Ahmet ÖZDEMİR |
|
İman ve hürriyet mücadelesi |
-Dünden devam-
Bediüzzaman Said Nursî, doğudaki aşiretler arasında gezerek verdiği dersleri daha sonra müstakil olarak Münazarat adı altında yayınlar. Münazarat'taki sözler siyasî ve ictimaî reçeteler hükmündedir. O günkü sözler bugün bile hâlâ tazeliğini korumaktadır. Bediüzzaman yerinde duramaz. Van’dan Şam’a geçer (Mart 1911). Şam âlimlerinin baskısı ve ısrarı üzerine, Camiü’l-Emevî'de on bine yakın ve içerisinde yüz ilim adamı bulunan büyük bir cemaate karşı bir hutbe îrad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Daha sonra, buradaki hutbesi, Hutbe-i Şamiye adıyla basılmıştır. Bu Hutbe-i Şamiye, İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî-manevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeplerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı kurtuluş çaresi gösteren ve bundan sonra İslâmiyetin zemin yüzünde maddî-manevî en yüksek terakkîyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini aklî delillerle ispat eden, müjde veren çok değerli, bütün Müslümanlara, hatta insanlığa şâmil bir derstir, bir hutbedir. Hutbe-i Şamiye’nin baş taraflarında Bediüzzaman şöyle demektedir: “Ecnebîler, Avrupalılar terakkîde istikbale uçmalarıyla beraber, bizi maddî cihette kurûn-u vustada (orta çağda) durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır: “1. Ye’sin (ümitsizliğin) içimizde hayat bulup dirilmesi. “2. Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi. “3. Adavete muhabbet. “4. Ehl-i îmanı birbirine bağlayan nûranî rabıtaları bilmemek. “5. Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat. “6. Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.”5
Bediüzzaman’da ilim sevdası Bediüzzaman, Medresetüzzehra açılması fikrinden vazgeçmemiştir. İstanbul’da bulunduğu yıllarda devrin padişahları Sultan Abdülhamid ve Sultan Reşad’a bu düşüncesini kabul ettirmeye çalışmıştır. Abdülhamid’le görüştürülmemiş ve dilekçesi geçiştirilmiştir. Sultan Reşad’la görüşmüş, tahsisat ayrılmasını kabul ettirmiş, fakat Balkan Savaşının çıkmasıyla bu isteği yarım kalmıştır. Said Nursî, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinden aynı taleplerde bulundu. Bu maksatla Ankara’ya geldi. Bediüzzaman, Ankara’da bulunduğu süre içinde, Şark darülfünûnunun kurulması için uğraşmaktan kesinlikle geri durmadı. Bir gün milletvekillerine, “Bütün hayatımda bu darülfünûnu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar, yirmi bin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilave ediniz” dedi. O zaman, yüz elli bin banknot verme kararı çıktı. Bediüzzaman, bunun “mebuslar” tarafından imza edilmesini istedi. Bazı milletvekillerinin “Yalnız, sen medrese usûlüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Hâlbuki şimdi Garblılara benzemek lâzım” sözlerine Bediüzzaman: “O vilâyat-ı Şarkiye (doğu illeri), âlem-i İslâmın bir nevî merkezi hükmündedir; fünûn-u cedîde (fen ilimleri) yanında, ulûm-u dîniye (din ilimleri) de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiyanın Şarkta, ekser hükemanın Garbda gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyâtı dinle kaimdir. Başka vilâyetlerde sırf fünûn-u cedîde okuttursanız da, Şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u dîniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakîki kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız.”6 2 Mart 1923 tarihinde BMM’inde Medresetüzzehra hakkında kanun teklifi verildi. Yüz altmış üç milletvekilinin imzasıyla kanun teklifi kabul edildi.
Bediüzzaman’ın ve talebelerinin vefatı Mart ayında vefat eden Bediüzzaman gibi yine bu ayda vefat eden talebeler de vardır. 4 Mart 1989 tarihinde Üstadın Kastamonu hayatında yer alan Nur talebelerinden ve önemli bir âlim olan Mehmet Feyzi (Pamukçu) vefat etti. Mehmet Feyzi, altı yıl boyunca Üstadın hizmetinde bulundu. Denizli (1943) ve Afyon (1948) hapishanelerinde Üstadla beraber tutuklu kaldı. 17 Mart 1944 tarihinde Nur talebelerinden Hafız Ali (Ergün) Denizli hapishanesinde vefat etti. Hafız Ali hayatını vakfettiği Risâle-i Nurları el yazısıyla yazarak çoğaltan ve bu konuda büyük gayretler gösteren kahramanlardan biridir. Üstad Nurların en çok yazılıp çoğaltıldığı yerlerden birisi olan İslâmköy’ü “Nur Fabrikası” olarak vasıflandırmış, Hafız Ali’nin de ihlâs ve hizmetlerinden dolayı o fabrikanın sahibi olduğunu belirtmiştir.7 23 Mart 1960 tarihinde B. Said Nursî Urfa’da İpek Palas oteli 27 numaralı odada sabaha karşı 82 yıllık ömrünü tamamladı. Ertesi gün Halilurrahman dergâhına defnedildi. Ömrü boyunca verdiği iman ve hürriyet mücadelesi yüzünden baskı altında kalan Bediüzzaman, 27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra kabrinde de rahat bırakılmadı. Kabri kırılarak naaşı 12 Temmuz 1960 gecesi alınarak Isparta-Afyon civarında bilinmeyen bir mezara defnedildi. Vefatının 50. yılında başta Üstad Bediüzzaman Said Nursî ve onun ahirete göç eden talebelerini rahmetle anıyorum.
Dipnotlar:
5- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 142-143 6- Bediüzzaman Said Nursi, aynı eser, s.226-227 7- Merhum Hafız Ali ile ilgili geniş bilgi için 17-19 Mart 2010 tarihlerinde Yeni Asya Gazetesinde yayınlanan yazıya bakınız.
-SON-
24.03.2010 E-Posta: [email protected] |