Ahmet DURSUN |
|
Bir Demirel yazısı |
Süleyman Demirel ismini ilk duyuşum çocukluk yıllarımdadır. 12 Eylül 1980 sabahı, neşeli bir sabah kahvaltısı sırasında, rahmetli amcamın telâşla bize gelişini, korkuyla “Hükümeti devirdiler” deyişini hatırlıyorum. Henüz sekiz yaşındaydım. Hükümet, muhayyilemde dev gibi bir şeydi. Koskoca devi nasıl devirmişlerdi acaba? Sonraki yıllarda öğrendim, bugün çektiğimiz eziyetlerin kaynağını... Devrilen yalnız hükümet değilmiş. Bu milletin kafasına balyoz inmiş, başı ezilen milletmiş; devrilen, çiğnenen bu ülkeymiş. Bir milletin ruhuna, hafızasına kastedilmiş. Zincirbozan’a sürülen sadece bir başbakan değil, zincire vurulan koca bir milletmiş. İslâmköylü Demirel ya da Çoban Sülo, ne fark eder? Her darbede inatla kafasını kaldıran, yere düşenleri kucaklamaya çalışan bir adamdı. Bu yüzden “Baba” denilince akla gelen ilk isimdir Süleyman Demirel. Bu yüzden on yıllarca “Kurtar bizi baba” haykırışlarına muhatap olmuş tek siyasetçidir. Yaptıkları da meydandadır, yapmadıkları da… Demirel’i sevmek ya da sevmemek; onu yermek ya da övmek, kısır tartışmaların içinde olmak… Her bir kalbe fethedilecek bir ülke sevdasıyla yaklaşan muhabbet fedailerinin işi midir bu? İki darbe görmüş Demirel’in, kırk küsûr yıllık siyasetinin ne günahlarını savunurum, ne de sevaplarına ortak olurum. Fakat, hakkı teslim etmenin dürüst bir tavrın gereği, bir ahlâk duruşu olduğunu da bilirim. Bu yazı, ne bir Demirel methiyesidir, ne de onu savunma çabasıdır; yalnızca insafa ve ilkeli davranmaya dâvettir, biraz da “Delikanlı olun” çağrısıdır. Bugün seksen küsûr yaşında olan Demirel’in hâlâ tartışılıyor olması hayret verici değildir. Darbelerle şamar oğlanına dönen, darbelerin en çok mağdur ettiği bir siyaset duayeninin bugün darbecilerle aynı fotoğrafta gösterilmesi, bugünkü tartışmaların temelini oluşturmaktadır. Demokrat Türkiye sevdalısı Demirel değişmiş midir, onca yıl milleti aldatmış mıdır, neler olmuştur sorularını bugün aktif siyasetin içinde olmayan birisi için yöneltmek farklı arayışların stratejisidir. Artık Demirel, benim için, emekli bir cumhurbaşkanıdır ve sorunsuz bir imam-hatip hayatımın Başbakan’ı, 28 Şubat dönemine kadar “başörtülü meleklerle” aynı sıralarda okuyabildiğim bir üniversite dönemimin Cumhurbaşkanıdır. Hatıraların adamıdır. İntikam ne kötü bir histir. Dün, “mason Demirel” propagandasını yapanların bugün “hain Demirel” söylemini kullanmaları kârlı bir siyaset stratejisi olabilir; ama asla ahlâkî değildir. Demirel’in 28 Şubat dönemindeki bazı söylemlerinden ve tavırlarından yola çıkarak, onun Nurcuları yıllarca aldattığı sonucunu çıkarmanın ve bunun propagandasını yapıyor olmanın altında yatan gerçek; Risâle-i Nur hareketinin siyasal İslâm karşısındaki net tavrıdır, Nur hareketinin “pis oyunlar”dan ibaret olan siyaset arenasına sokulamamasıdır. Bu, “Nasıl olur da İslâmî bir cemaat bir İslâm partisine oy veremez?” sendromunun, “Hâlâ nasıl olur da bize oy vermezsiniz” şeklindeki hortlayışıdır. “Bakın, yıllarca aldanmışsınız, aldatılmışsınız, biz ne kadar da haklıymışız” şeklindeki yaklaşımlar, Risâle-i Nur hareketini siyaset yoluyla sekteye uğratmak amacını içinde barındırmaktadır. Aldanmak ve aldatmak bizim işimiz değildir. Bu tür yaklaşımlar, “Rektörler başörtülülere selâm duracak” hamakatinin doğurduğu çözümsüzlüğe kılıf arama, kendi günahlarına ortak bulma çabasından başka bir şey değildir. Bugün temel hak ve hürriyetlere yönelik çözülemeyen temel meselelerin günahını Demirel’e yüklemek ise özrü kabahatinden büyük sayılacak bir tavrın işaretidir. Bizi anlayamayanların ya da anlamak istemeyenlerin yanıldıkları noktalar şunlardır. Hakkın hatırını her şeyin üzerinde gören anlayış; “Başörtülüler Suudi Arabistan’da okusun”u onaylamadığı gibi, “Ermenileri ülkeden kovarım” söylemini de onaylamaz. “Said Nursî’siz Türkiye’nin maneviyatı eksik kalır”ı alkışladığı gibi, haksızlıklar karşısındaki “alnını karışlarım” çıkışını da alkışlar. Hakkın büyüğüne küçüğüne bakmadan, onu hiçbir menfaate feda etmeden sahibine verir. Anlaşılmalıdır ki, Risâle-i Nur hareketi, asla dini siyasete ve ahlâksızlığa alet eden bir anlayışın ya da uzantılarının yanında olmamıştır. Konjonktürel bir tavırla her doğan güne göre duruş belirlememiştir. İnsan merkezli, insanı önceleyen bir yapı için siyaset kurumundan taleplerde bulunmuştur. Demirel çizgisi bu taleplere çoğunlukla cevap verebilmiştir. Bu bağlamda, bugün Demirel’in çizgisini eleştirenlerin kendi çizgileriyle ilgilenmiyor olmaları hayret vericidir. Dün, demokrasiyi küfür rejimi ilân edenlerin bugün gömlek değiştirerek en kral demokrat kesilmelerini bile tebessümle alkışlıyorum ve bunu Risâle-i Nur hareketinin başarısı olarak görüyorum. Kırk yıl sonra bizim çizgimize gelmeleri ve onca yıl sonra Demirel’in referanslarını kullanmaları yine de iyi bir gelişmedir.
01.04.2010 E-Posta: [email protected] |