Görüş |
Bu Çetin bir cevher Faruk Abi!
Geçen gün gıcır gıcır elbiselerimi giydim. Mevzu önemli, gazeteye kapak atmak var bunun ucunda. Açılış vesilesiyle bizim gazetenin Haber Müdürü Faruk Çakır gelecekti. Bi yolunu bulup bende var olan o engin cevheri (!) ona göstermeliydim. Yoksa alimallah kar altında küflenip gidecek. Sabahtan hazırlıklara koyuldum, ilk iş elbise bulmaktı, baktım bende babadan kalma eski püskü bi şeyler var. Tam cilâlı taş devrinden kalma, ilkel kıyafet tipi işte. Kendi kendime; “Ya ben bu tırtoları gi- yersem, Faruk Abi beni dilenci falan zannedip bozuk para verebilir. En iyisi kötü gün dostu İbo’nun elbiselerini araklayayım, pardon izin isteyip alayım yani. Binlerce dil dökme ve bin dereden su getirmeden sonra nihayet damatlık elbiselerini aldım. Yaaa! Elbise güzel, lâkin o kadar kırışmış ki! Sanki bizim Furkan’ın bonus saçı. Ütü yapmayalı baya oldu, eeeh ne yapalım iş başa düştü. Bu arada, aramızda kalsın, geçen gün bizim Kemal ilk defa ütü yapmaya girişti. Sonucu mu? Tam hezimet, bir pantolon ağır yaralandı ve kullanılmamak üzere tavan arasına atıldı. Ütüye su koymadan zavallı pantolona aşı yapmaya kalkışmış. Ben tam vaktinde olay mahalline yetişmeseydim, vahim neticeler doğabilirdi. Annesi, bana ekstradan dua etmeli. Yoksa birkaç pantolon daha satın almak zorunda kalabilirdi. Zorlu bir antrenman neticesinde takım elbiseyi cillop hale getirdim. Bir çırpıda üzerime geçirdim, aynanın karşısında kendime baktım; “Vay vay Çetin Bey tam kodaman oldun haaa.’’ Açılış için herkes karınca gibi çalışıyordu. Ben, bana iş vermesinler diye bir yere sıvışayım dedim, ama sert bir kayaya çarptım. Haliyle gelen geçenin eline kolonya dökme ve şeker verme görevi verildi. Ben yüzüme, gözüme bulaştırınca bunu, beni mutfak tarafına yolladılar. Oooh yemek kokuları etrafa buram buram akıyor. Karnım bunu görünce başladı zil çalmaya “Daha te- neffüse çok var, amansız çığlıkların beni tırtlamaz’’ dediysem de dinletemedim. Habire ağzım sulanıyor. Baktım olacağı yok, aşçıya görünmeden baklavayı bir çırpıda mideye indirdim. Bi hoş ki anlatamam! Ufak tefek atışmalardan sonra Faruk Abi teşrif etti. Beni görünce sırıttı, başka bi şeycikte demedi. Oysa ben o sihirli kelime olan ‘gel’ kelimesini bekliyorum. Yook! Baktım bizim abi tınmıyor ve istifini bozmuyordu. Ya, sanki her hafta birkaç gazete deviren ve gazeteye yazı yazan ben değilim! Her neyse, bu fırsatı tepecek avantajım yoktu. Hemen bi tabak okkalı tatlı aldım ve yanına yaylandım. Mutfakta çok kalmam hasebiyle biraz fazla salatalık kokuyordum, ama İsmail’in hacı miski bu derde iyi deva oldu. Birkaç hoşbeşten sonra Faruk Abiye şunu söylemek istedim: “Abi beni yanına al. Yazıyoruz, yazı- yoruz nereye kadar? Bi resmimiz bile gazetede gözükmüyor. Kendimi bu durumda üç harfliler gibi hissediyorum. Yurt masasının başında ömrümü heba etmek istemiyorum. Sağ kolun olayım, işten kaçmam haa. Gelin, verin elinizi benim zekâm, sizin girişimci ruhunuz ve azminizle piyasayı allak bulak edelim. Ergenekon yardakçısı olan gazetecilere “mini mini bir kuştum’’ şarkısı yerine “demokrasi ve özgürlükten’’ dem vuralım. Anlasana abi, ben bi Faruk Çakır olmak istiyorum’’ diye veryansın etmek istedim. Ama ben bu cümleleri Kaf Dağından getirene kadar, bizim Faruk Abi bir kuş gibi uçtu. Öylece arkasından aval aval bakakaldım. Sonra bi bizimkilerin ağzına düştüm, hiç sormayın. Gelen geçen korsan yazar muamelesi yapıyor. Tabiî, benim engin bilgilerim onları zapturapt altına alıyor.
ÇETİN KASKA [email protected]
|
07.03.2010 |