Faruk ÇAKIR |
|
Bari köstek olmayın |
Haksızlık karşısında susmanın iyi bir davranış olmadığı, aksine böyle davranmanın ‘dilsiz şeytan’a benzetildiği herkesin malûmu. Yaşadığımız sıkıntıların temelinde, haksızlığa karşı susmanın yaygın bir davranış olmasının da payı vardır. Haksızlık karşısında susmaktan daha yanlış olan başka bir tavır da, susmayanlara engel olmaktır. Bunun en dikkat çekici örneği, başörtüsü yasağına karşı yapılan çalışmalarda görüldü. Öyle bir hava meydana geldi ki, başörtüsü yasağına karşı çıkanlar destekleneceği yerde “Boşver, sen mi bu işleri düzelteceksin? Başını aç ve okulunu bitir, sonra başını örtersin” fetva ve tavsiyeleri duyuldu. Peki, yapılması gereken nedir? Bir ‘insan’ kendisi haksızlığa karşı çıkamıyorsa en azından haksızlığa karşı çıkanlara duâsıyla, sözüyle, hâli ve tavrıyla destek olmalıdır. Diyelim ki çeşitli sebeplerle destek olamıyor, hiç değilse onu bu tavrından dolayı kınamamalı, haksızlık karşısında susmasını istememeli. Hiç kimse “Haksızlığa karşı çıkanları susturanlar da mı oldu?” demesin. Şahsen böyle bir ‘yanlışa destek, doğruya köstek’ hadisesine şahit olmuştum. Sizler de benzer hadiselere şahit olmuş olabilirsiniz. Birinci dereceden şahidiz ki, başörtüsünü açmamak için üniversitedeki eğitimine son veren bir akrabamı, 5 vakit namazını kılan babası tebrik yerine onun başını açıp okulunu bitirmesini istemişti! ‘Hacı baba’ya göre okulunu bitirdikten sonra pekâla başını örtebilirdi! Üstelik bu hususta bazı ‘büyük hocalar’ da fetva vermişti. İlâhiyatçı olmayan kızı, ‘büyük hoca’lardan daha iyi mi bilecekti? Maalesef, 28 Şubat sürecinin en büyük zararlarından biri de Müslümanları bu duruma getirmiş olmasıdır. Bir anlamda ‘düşman’ içeriye girmiş, kurt gövdeyi içeriden kemirmeye başlamış. Bu anlayış “Deprem İlâhî İkazdır” demeyi de ‘şık’ bulmamış, “Ne lüzum vardı böyle konuşmaya?” demişti. Aynı söze ise ‘sol’cular insaniyet namına sahip çıkmış, “Biz de bu sözün altına imzamızı atarız” demişlerdi. Geçen günlerde sohbet ettiğimiz bir dostumuz da benzer tavırlarla karşılaşınca çok üzülmüş. 12 Eylül İhtilâli sonrasında askerî liseden sırf namaz kıldığı için atılan dostumuz, “Bize destek olmasını beklediğimiz çevreler maalesef bizi anlayamadı. ‘Ne lüzum vardı namaz kılmaya? General oluncaya kadar bekleseydiniz’ diyenler oldu. Bu tavır, bizi okuldan atanların tavrından daha fazla yaraladı” demişti. İnanın, hak ve adalet konusunda insanlar şuurlansa; yasakçılar bu kadar pervasız hareketler edemezlerdi. Çeşitli sebeplerle haksızlara karşı çıkamayanlar, en azından cesurane haksızlara karşı çıkanlara destek olmalı, duâ etmeli. Aksine, haksızlara destek anlamına gelecek tavırlar sergilenmemeli. Gerek 28 Şubat süreci ve gerekse daha önceki ihtilâllerde yapılanlara da bu gözle bakmakta fayda var. Eğer yürekler toplu atmaya devam edebilseydi, darbeler bu kadar öldürücü olabilir miydi? Bu noktada cemiyete örnek olması gereken ‘aydın’lara ve en başta da ilâhiyatçılara büyük görev düşüyor. Aydınlar ve ilâhiyatçılar, haksızlara ve haksızlıklara ciddî tepki gösterebilmiş olsa geniş halk kitleleri de bundan cesaret alır. Zaten ihtilâlciler de bunu bildiği için en başta ‘aydın’ları ve ‘hoca’ları tesirleri altına alıp ‘kale’yi içten fethetmeye çalışmıyor mu? Haksıza dur deyip, haklıya cesaret verelim...
13.03.2010 E-Posta: [email protected] |