M. Latif SALİHOĞLU |
|
İlk sorgulama İzmit'te (2) |
—Dünden devam—
Nisan ayı (1909) sonlarında İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek isteyen Bediüzzaman Hazretlerini İzmit'te önce misafir eden, hemen ardından da gözaltına alarak ilk sorgulamasını yapan İttihatçı Rifat Yüce'nin hatıra notlarını aktarmaya bugün devam ediyoruz.
Bediüzzaman neler söylüyordu?
Bediüzzaman Said Nursî’ye İstanbul’a niçin geldiğini, İstanbul bilginleriyle ilmi konuşmalar yapıp yapmadığını, memleket elbisesini halen neden muhafaza ettiğini, inkılâbı nasıl karşıladığını, muhalif çetelere neden ve ne suretle yazı yazdığını, İstanbul’dan neden kaçtığını, nereye gittiğini ve Padişahla görüşüp görüşmediğini ve daha o günün bazı olaylarını sordum. O benim bu sorgularıma ayrı ayrı şu cevapları verdi:
1) "İstanbul âlimleriyle görüştüm. Onlar çok iyi adamlar. Fakat, pekçoğu derin bilgin değil.” İstanbul’un en meşhûr hocalarıyla görüştüğünü ve bazı ilmî konuşmalarda bulunduğunu söyledi ve içlerinde Farsça bilenlerin de az olduğunu söylerek şunları ilâve etti: "Sarf ve nahiv kaidelerle, mantık, beyan, belâgat, bediî, fıkıh, usul–i fıkıh, kelâm, hikmet–i atik iyi bilenler var" diyerek, onları takdir eden bir dil ile anlattı.
"Niçin memleket elbisesini giydiği" sorusuna da şu cevabı verdi: 2) ”Bizim memleket halkı böyle giyer; ben de o halktan biriyim. Hocalar içinde, İstanbul bilginleri gibi seçilmiş ayrı bir elbise yoktur. Yalnız bu renkler, bilgin kişiliğe işarettir” dedi.
3) ”İnkılâbı (Hürriyet ve Meşrûtiyeti) iyi karşıladım. Allah’ın emri mucibince hareket edilirse iyi. Fakat, İstanbul’un kötü düşünceli adamlarının elinde âlet olursa, tabiî kötü olur. Ben inkılâptan sonra Selanik’e gittim. Niyazi ve Enver Beylerle görüştüm. Onların fikirleri ve yapmak istedikleri şeyler çok iyi. Fakat, iş İstanbul’da bozuluyor.“ Bediüzzaman’ın bu sözlerindeki kasıt, o zamanın İstanbul’undaki muhalif gazetelerin yaygaralarıydı.
4) "Meşrûtiyet ilân olunduktan sonra İstanbul gazetecileri yanıma geliyorlar. Onlarla konuşuyorum. Amma, söylediklerime ertesi günün gazetelerinde birçok şeyler daha ilâve ettikleri halde görüyorum. Zira, yazım düzgün değildir. Ve kitabetim yoktur. Onlar iyi kâtip, gazete usûlü üzere yazıyorlar. En çok yazı da İkdam gazetesine veririm. O hep doğru vazıyor. Volkan ve Serbestî gazeteleri çok ilâve ediyorlar. Ben ancak gazete çıkınca görüyorum bunları” dedi.
5) ”İstanbul’dan korkudan değil; bir karışıklık var da ondan geldim.”
6) ”Buradan da Anadolu içlerine doğru gitme fikrindeyim.
Saray'a gidip gitmediğini sormam üzerine şunu söyledi: 7) "Önceden Sultan Abdulhamid ile görüşmüştüm. Fakat, dün (27 Nisan'dan öncedir) de Saray'a gittim. Millet arasında fitne–fesat ilka eden (yayan) emrin şer'an halli vacip olduğunu söyledim. Bunun üzerine, bugün de buraya geldim” dedi. Bediüzzaman ile şu kısacık zamanda görüşmem esnasında, onun sözlerinden, bu zatın derince bir araştırması var ve hemen Anadolu içinde yaşadığı halde, birçok kitaplar okuduğu ve incelemelerde bulunduğu anlaşılıyordu. Bundan ötürü kaç yaşında olduğunu sordum: 8) "32 yaşındayım. Fakat, şu sekiz ay (Temmuz 1908–Nisan 1909) içinde yarım asırlık hadiselere şahit oldum” dedi.
Bediüzzaman Said Nursî’nin İstanbul’daki kargaşalık esnasında Anadolu’ya gitmesi, incelemeye değer bir olay olduğu gibi, Saray'a gidip de ertesi gün Anadolu’ya gitmesi, incelemeyi bir kat daha arttırmaktadır. Bundan ötürü Bediüzzaman Said Nursî’nin İzmit’te tutuklanmasında bir isabet olduğu anlaşılmaktadır. * * * MLS'nin notu: Bu hatıranın sahibi olan İttihatçı Rifat Yüce'nin de, İTC Merkezindekilerle aynı kanaati paylaştığı anlaşılıyor. Onlara göre, Bediüzzaman'ın Anadolu'ya geçmesi son derece riskli ve tehlikelidir. Zira, Anadolu halkını örgütleyip ayaklandırabileceğinden, dolayısıyla darbe ile işbaşına gelen Hareket Ordusu takviyeli İttihatçı iktidarını devirmesinden ziyadesiyle korkuyorlar. Bu şiddetli korku sebebiyledir ki, 31 Mart Vak'asında hiçbir suçu bulunmamasına rağmen, Bediüzzaman'ı İzmit'te tutuklatıp İstanbul'a getirtiyorlar ve idam edileceklerle birlikte mahkemeye çıkarıyorlar. Öte yandan, Rifat Yüce'nin anlattıkları, nihayet kendi hatıra notlarından ibarettir. Ancak, o tarihte İzmit'te böyle bir hadise yaşandığı da tarihî bir gerçek. Nitekim, aynı gerçeklik, 28. Lem'a’da da teyid ediliyor.
24.03.2010 E-Posta: [email protected] |