Saliha FERŞADOĞLU |
|
Kalabalık heyulalar |
Penceremde kargalar, çığlık çığlığa konuşurken birkaç satır karalamaya giriştim büyük bir mücadeleyle. Mücadele dedim; hayat benim için engellerle doludur sizlerin hayatında da olduğu gibi. Acayip titizlenirim bazı konularda, bu yüzden birçok insana pek çok özelliklerinden dolayı özenirim. Mahrem-i esrarımdır şimdi size anlatacaklarım. Meselâ ışıkta asla uyuyamam, sessiz bir ortam yoksa yazı yazamam, ders çalışamam, hareket halindeki taşıtlarda kitap, dergi okuyamam. Bunlarla yetinmez, saydığım işlerin hakkından üstesiyle gelen insanlara hayran olur, gıptayla bakakalırım dakikalarca. Geçen gün, bir o yana bir bu yana homurdanarak şehir merkezine yürüyen bir otobüsteydim; kendi âlemimin hülyalarında gezinirken, birden çaprazımda bir gerçeğe rastladım. Hayallerim tuz buz olup kırıldı, gerçeğin parıltısı, büyüsü karşısında; yaşlı bir amca, iştahla kitap okuyordu. Otobüs arada fren yapmasına rağmen, o okumasına devam etti. Yollarda kâh deve kâh kaplan misali ilerleyen otobüs, amcayı bir türlü vazgeçiremedi okumaktan. Okumanın böylesine şevkle, zevkle yapıldığını görünce okuyana ve kendisini okutan kitaba saygı duyuyorsunuz. Gerçi, amcanın hangi kitabı okuduğunu göremedim. Ama her şeye rağmen çevremizde okuyan birilerinin varlığını görmek hakikaten lezzet veriyor insana. Kitap okuma alışkanlığını kazanamamış bir toplum olduğumuzu hatırlatıp sizleri üzmek değil niyetim. Sadece kendimize ve yakınlarımıza çekidüzen vermek amacıyla söyledim. Bizler, 21. yüzyılın modern ve bir o kadar esrik insanları, popüler kültür malzemelerinin bolluğu karşısında kitap okumaya vakit ayıramaz olduk. Şimdilerde kitap okumak, boş vakitlerde yapılan bir fiil, bir hobi oldu bizim için. Hani şarkıda diyor ya, ‘Ben nerde yanlış yaptım?’ Sahi biz nerde yanlış yaptık? Ne zaman kendimizi, benliğimizi unuttuk; kitapları bir kenara itip televizyondaki aldatmaca dünyaların içine kibritten barınaklar yaptık? Hangi ara zihnimiz bir halüsinasyona kurban gitti de, sanal âlemle gerçek âlemi karıştırır olduk? Sokağa çıktığımda çoğu zaman hiçbir arkadaşıma rastlamıyorum; şaşırıyorum, koca şehirde bir ben bir de serseri kaldırımlar mı kaldık? Eve geliyor, bilgisayarımı açıp msn’ye veya facebook’a giriyorum. Herkes buralara toplanmış, herkes. Yoz bir aydınlığın içinde zannediyoruz kendimizi, oysa uyuşturulmuş beyinlerimiz, kör dimağlarımızla yavaşça yokluğun kuyularında yitiyoruz. Kendimize harflerden, kelimelerden özgürlük devşireceğimize, okuyup okutacağımıza, hayatımıza anlam katacağımıza; evlerimizde ekranlara kapanıp hür irademizle tutsak düşüyoruz. Ellerimiz kumanda ve klavyeye kelepçelenmiş; son kerteye kadar batıyoruz. Tıknefes kalmış hayallerimizden, esaret kokan soluklarımızdan bîhaber, boş gözlerle birbirimizi seyrediyoruz. Her şeyi maddede arayanların akıllarına duçar olup, maneviyatı göremeyen gözlerimizle bakınıp duruyor; birbirimizi göremiyoruz. Kulaklarımıza çalınan özgürlük kantolarına rağmen duyamıyoruz; konuşamıyoruz, öylece susuyoruz… Onlar kör, sağır ve dilsizdirler hakikatini ne çok çağrıştırıyoruz! Avuntusuz çaresizliğimize bakıp kendi sonumuzu sessizce buluyoruz. Dışarıda müthiş bir canlılık yaşanır, bahar kâinatı coştururken hepimiz tuhaf, ürkütücü bir heyulaya dönüyoruz.
31.03.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları |