Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Paketin açmazları |
AKP’nin Meclise sunduğu anayasa paketini destekleyenler arasında, düzenleme için “Tarihî bir demokrasi hamlesi” diyenler de var, “Yetersiz, ama olumlu bir adım” yorumu yapanlar da. Ve gördüğümüz kadarıyla, ikinci görüş daha yaygın bir kabule mazhar. Asıl yapılması gerekenin topyekûn bir anayasa değişikliği olduğunu savunan bu görüş sahiplerinin pakete verdikleri desteği, “Birşey tamamıyla elde edilemezse bütün bütün de terk edilmemeli” deyişindeki prensibe dayandıranlar da var. Peki, bu prensibin bu olaya tatbiki doğru mu? Eğer yapılmak istenen şey kısmen dahi olsa demokrasinin önünü açacak ve işleyişi rahatlatacak nitelikte ise, ayrıca sonuca ulaşıp yürürlüğe girme şansı varsa, bu şekilde düşünülebilir. Buna mukabil, sonuca ulaşması kuşkuluysa ve üstelik başarılı olunamadığı takdirde mevcut durumun daha geriye gidip kötüleşme riski ciddî şekilde vârit ise, o zaman konuyu farklı bir dikkat ve hassasiyetle değerlendirmek icab ediyor. Bunun yakın tarihteki en trajik örneklerinden biri, başörtüsü yasağını üniversitelerle sınırlı olarak anayasa değişikliği ile kaldırma girişiminin ardından yaşanan gelişmeler ve gelinen durum. Hem o düzenlemenin AYM kararıyla iptal edilmesi suretiyle Meclis iradesine ağır bir yargı darbesi indirildi; hem de AKP hakkındaki kapatma dâvâsında verilen “ağır ihtar” kararıyla, siyaset üzerindeki yargı vesayeti iyice kuvvetlendi. Bu vesayeti kaldırmanın, AB kriterleri çerçevesinde topyekûn bir anayasa ve sistem reformunu bir an önce yapmaktan başka yolu yok. Ama AKP gibi bir partinin iktidarında bu yapılabilir mi? İşte en önemli sorunlardan biri bu. Topyekûn bir anayasa reformunu yapabilecek durumda olmayıp, gerekçe olarak muhalefetin uzlaşmaz tavrını gösteren, ama kendisi de anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddelerine dokunmamakta ısrarlı olan AKP’nin bu yaklaşımıyla bir yere varılabilir mi? O değiştirilemez maddeler ki, hem başörtüsü düzenlemesi onlara takıldı, hem AKP hakkındaki dâvâ ve karar esas itibarıyla onlara dayandırıldı, hem de gündemdeki mini pakete yargı adına seslendirilen ilk itirazın referansı yine onlar oldu. Böyle olunca, bu maddelere dokunmamaktaki ısrarın “bindiği dalı kesmek”ten ve “bile bile lâdes” durumuna düşmekten bir farkı kalıyor mu? Paketin detaylarında, askere sivil yargı yolu açılırken, yargı sistemindeki ikiliğin temel dayanaklarını teşkil eden Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi gibi kurumlara dokunulmaması; Genelkurmay Başkanıyla kuvvet komutanlarının Yüce Divanda yargılanması öngörülürken, onların konumunun Meclis Başkanı, Başbakan ve bakanlarla aynı statüde pekiştirilmesi ve böylece Genelkurmay’ın Millî Savunma Bakanlığına bağlanması gerekliliğinin iyice ötelenmesi gibi ciddî boşluk ve sorunlar da mevcut. AYM ve HSYK ile ilgili maddelerde ise, son sözü, hakkında düzenleme yapılması öngörülen Anayasa Mahkemesinin söyleyecek olması, başlı başına üzerinde durulması gereken bir mesele. AKP’liler “CHP iptal dâvâsı açmak için yeterli sandalyeye sahip değil” diyerek kamuoyunu yanıltmaya çalışadursunlar; AYM Başkanı haftalar öncesinden “Bu düzenlemenin de önümüze geleceği görülüyor” diyerek uyarıda bulunmadı mı? Ve Çankaya Köşkünde paketle ilgili olarak yapılan toplantıya katılan eski AYM Başkanlarından biri daha da ileri giderek, “Paketin mahkemede iptali ihtimali yüksek” diye konuşmadı mı? Bütün bunlar ortadayken paketi Meclise sevk edip gündemi ona odaklamaya çalışmanın izahı ne olabilir? Birşeyler yapıyor görünmek mi, yoksa “Yapmak istedik, ama yine yaptırmadılar, yapabilmemiz için bize yeniden ve önceki seçimlerde verdiğinizden daha güçlü bir destek verin” diye milletin önüne çıkma hesabı mı yapılıyor? “Referandumda hayır çıksa bile devam ederiz” lâfına gelince: Neye, nasıl devam edeceksiniz? 03.04.2010 E-Posta: [email protected] |