Basından Seçmeler |
Komutanlara Yüce Divan yolu, ama...
AK Parti’nin anayasa değişikliği paketine bir son dakika eki: Genelkurmay başkanıyla kuvvet komutanları, gerektiğinde, Yüce Divan’da yargılanabilecekler! Olabilir. Bu haber gazete manşetlerinde dolaşırken, iç sayfalara sıkışmış bir haber dikkatimi çekti. Fransa’dandı bu haber, başlığı şöyleydi: “Sarkozy, hükümeti eleştiren bir binbaşıyı görevden aldı.”(Zaman, 29/03/10) Binbaşı, Fransız jandarmasında görev yapıyormuş. Hükümetin jandarmayı İçişleri Bakanlığı’na bağlayan yasal düzenlemelerini bir dergide çıkan makalesiyle eleştirmiş. Bunun üzerine oluşturulan bir komisyon, binbaşı hakkında soruşturma yaparak karara varmış: Jandarma binbaşı siyasal bir meseleye karışmış, taraf olmuş, böylece disiplin suçu işlemiştir. Binbaşı ifade özgürlüğüne sığınarak kendini savunurken, soruşturma heyeti de, cumhuriyet rejiminde askeri yetkililerin siyasal konularda açıklama yapmalarının yasalara aykırı olduğunu anımsatmış. Bunun üzerine jandarma binbaşı, altında Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de imzasının bulunduğu bir talimatla görevden alınmış... Fransa’dan gelen bu haberin altını neden çizdiğim malum. Bu pencereden Türkiye’nin hallerine bakınca çok uzun yıllardır perişanları oynamaktayız. Fransa’da binbaşıya uygulanan bu ilke Türkiye’de de geçerli kılınsa, herhalde bizim memlekete örneğin genelkurmay başkanı dayanmazdı, komutan dayanmazdı. Oysa, aslında bizim ülkemizde de asker kişilerin siyasete karışmaları, siyasal açıklamalar yapmaları yasaktır. Ama hep kâğıt üstünde kalır bu. Son örneğini hatırlayın. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, terör örgütüne üyelik iddiasıyla hakkında 10 yıla kadar ağır hapis cezası istenen Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’i sürekli savunuyor kamuoyu önünde. Oysa Komutan’la ilgili dava açılmış durumda. İlk duruşma mayıs ayı başında yapılacak. Normalde olan, olması gereken nedir? Ordu Komutanı’nın fazla uzatmadan açığa alınması değil mi?.. TSK Personel Kanunu 65. maddesi böyle diyor çünkü... Kararı verecek olan da siyasal otorite, Milli Savunma Bakanlığı’dır. Ama gel gör ki, Erdoğan hükümetiyle Savunma Bakanlığı’ndan bir ayı geçti hâlâ tık yok. Buna karşılık, Genelkurmay Başkanı Başbuğ kaç kez gazete manşetlerinde komutanını savundu, onun suçsuzluğuna inandıklarını, ona kefil olduklarını söyledi. İyi güzel de, hukuk n’olacak?.. Bu ülkede eğer hukuk devleti diye bir şey varsa, yargının, Genelkurmay Başkanı da olsa, kimselere iddianame beğendirmek gibi bir mecburiyeti yoktur, olamaz da. Öyle değil mi? İddianame iyi olur, kötü olur, ancak son sözü mahkemeler söyler. Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse, yargısı bağımsızsa, herkes hukukla bağlıysa, bu durumda yapılması gereken üç şey vardır: Birincisi, Ordu Komutanı’nın açığa alınması... İkincisi, Genelkurmay Başkanı’nın artık susması... Üçüncüsü, yargıya baskı yaparak hem Anayasa’nın hem Türk Ceza Yasası’nın ilgili maddelerini çiğnediği için de Genelkurmay Başkanı hakkında soruşturma açılması.. Bu konuda üçüncü yazımı yazıyorum. Bir ayı geçti, henüz bir ses seda çıkmadı. Yoksa anayasa değişikliği paketi mi bekleniyor?.. Genelkurmay başkanlarına, kuvvet komutanlarına, asker kişilere sivil yargı yolunun açılması demokrasilerde olması gereken şeyler... Ama ya onlar da kâğıt üstünde kalırsa?.. Ağır hapis cezası ve terör örgütü isnadıyla yargılanacak komutanı açığa alamayan bir siyasal otorite, yarın genelkurmay başkanlarına, kuvvet komutanlarına Yüce Divan yolu açabilir mi?.. Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın Vecdi Gönül, Bakın Fransa’da siyasete karışan bir binbaşı anında açığa alınabiliyor. Demokrasi işte böyle bir şey!
Hasan Cemal Milliyet, 31.3.2010 |
01.04.2010 |
Said Nursî
ADAMIN biri “Bediüzzaman Said Nursi”nin ‘Kürt milliyetçisi’ olduğunu yazmış, üstelik yalan yanlış bilgi veriyor köşesinden. Bir başka gazetede de Said Nursi’nin “İttihatçı” olup olmadığı tartışılmış.. Said Nursi gibi şahsiyetleri belli kategorilere indirgeyemezsiniz, çünkü az sayıda olan bu tür şahsiyetlerin bizatihi kendileri kategoridir. Evet, kelime anlamıyla Said Nursi İttihatçıdır, birlikçidir, ayrılıklardan şikayet etmektedir. Ama “İttihat ve Terakki partizanı” olmadığı da bir o kadar kesindir. Böyle insanların kendi büyük idealleri vardır ve bu ideala uygun cemiyetlerle, kişilerle bu çerçevede ilişkilidirler. Aynı cemiyetten kimilerini sevmiş birlikte olmuş, kimilerini de sevmemiş ve birlikte olmamıştır. Said Nursi, hürriyetçidir, meşrutiyetçidir, memleketperverdir ama asla ve kat’a etnik milliyetçilik yapmamıştır. “Eğer unsur lazım ise, unsur için bize İslamiyet kafidir” demiştir.. Şark insanının hem “dini”, hem “fenni” eğitim alarak aydınlanması için yola çıkmış bir dava adamıdır. En büyük ideallerinden biri Van’da büyük bir üniversite kurulmasını sağlamak idi. Said Nursi için aydınlanmanın yolu “meşrutiyet” ve “eğitim”den geçiyordu. Böyle şahsiyetler aslında birer yalnız adamdırlar ve davalarını tek başlarına üstlenmişlerdir. Hiçbir dünyevi çıkar böyle şahsiyetlerin yollarını değiştirmelerine sebebiyet verememiştir. Yeri gelmiş, Meşrutiyet için savaşım vermiş, yeri gelmiş ‘İttihat’ için yollara düşmüş. Yeri gelmiş memleket için eline silah almış, Ruslara esir düşmüş. Yeri gelmiş hapishane’ye girmiş ve ömrünün yirmibeş yılını sürgünlerde, menfalarda geçirmiş. Böyle bir şahsiyeti dar kalıplar içerisine hapsetmek ve hiç olmadığı biçimde anlatmak ayıp değil mi?
Abdullah Muradoğlu / Yeni Şafak, 31.3.2010 |
01.04.2010 |
Savunma Bakanlığına bağlayamadık, Yüce Divana gönderelim
GENELKURMAY Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının da Yüce Divanda yargılanmasıyla ilgili bir cümle eklenmiş Anayasa taslağına. Eğer Anayasa halk oylamasıyla yasallaşırsa, darbe soruşturması nedeniyle mahkemeye sevkedilen kimi komutanların Yüce Divanda yargılanıp yargılanmayacağı da yeni tartışmalar yaratacak tabii. Yalnız, benim anlamadığım şu: Neden Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları Yüce Divanda yargılansın? Sonuçta bu dört koltukta oturan kişiler devlet memurudur. Buradaki asıl yanlış, Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlı olmamasından kaynaklanıyor. NATO Savunma Bakanları toplantılarına, bütün üyelerin bakanları genelkurmay başkanlarıyla birlikte katılırlar. Masada bakan oturur hemen arkasında da genelkurmay başkanı. Bizdeyse bakanın arkasında genelkurmay ikinci başkanı oturur, çünkü protokolde genelkurmay başkanı, bakanın önünde gelir. Hatta Başbakan Yardımcısının da önündedir. Ama örneğin Başbakanlık Müsteşarı, protokolün ta alt sıralarında bi yerdedir; diğer bakanlık müsteşarları da. Zamanında, Genelkurmay Başkanı’nın, protokolde en üst sıralara yerleştirilme nedeni, o makama verilen önem ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın kimliği ve kişiliğiydi. Nedense Fevzi Çakmak rahmetli olduktan sonra , hiçbir hükümet genelkurmay başkanlığını milli savunma bakanlığına bağlamayı düşünemedi ya da buna cesaret edemedi. ABD’de Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanına bağlıdır. Deniz Kuvvetleri ve Deniz Piyadeleri Komutanları, Deniz Kuvvetlerinden sorumlu Bakan Yardımcısına, Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanları da ayrı Savunma Bakan Yardımcılarına hesap verir, onlardan emir alır. Yani siviller ordunun başındadır. Elbette komutanlar önerilerini, raporlarını, hazırlıklarını, bütçelerini kendileri yapar. Ancak bunları Temsilciler Meclisine ve Senatoya Bakan ve/veya Yardımcıları taşır. Bütün gerçek demokrasilerde bu iş böyledir. Onun için genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarına Yüce Divan yolunu açmak yerine, genelkurmay başkanlığını milli savunma bakanlığına bağlamak en demokratik yol, değil midir?
Aziz Üstel / Star, 31.3.2010
|
01.04.2010 |