06 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

28 Şubat bitmedi; yumuşak sekülerleşme devrimi’yle toplumu “bitirdi”

Dİğer askerî müdahalelere “darbe” diyoruz; ama 28 Şubat’a sadece “darbe” demiyoruz; “28 Şubat süreci” diyoruz aynı zamanda. Neden?

Şundan: 28 Şubat, bu topluma, askerî darbelerden çok daha fazla darbe vuran sosyal, siyasî, kültürel ve entelektüel bir dönüşüm projesidir. O yüzden derin bir süreçtir: Adeta toplumun bütün hücrelerine derinlemesine nüfûz ederek toplumu tepeden tırnağa dönüştürmeyi hedefleyen bir kendi kendini sömürgeleştirme süreci.

Bugün, “28 Şubat bitti”, derken kastedilen şey, militerleşme olgusudur: Kaldı ki, bunun da henüz tam olarak bittiğini söyleyemeyiz; bu bağlamda kısmî bir normalleşme süreci yaşadığımızı söyleyebiliriz yalnızca: Bu normalleşme sürecinin nihâî noktasına götürülebilmesi, köklü kurumsal reformlarla mümkündür. Bugüne kadar girişilen bu tür girişimler, köklü fikrî temellerden ve stratejik hedeflerden yoksun olduğu için başarıyla sonuçlanamamış, geri tepmiştir. (...)

Tavandan sömürgeleştirme girişimine, 28 Şubat’la birlikte, tabandan sömürgeleştirme girişimi ilâve edilmiştir. O yüzden, 28 Şubat, klasik bir askerî darbe değil, yumuşak bir sekülerleşme devrimi’dir: Türkiye’yi, bu toplumun temel iddialarını, ruhunu, toplumun en derin hücrelerine kadar nüfûz ederek bitirme çabası.

Bu nedenle, 28 Şubat’ın bittiğini söylemek, 28 Şubat projesini kavrayamamak demektir. Dolayısıyla burada asıl konuşulması gereken yakıcı sorun, 28 Şubat’ın Türkiye’yi, toplumun temel iddialarını, değerlerini, dinamiklerini, ruhunu bitirme sürecine girdirmeyi ve bu süreci halen derinlemesine hayata geçirmeye devam etmeyi nasıl başardığı meselesidir.

Bu başarının nedeni, 28 Şubat’la başlatılan yumuşak sekülerleşme devriminin, bu toplumun ruhunu yok edecek, omurgasını çökertecek, kültürel değerlerini çözecek, iddialarını nihâî olarak bitirecek bir süreci gerçeğe dönüştürmüş olmasıdır.

28 Şubat’la birlikte, İslâmî duyarlıklar, değerler, ölçüler, ölçütler bütün toplum kesimlerinde gözle görülür bir şekilde aşınmış; görünüşte, dindarlaşmada patlama yaşanmaya başlanmış ama adına dindarlaşma denen fenomenin, gerçekte, dini darlaştırma, bireysel alana hapsetme, hayattan uzaklaştırma süreci olduğu fark edilememiştir bile.

28 Şubat süreciyle birlikte maruz bırakıldığımız yumuşak sekülerleş/tir/me devrimi, toplumdaki İslâmî duyarlıkları aşındırmakla, toplumu ayakta tutan omurgayı çökertmiş, değerleri çözmüş, dinamikleri tuzla buz etmiştir. Ve Özal dönemi liberalizmini mantîkî sonuçlarına ulaştıran bu süreçte patlak veren çıkarperestlik, kariyerperestlik, egoperestlik, pop, top ve starperestlik gibi sosyo-kültürel dekadans biçimleri, Türk toplumunu, Batı toplumlarının kötü bir karikatürüne dönüştürmüştür.

Dahası, İslâmî duyarlıkların aşınmasıyla birlikte, etnik kimlikler, ulusalcılık, Kemalizm, milliyetçilik gibi altkimlikler üst kimlik olarak kemikleşmeye, farklı toplum kesimleri arasında ürpertici kutuplaşmalar köksalmaya başlamıştır.

Sonuçta, farklılıkların alabildiğine azmanlaş/tırıl/dığı, ortak paydaların ise azaltılmaya, hatta yok edilmeye çalışıldığı bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlatılmış durumdayız.

28 Şubat’ın İslâmî kesimlerdeki sosyo-kültürel ve entelektüel sonuçları ise daha da tahripkâr olmuştur: Sözgelişi, gayr-ı meşrû cinsel ilişkilerde, başı örtülü kızlarla erkekler arasında parklarda, sokak aralarında yaşanan aşk ilişkilerinde; İslâmî kesimlerdeki boşanma oranlarında, hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, komisyonculuk olaylarında; yoksul, kimsesiz insanların, sessiz yığınların sorunlarına duyarsızlaşma biçimlerinde ürpertici patlamalar yaşanmaya ve işin daha da vahimi, bütün bu sosyo-kültürel çözülmeler, yozlaşmalar normalmiş gibi algılanmaya, görmezden gelinmeye başlanmıştır.

En önemlisi de, 28 Şubat “devrim”i, en fazla kültürel alana darbe vurmuş, kültürel alanı bitirmiştir. Medeniyete, medeniyetler ittifakına bu kadar vurgu yapan AK Parti hükümeti, ne yazık ki, yaşanan bu çok yönlü bitişi, çözülmeyi göremediği için, kültür alanında tam bir fiyasko ve hezimet ile karşı karşıyayız...

Oysa bilim, düşünce, sanat ve hayatı da içine alacak şekilde en geniş anlamıyla kültür’de varlık gösteremeyen bir toplumun, uzun vadede, varlığını sürdürebilmesi bile zordur.

Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 5 Mart 2010

06.03.2010


Ahlâkî tepkimiz yok mu?

Bu yazıyı, Amerikan Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komisyonu’nun kararını beklemeden yazıyorum, çünkü verilecek kararın çok da önemi yok.

Biliyorsunuz komisyon, 1915 olaylarının ‘Ermeni soykırımı’ olarak tescilini öngören bir karar tasarısını oyluyor. Ben kendimi bildim bileli böyle tasarılar Amerikan Kongresinin gündemine gelir, her seferinde Türkiye ağır baskı yapar, tasarılar ya kabul edilmez ya da uyumaya terk edilir.

Bu sefer de, bilmemkaçıncı kez aynı şey oluyor. Her seferinde, ‘Bu kez durum ciddi’ denir, bu sefer de ‘Durum ciddi’ deniyor, çünkü bu kez Beyaz Saray’ın ve Yahudi lobisinin Türkiye lehine devreye girmeyeceği veya girmek için ayak sürüdükleri anlaşılıyor.

Türkiye’den de aşırı tepkiler ulaşıyor Amerika’ya. ‘Büyükelçimizi çekebiliriz’ bile deniyor. Tabii bu çok aşırı bir tehdit ve kime yararı olacağı belli olmayan bir şey ama diğer tehditlerin de aşağı kalır tarafı yok.

Mesela, Amerika Irak’tan asker çekecek ve bu askerlerin Türkiye üzerinden geçmesi düşünülüyor. Türkiye, ‘Size yardım etmeyiz’ diyor. İncirlik dahil üsleri kapatma tehdidinde bulunuyor. Amerika ile işbirliği içinde götürülen kimi işlerden çekilme tehdidi savuruyor.

Türkiye, Amerika’ya çok kızarsa bunların hepsi yapılabilir tabii ama tutarlı da olmak lazım. Diyelim Ortadoğu barışı konusunda ABD ile ortak çalışma yürütmekten vazgeçmek kimin yararınadır?

Hadi bu soğuk siyasi hesapları ve mantıksızlıkları bir kenara bıraksak bile, söz konusu olan Anadolu’da yaşanmış büyük bir insanlık trajedisi. Bu trajedinin yaşandığını hepimiz biliyoruz, sadece buna konacak isim konusunda tartışıyoruz. ‘Büyük katliam’ dendiğinde üzülmüyoruz da ‘Soykırım’ denince hakarete uğramış sayıyoruz kendimizi.

Tarihte yaşanmış olaylara isim koymanın parlamentoların işi olup olmadığı da tartışılabilir elbet ama biz bu tartışmaların hiçbirinde yokuz.

Daha doğrusu, meselenin özüne ilişkin herhangi bir ahlaki tutuma sahip değiliz. Biz, ‘Eğer soykırım derseniz size şunu bunu yaparız’ diye şantaj yapıyoruz sadece.

Oysa, oylanan tasarının konusu beğenelim beğenmeyelim ahlaki bir konu. Bizim de verecek ahlaki bir cevabımız olmalı. Ama hayır, biz o cevabı vermemeyi sürdürüyoruz.

Bu politikanın bize bir şey kazandırmadığını bile bile yapıyoruz bunu. Hatta tam tersine, ahlaki zeminde cevap vermemek, kendini savunmamak veya gerçekleri teslim etmemek, kendi aleyhimizde saydığımız kampanyanın da büyümesine neden oluyor, çünkü inkârcı pozisyonuna düşüyoruz.

Yazık.

İsmet Berkan, Radikal, 5 Mart 2010

06.03.2010


Çarşaflayan çağdaşlık!

Haberİ biliyorsunuz: CHP’li bir grup kadın, geçen gün Mersin’de çarşaf yırtarak gösteri yaptı.

Bu konuda en aklı başında açıklamalardan biri CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Eylemin çok rahatsız edici olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Olay CHP’ye karşı provokasyondur, bunu yapanlar AKP’nin değirmenine su taşıyor” dedi.

Makul bir yaklaşım Kılıçdaoğlu’nunki... Çünkü günümüzde ancak kafayı laikçilikle bozmuş bir fanatik, çarşafı sorun eder. Jakobence yöntemler uygulayan Atatürk dahi, erkeklerin giysilerine “yasayla” müdahale etmiş ama kadınlara dokunmamıştı.

Kadınların da başlarını açmasından yanaydı Atatürk. Hatta bir resepsiyon esnasında, İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe Hanıma başını açtırdığını biliyoruz...

Ancak kadın giysileri konusunda bir kanun çıkarılmadı. Devlete memur alırken ya da sosyal olaylarda başı açıklar tercih edildi elbet ama o kadar.

Aslında Kemalistler açısından sonuç başarısız sayılmaz: Bugün örtünen kadın çok. Ancak içlerinde çarşaf kullananlar gayet az: Sadece yüzde 1 civarında...

Kadınlar başlarını örtmek için türban, başörtüsü, yemeni filan kullanıyor ama çarşafa rağbet çok düşük.

«««

Ancak... Bir de olayın öteki yüzü var:

Dindar kadınlar (ve erkekler) çarşafı tercih etmeseler de... Örtünmeyi dinin gereği saydıkları için, çarşaf parçalama eyleminden nefret etmişlerdir.

Ben ise olaya özgürlükler açısından bakıyorum: Başkasının kılık kıyafetinden sana ne kardeşim? (...)

Emre Aköz, Sabah, 5 Mart 2010

06.03.2010


Çarşaf yırtma ayini

OnlarI seyrederken tüylerim ürperdi. Kara çarşafları yırtarken, yırttıkları çarşafların üstünde tepinirken nasıl da kendilerinden geçmişlerdi. 17’nci yüzyıl sonlarında Amerika’da Boston’un Salem kasabasında cadı avına çıkan kadınlara ne çok benziyorlardı...

Önceki gün Mersin’deki o dehşet verici manzarayı seyrederken “tamam bu işte” diye ürperdim, ha hortladı ha hortlayacak denilen irtica sonunda mezarından uğramış, çığlıklar atarak tüyler ürpertici ateş dansına başlamıştı. Öyle ya irtica denen şey fanatikleşmiş kör bir inancın zıvanadan çıkışından başka ne olabilirdi ki! Adı ve kaynağı ne olursa olsun bir batıl itikadın saldırganlaşmasından başka nedir ki irtica?

Biliyor musunuz; Salem’deki o avın başını da kadınlar çekmişti. Kasabanın en fanatikleri onlardı. Hemcinslerini ateşe atarken tıpkı Mersin’deki CHP’li kadınların yaptığı gibi isterik çığlıklar atıyor, kurbanlarının yanışını vecd içinde seyrediyorlardı.

“Kutsal” olanın adı değişmiş. Ama ne önemi var! “Kutsal”ı yaratan fanatizm dimdik ayakta” diye geçirdim içimden.

Epeydir sorduğum bir soru yeniden düştü aklıma:

CHP’nin ne olduğu ortada. Başkanlarının izledikleri çizgi de öyle. Mersin’deki partili kadınların çarşaf yırtma ayininin o çizgiye uygun olmadığı söylenemez. Ama yine de ortada cevaplanması gereken bir soru kalıyor: Neden bu partideki en utanç verici, en bağnaz çıkışları hep bazı kadınlar yapıyor? Canan Arıtman’ın, Nur Serter’in, Necla Arat’ın başörtüsüne yönelik o kin ve nefret dolu çıkışları geliyor aklıma. Erkek partililerin hiçbir zaman gidemeyeceği kadar ileri gidip onları bile “zor durumda” bırakan fanatik çıkışlara neden genellikle kadınlar imza atıyor? Neden böylesine kraldan fazla kralcılar?

Usturuplu konuşmayı ve davranmayı bilememelerinden mi? Siyasetteki tecrübesizliklerinden mi? Ölçü-iz’an bilmemelerinden mi? Kitle çizgisi denen şeyden haberleri olmamasından mı? Siyaseti düşmanlığa dönüştürmeye daha yatkın oluşlarından mı?

(...,)Görülüyor ki, CHP’li kadınlar zamanı gerçekten de “durdurabilmişler.”. Babalarının, erkek kardeşlerinin, kocalarının ya da parti başkanlarının yarattığı putların yıkılışını görüyor ama yerine yenilerinin nasıl oturtulacağını da hiç bilemediklerinden canlarını dişlerine takıp putları savunmaya girişiyorlar. O putların önünde, onları yaratan erkek partidaşlarından çok daha büyük bir inançla diz çöküyorlar.

Hazin bir manzara; hazin olduğu kadar da utanç verici...

Çağdaşlık adına yapılan bu toplu tapınma ayini midemi bulandırıyor. Hem çağdaş bir insan hem de bir kadın olarak onlardan utanç duyuyorum.

Gülay Göktürk, Bugün, 5 Mart 2010

06.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl