Faruk ÇAKIR |
|
12 Eylül’ün bir günahı daha |
Askerî darbelerin ülkemize neye mal olduğunu tam anlamıyla hesaplayabilmiş değiliz. 27 Mayıs 1960’daki kanlı darbeden sonra alışkanlık haline gelen ve maalesef her 10 yılda bir çeşitli bahanelerle tekrarlanan darbe ve ihtilâller; hem ekonomik hem de sosyal hayatımızı alt üst etti. İhtilâllerin tarihini 1960’dan başlatmak doğru olmaz, ama neticede bir başbakan ve iki bakanın zulmen idam edilmiş olması 27 Mayıs tarihini bir mihenk taşı yapıyor. Sonrasında gelen darbe ve ihtilâllerde de 27 Mayıs örnek alınmış, biraz cilalanarak ve günün şartlarına uygun bahaneler üretilerek aynı anlayış tekrarlanmıştır. 12 Eylül 1980’deki darbeyi savunanlar güya bu darbenin ‘kanlı olmaması’nı överler. 12 Eylül darbesi görünüşte kanlı değil, ama özde ve temelde en kanlı darbelerden biridir. Aradaki fark, 27 Mayıs’ta olduğu gibi darbe sonrasında değil, darbe öncesinde kan akıtılmış olmasıdır. Bugün çok daha iyi biliniyor ki, darbeye zemin hazırlamak için binlerce kişinin ölmesine göz yumulmuştur. Bu tesbit kuru bir iddia değil, aksine darbeye imza atanların sonraki yıllardaki itiraflarına dayanır. Madem yeri geldi, ‘belge’yi de hatırlatalım: 12 Eylül darbesi için bir yıl beklendiğini söyleyen kişi, dönemin 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel’dir. 5 Temmuz 1987 tarihli Milliyet’te yayınlanan röportajında, “Paşam, 12 Eylül’ün olacağını ne kadar önceden biliyordunuz?” sorusuna karşılık şu cevabı vermiş: “Hep konuşuyorduk. 12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımızın çoğu, ‘Tam olgunlaşsın, millet tarafından tamamen tasvip edilsin’ dediler. Bana kalsaydı, en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı.” Elbette darbelerin ‘olgunlaşması için beklendiği’ ve bu arada da teşvik edildiğini itiraf eden tek örnek bu değildir. Ama bu çarpıcı itiraf, darbeden sonra ‘yakın bir tarihte’ yapılmış olması bakımından diğer itiraflardan daha önemlidir. Aradan yıllar geçtikten sonra 12 Eylül’ün başka bir günahına daha işaret ediliyor. Gerçi bu günah, geniş kitlelerce zaten biliniyordu, ama aynı gerçeğin bir mahkemenin gerekçeli kararında yer alması dikkat çekici. Diyarbakır’da 16 sanığın ömür boyu hapis cezası aldığı Hizbullah dâvâsının gerekçeli kararında, “Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi özellikle 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra terörün açık hedefi haline gelmiştir” denilmiş. (Milliyet, 31 Mart 2010) Çeyrek asırdır Türkiye’nin başına belâ olan terörün kaynağının 12 Eylül 1980 darbesi olduğunun itiraf edilmesi yabana atılabilir mi? Darbe yapanlar güya Türkiye’yi ‘uçurumun kenarından’ kurtardıklarını iddia ederler. Tarihî gerçekler ise tam tersini söylüyor. İşte Güneydoğu örneği... Türkiye’nin başını ağrıtan terörün 12 Eylül sonrası filizlenmesi tesadüf olabilir mi? Türkiye ne edip etmeli ve 12 Eylül’e imza atanlarla hukukî zeminde hesaplaşmalı. O dönemin açtığı maddî ve manevî yaralar önce teşhis, sonra da acil tedavi edilmeli. Darbeci anlayışla hukuk önünde hesaplaşmadan terör belâsından kurtulmak kolay olmayacak. Her ‘kötü’lüğün altından 12 Eylül anlayışının çıkması tesadüf olabilir mi?
01.04.2010 E-Posta: [email protected] |