nur Talebeleriyle tanıştık ve Karamürsel’de evlerde dersler yapmaya başladık. O zamanda siyasî farklılıklar olmadığı için birçok dindar arkadaş bu derslerimize katılırdı. İlk dinlediğim dersin namaza dair olan ‘Dördüncü Söz’ olduğunu hatırlıyorum. Namazın önemini anlatan yirmi dört altın örneği çok ilgimi çekmişti. O gün başlayan Risâle-i Nurla tanışmamı, bu gün günlük derslerimi aksatmadan okuyarak devam ettiriyorum. Bana önce Risâle-i Nurları tanımak nasip oldu. Daha önce Bugün ve Sabah gazetelerini okuyordum. Bugün gazetesindeki yazılardan o kadar menfi olarak etkilenirdik ki, “Her an komünistler bize saldıracak” gibi çevremize tedirgin olarak bakardık. Nurları tanıyınca haftalık olarak neşriyat yapan İttihad gazetesini almaya başladım ve müsbet iman hizmetini yaparken öyle bir tedirginliğin yersiz olduğunu öğrendim. Ve menfi etkilerden kurtuldum. Karamürsel’e yüz adet gazete getiriyorduk. Bunları köy imamlarına ve muhtarlara gönderip okunmasını ve dâvâmızın duyurulmasına gayret ettik. 1969 yılı sonlarına doğru İtthat gazetesinde Yeni Asya’nın yayına başlama ilânları çıkmaya başladı. Biz de o günü heyecanla bekledik. Boğaz Köprüsünün temelinin atıldığı gün, “Avrupa Asya’ya bağlanıyor” başlığı ile çıkan gazetemizi o günden sonra, ihtilâllerde kapatılıp Yeni Nesil ve Tasvir gibi farklı isimlerle çıkma zorunda kaldığı günler de dahil aralıksız okumaya devam ediyorum.
Karamürsel’de Risâle Nur hizmetleri nasıl başladı ve gelişti?
1969 yılında tertip komitesi olarak konferanslar tertip ettik ve bunu mahallî gazetelere de ilân verdik. O sırada cezaevinde yatan rahmetli Mehmet Ertuğrul Ağabey gazetedeki ilân vasıtası ile bizlerle tanıştı ve Risâle-i Nur derslerine başladı. Ailece hizmet dairesine girdiler. Risâle-i Nurları tanıdığımız ilk yıllarda insan yerinde duramıyor. Sahip olduğu kıymettar Kur’ân hazinesi olan nurları çevresine duyurmak ve her türlü imkânı zorlayarak derslere iştirak etme gayreti gösteriyor. Bir gün birkaç arkadaşla birlikte Gölcük’teki derse gitmek istedik, araba yok. Bir müddet yaya olarak gittik. Diğer arkadaşlar geri döndüler. Ben, bir kamyonda yer buldum ve derse iştirak ettim. Arkadaşlar vaktin geç olduğunu ve sabah gitmemin uygun olacağını söylediler. Ben ‘belki gidebilirim’ diye yola çıktım, üç saat bekledim. Araba gelmedi, gecenin saat ikisinde tekrar dershaneye dönmek zorunda kaldım. Yine Almanya’da çalışan bir arkadaşım izine gelmişti. Arabasıyla masrafını karşılamak şartıyla anlaştık, ilk defa derse katılıyordu. O akşamki dersin etkisiyle hayatı değişti, cemaatleri tanıdı ve ailesi ile birlikte hizmet ediyorlar. Rahmetli babam dindar olmasına rağmen günde iki gazete almamı ve sık sık derslere gitmemi bir türlü kabullenemiyordu. Bir gün ders bizim evimizde yapılırken köyden gelmişti. İştirak eden kalabalığı görünce “Bu toplantılara geniş bir yer bulalım, ben köyden ağaç getireyim ve yeni bir yer yapalım” diye teklif etti o akşam derse katılan Şeref Ağabeyimiz de arsasını bu iş için verebileceğini söyledi. Fakat daha sonra bazı maniler çıktı ve bu hayırlı arzumuz tahakkuk etmedi.
Uzun yıllar birlikte hizmet ettiğiniz rahmetli Süleyman Özcan Ağabeyin nurları tanıması nasıl oldu? Bunu bizimle paylaşır mısınız?
Teyze çocukları olduğumuz Süleyman Özcan, çok hareketli, ele avuca sığmaz bir fıtrata sahipti. Babası “Ben bunun namaz kılığını görsem de o gün ölsem gam yemem” der ve namaz kılması için dua ederdi. Ve bana da “Sen buna okuduğun kitaplardan dersler yaparsan inşaallah, ıslâhı hal eder” dediği için, ben her gün o vardiyadan geldiği zaman gider risâlelerden dersler okurdum. Akraba olduğumuz için bu imkânı kullanıyordum. Babası vefat ettikten sonra dinî konulara ilgisi artmaya başladı. Bir gün Osman Demirci Hocamızı konferansa dâvet ettik. Konferans sonrası Süleyman kardeşimizin evinde ağırladık. Orada İhsan Atasoy’un okuduğu aşri şerif ve yapılan konuşmalar kendisini çok etkiledi. 1976 yılında Gölcük’ten Ahmet Apay ile birlikte misafirlerimiz gelecekti. Ben bu fırsatı değerlendireyim dedim ve Süleyman kardeşe “Sizin eviniz geniş olduğu için misafirleri orada ağırlayalım” diye teklif ettim ve dersi onların evine aldık. O akşamki yapılan dersler Süleyman kardeşimizin hayatında dönüm noktası oldu diyebilirim. Bu dönüşle otuz iki yaşında namaza başladı. Ve “Sekiz sene içinde, ben geçmiş namazlarımı kaza ederek borçtan kurtulmalıyım” diye karar verdi. Bu kararını sebatla uygulayarak yirmi senelik geçmiş namazlarını kaza etti. Evinin alt katındaki daireyi erkeklere dershane olarak tahsis etti. Bu yer şu anda da hanımlar için hizmet veriyor.
Hizmete giderken elim bir trafik kazası geçirdiniz, bu olay ne zaman ve nasıl oldu?
Yaşadığımız yerler müsait olduğu için zaman zaman bölge toplantılarını “Sünnî Baba” diye anılan yerde yapardık. 17 Haziran 1978 günü yine böyle bir toplantı yapma kararı alındı. İzmit’ten Fahrettin Uçkun Ağabeyler bir gün önceden —Cumartesi— geldiler. O gün adak kurbanları kesildi. Gelen misafirlere ikram edecektik. Pazar günü sabahı erkenden gidip hazırlık yapmak üzere anlaştık. Ben biraz geciktim benim yerime rehber olarak Ali Ersöz arabaya binmişti. Tam hareket ederken ben yetiştim ve Ali kardeş arabadan indi. Fahrettin Ağabey ile birlikte damperli kamyonun şoför mahallinde oturuyor, onun kucağında bir takım külliyat vardı. Damperin içinde de aşçı ve yardımcıları oturuyordu. Şoför yolları bilmediği için viraja biraz hızlı girdi. Toparlanmak için direksiyonu hızlı çevirdi ve araba yamaçta beş takla attıktan sonra üzüm bağının içinde durdu. Ben kapı açıldığı için toprakla arasına sıkışmışım, kaburga kemiklerim kırılmış. Şuurum yerinde olduğu için Yasin okumaya başladım, her an ölümü düşünüyordum. Bir müddet sonra, köyümüzden Hafız Mustafa ile Faik Cengiz Ağabey gelip beni arabanın altından çıkardılar. Bu kazada, yanımdaki Fahrettin Ağabey ile bir kardeşimizi hizmet şehidi olarak ahirete uğurladık.
Meyve bahçenizde Peygamber Efendimiz ve Üstad için ağaç dikmişsiniz. Bu nereden aklınıza geldi?
Emekli olduktan sonra meyve bahçesiyle ilgilenmeye başladım. Ve sevabı bir ağabeyimize olmak üzere bir meyve ağacı dikmiştim. Bir müddet sonra rüyamda Hz. Peygamber Efendimiz (asm) ile Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî için de ağaç dikmem söylendi. Ben de bu ikazdan sonra dört halife ve Risâle-i Nur hizmetlerinde emeği geçen ağabeyleri de niyet ederek onlar için de birer meyve ağacı diktim.
Yeni Asya gazetesini aralıksız kırk yıldır okumanızın sebepleri neler olabilir?
En başta bu zamanı ve istikbali aydınlatacak olan Risâle-i Nurlara naşirlik yapması ve içtimaî ve siyasî konularda da görevli olan Üstadımızın mesleğini istikametle ve her türlü olumsuz şartlarda taviz vermeden devam ettirmesi olarak özetleyebilirim.
Yeni Asya gazetesi ve Risâle-i Nur size ve ailenize neler kazandırdı?
Çocuklarımız Can Kardeş, Bizim Aile ve Köprü dergileriyle büyüdüler. Ailemize bir akademi ve yüksek okul gibi kültür verdi ve okuma alışkanlığı kazandırdı. Evlerimizde kütüphane bulundurma alışkanlığının olmadığı dönemlerde bir kültür hazinesi olan yüzlerce eseri okumamızı sağladı. Ve çocuklarımız birçok müsbet yayının hazır bulunduğu ev ortamlarında yetiştiler. Erkek ve kızlarımla birlikte dersleri takip ederek Risâlelerden istifade etmeye çalışıyoruz. Fırsat buldukça torunlarıma vecize ezberlettiriyorum...
Yeni Asya ve hizmetlerimizin geleceği için neler söylemek istersiniz?
Gazetemizin yayın politikasını çok beğeniyorum. Gazetemizde çıkan karikatürler gündemi çok güzel yansıtıyor. Bunun için İbrahim Özdabak’ı tebrik ediyorum. Gayretlerinin devamını diliyorum. Hep birlikte yapılacak bir gayretle gazetemizin çok ellere ulaşmasını ve okuyucu sayısının artmasını canı gönülden istiyorum. |
07.03.2010 |