Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Atatürkçü” AKP |
Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Alman Der Spiegel dergisine verdiği beyanatta, hakkındaki “Atatürk’ten sonraki en etkili siyasetçi” yorumları sorulduğunda şöyle demiş: “Kendimi Atatürk’le hiçbir zaman kıyaslamam.” (Eyüp Can, Hürriyet, 30 Mart 2010) Oysa bir buçuk yıl önce “Obama gibi geldi, Bush’a benzedi” eleştirisine hedef olduğunda, “İllâ birine benzetecekseniz Atatürk’e benzetin” diye tepki göstermişti (Hürriyet, 9 Kasım 2008). Daha önce de İsrailli diplomat Alon Liel’in “Erdoğanizm, Kemalizmin güncellenmiş versiyonudur” iddiası için, “Atatürk’e benzetilmek benim için onur vericidir” yorumunu yapmıştı. Mart'ın son günlerinde, kıyasıya bir rekabet halinde peş peşe vizyona giren, ama gişelerde hiçbiri umduğunu bulamayan “Atatürk” filmlerinden biri olan Livaneli yapımı “Veda”ya gitti Erdoğan. Livaneli’nin, filmi Başbakanla birlikte izledikten sonra yazdığı yazıda şu cümleler de vardı: “Dev ekranda Mustafa Kemal Paşanın Fikriye’ye ‘Lütfen başını açar mısın. Burada sana kötü gözle bakacak hiç kimse yok!’ demesini, yanımda oturan Erdoğan ve başörtülü kızıyla izlemek çok ilginç bir duyguydu. (...) Film bitince Erdoğan, kızı ve bütün ekip, çok beğendiklerini, uluslararası bir eser olduğunu söyleyip teşekkür ederek gittiler...” (Vatan, 26 Mart 2010) Bunlar, Erdoğan’ın Atatürk’e kişisel bakış ve yaklaşımına ışık tutan kayda değer anekdotlar. Bir de, başında bulunduğu partinin kurumsal tavrına bakarsak—ki işin bu boyutunu evvelce de defaatle işlemeye çalıştık—şunu görüyoruz: AKP, hangi şartlarda ve ne gibi yöntemlerle uygulamaya konulduğu mâlûm olan Atatürk devrimlerinin, milletin ve TBMM’nin desteğiyle gerçekleştiğini iddia ederek, “Hedefimiz Atatürk ilke ve inkılâplarını toplumun ortak paydası haline getirmektir” diyebilen bir parti. Anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleriyle inkılâp kanunlarına dokundurmamadaki ısrarı, bu tavrının bir neticesi olsa gerek. Keza, Atatürk döneminde, Resmî Gazete’de dahi yayınlanmayan korsan bir hükümet kararnamesi ile müzeye çevrilmiş olan Ayasofya Camiini müze olarak devam ettirme “kararlılığı” da yine bu çerçevede aynı yaklaşımın bir tezahürü. AKP, sadece hükümetiyle değil, bazı belediyeleri ve etkisi altına aldığı kitle örgütleriyle de, “Atatürkçülüğe hizmet” yarışını devam ettiriyor. Önceki yıllarda İstanbul Bahçelievler Belediyesince üstlenilen “bedava Nutuk dağıtma” faaliyetinin, son dönemde “Nutuk’un tıpkıbasımını yayınlama” şekliyle İstanbul Ticaret Odasına devredilmesi, bunun en son örneklerinden biri. Devam eden kriz ortamında ticaret erbabının çözüm bekleyen yığınla sorunu orta yerde dururken, İTO’nun “Nutuk basma” işine soyunması ve Başkan Yalçıntaş’ın “Bugün varsak, onu sağlayan en önemli şahsiyet şüphesiz ki Atatürk’tür” gibi, inanç hassasiyetlerini de inciten tuhaf beyanlarda bulunması, ne anlama geliyor? Klasik Kemalistlerin Anıtkabir’e türbe ve Nutuk’a “kutsal kitap” nazarıyla bakan “çağdaş ve laik” tavırlarını artık kanıksamıştık. Bu tavrın iyiden iyiye marjinalleştiği bir noktada, resmî ideoloji ve sembollerine sahiplenip “Kemalizmin ömrünü uzatma” misyonu AKP’lilere mi kaldı? Kimi yorumculara göre öyle. Nitekim onlardan biri olan Akşam yazarı Atılgan Bayar, “AKP Atatürkçülük bayrağını CHP’den devraldı” diye defalarca yazdı. Ki, partinin bu konudaki duruşunu ortaya koyan, yukarıda özetlemeye çalıştığımız söylemler, bu yorumları doğrular nitelikte. Ve bu durum, AKP’nin, “Atatürk yaşasaydı partimizde olurdu. Biz tek parti dönemine dair eleştirilerimizde Atatürk dönemini hariç tutuyoruz” diyen Millî Görüş çizgisini bu konuda da aynen devam ettirdiğini gözler önüne seriyor. Ama bu tavrıyla, toplumda hiçbir zaman karşılığı olmayan ve tükenme noktasına gelen bir ideolojiye sarılarak, kendi çöküşünü hızlandırıyor.
06.04.2010 E-Posta: [email protected] |