Hüseyin EREN |
|
Bağrına basacak bir eser bırakmak |
“Bediüzzaman’ı Görenler”, “Bursa’da Bediüzzaman Haftası” etkinliğinin son halkasıydı; İsmail Doruk, Erdoğan (Rıdvan) Utangaç, Veli Işık Kalyoncu, Ali Çakmak ağabeyler konuşmacı olarak katılmışlardı programa. Bu dört ağabeyin yan yana durup yüreklerimize bakışı bile bir dersti. Konuşmasalar bile duruşları, bakışları, tevazu ve mahviyetleri salonu sekine ile dolduruyordu. Azdı onlar artık, azlara azamî ihtimam ve hürmet etmeliydi. Salondaki sükûn; sekine köprülerinin karşılıklı kurulduğunu gösteriyordu. Mekânın estetiği, anlatılanların yaşanmışlarca anlatılışı, ışıkların ışıltısı, bir şeyler almak için algılarını açmışların salonuna dolduruşu; farklı bir mekân ve zaman ortamı oluşturmuştu. Nurânî iklim; sineleri, zihinleri sarıyor, akılları dinlendiriyor, vücuda hiffet veriyordu. Adı anılan başta Bediüzzaman ve talebelerinin ruhaniyetleri orada olsa gerekti; İslâm büyükleri anılınca ruhaniyetleri oraya gelirmiş. Matbaadan bir Risâle çıktığında evlâdı gibi ona sarılır, “Ben gidebilirim” dermiş Bediüzzaman. Bu tavır bile biz fukaralara büyük bir ders. Geride bırakacak bir hizmet eseriniz yoksa gitmemelisiniz. Gitmek istemiyorum demek yok, her zaman sevkiyât var kabrin öbür tarafına; âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere kıymet verme. Gitmeye de o kadar hazır olmalı hizmet erbabı; yerini dolduranı bulunca dünyaya aldırmadan, aldanmadan terk edebilmeli. “Kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet oradadır”ı unutmadan hayatı hizmetle doldurmalı Nurun talebesi. Bugün bağrımıza basıp da “Ben gidebilirim” diyebileceğimiz bir hizmet eserimiz yoksa ziyandayızdır. Eser bırakanlar “Gidebilirim” derler, boş geçirenler deve kuşu gibi başını kuma sokarak hezeyanlarla uğraşır, dünyalık başarılarla avunur. Bediüzzaman’ı görenler gördüklerini anlattılar; götürebilecek hizmet eserleriyle salonu dolduranların gönüllerini doldurdular. Zaman akıyor, dünya durmuyor gidiyor; bizden sonraki nesle bağrımızda biriktirdiğimiz, bırakabileceğimiz bir hizmet eseri var mı? Salon bunun sessiz evet cevabını veriyordu; dörde kırk, kırka dört yüz, dört yüze dört bin… Bediüzzaman ve talebeleri sadece yılda bir hafta mı anılmalı, anlaşılmaya çalışılmalı? Kalan haftalar ne olacak? Gerçi Risâle-i Nur’u açıp okuyan Said Nursî ile Kur’ân’ın dellâlı makamıyla görüşür, konuşur, fakat sosyal bir etkinlik olarak yaşayan talebelerinin bir araya getirilip gençlerle buluşturulması daha sık yapılmalı. Nur mirasının onlara safiyane aktarılması, birinci ağızdan dinletilmesiyle olsa gerek. Bediüzzaman’ın 60. vefat yılında kaç “Bediüzzaman’ı Görenler”i göreceğiz ve dinleyeceğiz. Gelecek yılı beklenmeden değişik etkinliklerle “Görenleri” daha çok görmeli, onlardan hizmet dersleri devşirmeli değil miyiz? O gece Ördekli Kültür Merkezi’ne “Zamana Düşen Işık” düşmüştü, biz de o ışıktan düşen huzmeleri toplamaya çalıştık; sarılacağımız bir esere birkaç not düşmek istercesine. Defterime bakıyorum da daha çok boş yer var. Bediüzzaman ve talebelerini, Risâle-i Nur’u, Kur’ân’ı ve Resul-ü Ekrem’i (asm) şefaatçi edip Rahman-ü Rahîm’in dergâhına el açıp yalvarıyorum: Ya Rabbi dünyada ve âhirette inayetini üzerimizden eksik etme, bizi affettiklerinin zümresine ilhak eyle.
06.04.2010 E-Posta: [email protected] |