Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Şefkat kahramanlarI (16) |
ÜLKER URAL
Ülker Ural, Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ ve Bolvadin hanımlarına iman ve Kur’ân dersi vermek üzere vazifelendirdiği Şahide Yüksel’in biricik kızı. Daha önceki bölümlerde Şahide Yüksel’in hizmetlerini kızının dilinden dinlemiştik. Ülker Ural da değerli annesi ile beraberce Üstad Hazretlerini defalarca ziyaret etmiş, duâlarını almış. O yüzden bugünkü konuğumuz Ülker Ural. 7 Ocak 2010 tarihinde, evlerinde, değerli eşi Kemal Ural Ağabeyin de zaman zaman iştirak ettiği bu sohbetimizde anlatılan hatıralardan bir bölümünü paylaşalım sizlerle:
ÜSTAD HAZRETLERİ GÖZLERİNE BAKTIRMAZDI Üstad Hazretleri ile defalarca görüştüm. Birebir değil bu görüşmeler. Yanımda hep annem vardı. Annemle konuşmalarını dinledim. Mübarek boğuk bir sesle konuşurdu. Ben pek anlayamazdım. Annem onun söylediklerinin hepsini anlar, gözleri yerde olarak hep “Evet, evet” derdi. Biz gözüne bakmak isterdik, ama Üstad Hazretleri gözüne baktırmazdı. Gözlerinde sanki bulanık bir perde varmış gibiydi.
ÜSTAD HAZRETLERİ İLE İLK GÖRÜŞME Üçüncü sınıftaydım, dokuz yaşlarında olmalıyım. 1939 doğumlu olduğuma göre sene 1948 olmalı. Annem hep duyarmış. “Bediüzzaman varmış. Evine ziyaretçi kabul etmezmiş“ diye. Onu ancak kır gezisine çıkarken görmek mümkün olduğundan, annem de onunla diğer Emirdağlılar gibi hep görüşmek istermiş. Babam onun bu hâline kızarmış. Hiç unutmam, yaz tatili için annem, kardeşim ve ben Eskişehir Çifteler’de dedemlerdeydik. Emirdağ’a 1,5-2 saat uzaklıkta bir yerdir orası. Gelişimizden üç gün sonra annem “Hadi gidiyoruz!” dedi. Biz kardeşimle, harman zamanı olduğundan, dövene binmek, eğlenmek istiyoruz, Emirdağ’a dönmek istemiyoruz. “Gitmeyelim” diye yalvarıp durduk anneme. Meğerse o sırada babam Üstad Hazretlerini ziyaret ediyor. “Şahide ile çabuk görüşmek istiyorum” diyor. Babam çok şaşırıyor, bir şey de diyemiyor. Üstad “Yarın kıra çıkacağım, gelin” deyince, babam bize haber göndermek isterken, bakıyor ki biz geldik. “Nasıl geldiniz? Nasıl haber aldınız?” diye soruyor. Annem “Sıkıldık geldik!” diyor. Demek ki çağrılmış mânen. Ertesi gün belirlenen zamanda babamla birlikte çıktık yola. Üstadın faytonunun önüne geçtik. Durdurdu arabasını. Daha sonra da defalarcasını yaşadığım tabloyu ilk defa yaşadım. Üstad Hazretlerinin faytonunu Ceylan, Bayram ya da Zübeyir Ağabey sürerdi hep… Hiç elini vermezdi mübarek, annem cübbesinin kolunu öperdi. Konuştular. Biz de dinliyoruz. Ona demiş ki: “Seni bana önceden bildirdiler” Eskiden anneme “Şadiye” derlerdi. Üstad Hazretleri ona Şahide ismini verdi. Vazifelerini anlattı…. Annem babamdan kısa zamanda Kur’ân öğrendi. Evimiz okul gibi oldu zamanla. Genç, yaşlı bütün gelen kadınlara annem Kur’ân öğretiyor, Risâle dersleri yapıyordu. Çok kalabalık olurdu. Rahle şeklinde tahtalar yaptırdık. Sabahtan hanımlar evimize Kur’ân öğrenmeye gelirlerdi… Annem ayrıca Emirdağ’da evlere sohbete gidiyordu.
PAYLAŞMAYA TEŞVİK Bolvadin’de evimize gelen kızlardan biri Kur’ân’ı bitirdi ve evinde hatim toplantısı, Risâle-i Nur sohbeti yapmak istedi. Ama arkadaşlarıyla arasında anlaşmazlık çıktı. Çünkü herkes toplantıyı kendi evine almak istiyordu. Annem, aynen Peygamberimizin (asm) metodunu izledi: Hacerü’l-Esved taşının Kâbe’ye taşınmasında kabileler arasında kimin taşıyacağı konusunda anlaşmazlık çıktığında Peygamberimiz (asm) büyük bir örtü getiriyor. Hacerü’l-Esved’i ortasına yerleştiriyor. Örtünün her bir ucunu da bir kabileye taşıması için veriyor ya, aynen öyle yaptı. Dedi ki: “Kim önceden Kur’ân’ı bitirirse sohbeti onun evinde yapalım. Herkes Kur’ân’ı bitirdikçe birlikte onun evine gider, hatim duâsını, Risâle sohbetimizi yaparız.” Genç kızlar bu çözüme o kadar çok sevindiler ki…
HANIMLAR ELLE RİSÂLE-İ NUR’LARI YAZARDI O sıralarda Risâleler eski yazıyla el ile yazılırdı. Yazı bilmeyenler ellerindeki örneğe baka baka yazarlardı. Yazılanları Üstad Hazretlerine tashih edilmek üzere gönderirdik. O da kontrol eder, altına “İsm-i Azam’ın hakkına ve Kur’ân’ın hürmetine ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şerefine, bu risâleyi yazan ….. hanımı Cennettü’l-Firdevs’te saadet-i ebediyeye mahzar eyle. Âmin” tarzında bir dua yazarak sahiplerine iade ederdi. Kalemi renk renk yazardı. Bir kalemden kaç renk akıyor diye onun yazdıklarını hayranlıkla okurduk. Genelde kırmızı rengi tercih ederdi. Benim de elle yazdığım çok risâleler vardır. Onları daha geçenlerde “Emirdağ Şahitleri” sergisinde sergilenmek üzere gelen kardeşlere teslim ettim. Eski kitapların muhafazası zor oluyor zaten.
EMİRDAĞ ÇOCUKLARI Benim çocukluğum Emirdağ’da geçti. Çocukluk hatıralarımı unutamıyorum. Üstadın hangi yoldan kıra ya da Isparta’ya gideceğini Bayram, Zübeyir ya da Ceylan Abi gelir bize haber verirdi. Biz de annemle büyük bir heyecanla hazırlanır, yola çıkar, Üstad Hazretleri ile görüşürdük. Genç kızlık dönemim ise Bolvadin’de geçti. Babam öğretmen olduğundan, tayini oraya çıkmıştı. Bolvadin’deyken de evlendim zaten… Bazı hatıralarımı “mış”lı anlatıyorum, çünkü 17 yaşında iken evlendim, evden ayrıldım. Benden sonra hanımların cemaati Emirdağ’da da, Bolvadin’de de kalabalıklaşmış.
EVLENMEME ÜSTAD HAZRETLERİ MÜSAADE ETTİ Eve her dünür gelişinde annemler “Biz Üstad’a sormadan hiçbir şey yapmayız. Ona sormamız gerek” diyerek Üstada akıl danışırlarmış. Üstad da her defasında “Hele dursun!” dermiş. Bir keresinde “Neden Ülker’i okutmadınız? Madem Şahide onu yetiştirdi, muallim olabilirdi” diye sorduğunda “Önce biz okutmadık, şimdi de yaşı büyüdü artık” diye cevap vermiş babam. “Evlendirmek için acele etmeyin” dermiş Üstad Hazretleri..
KEMAL BEY İLE EVLENMEMİN HİKÂYESİ İLGİNÇTİR Atıf (Ural) Ankara Hukuk Fakültesinde okurken Sözler kitabını tâb ettiriyor, hizmet ediyor. Müstakbel kayınvalidem bazen Atıf’ı “Oğlumun yemeğini yapayım, çamaşırını yıkayayım, çoraplarını tamir edeyim” diye ziyaret edermiş. Tam da oğlu Kemal’e kız aramaya başladığı yine böyle bir Ankara ziyareti öncesinde, kayınvalidem rüyasında birinin kendisine “Ağabeyi Kemal’e, kardeşi Atıf kız bulacak!” dediğini işitiyor. Geldiğinde Atıf’a bu rüyayı anlattığında “Benim öyle işlerle ne alâkam olur ki?” diye Atıf o kadar gülüyor ki annesine.. Sonra da “Anne burada Kastamonulu Lütfiye Anne var. Arada bir ziyaretine gidiyorum. Seni onunla tanıştırayım” diyor. Kastamonulu Lütfiye Anne ile annesini tanıştırıyor. Kayınvalidem, meseleyi Lütfiye Anneye anlatıyor. O da “Sen hiç Emirdağı’nda Üstadı ziyarete gittin mi?” diye soruyor. Kayınvalidem “Gitmedim” diye cevap verince “O zaman Bolvadin’de Şahide Hanım var. Hanımlara hizmet ediyor, Üstadı görmek isteyenler onun evinde kalıyor. Hanımları Üstad Hazretleri ile o görüştürüyor. Kızı varmış. Hem kızını görürüz, hem Üstadı ziyaret ederiz. Ne dersin?” diye soruyor.
KIYMETLİ HANIM MİSAFİRLERİMİZ Beraberce kalkıp Ankara’dan Bolvadin’e geliyorlar. Kastamonulu Lütfiye Anneyi böylelikle tanıdım. Bizde de o sırada Afyonlu Asiye Anne (Mülazımoğlu) var. Anneme “Biz Üstadı ziyarete geldik. Bizi görüştürebilir misin?” diye soruyorlar. Bu arada bana talip olduklarını da kayınvalidem ifade ediyor. Annem daha önceki bütün dünürlere söylediklerini tekrarlıyor: “Bizim prensibimiz Üstada sormaktır. Müsaade ederse kabul ederiz” diyor. Annem de “Bizi ziyarete kabul eder mi Üstad?” diye Bayram Ağabeye haber gönderiyor. Üstad Hazretleri ile hanımların görüşmesi o zamana kadar hep dışarıda kır gezmesine çıktığında, arabasının önüne geçilerek gerçekleşiyordu. Arabasından inmezdi Üstad. Hele ziyaretine hanımları hiçbir zaman almazlardı. Ama ilginçtir, o gün annemleri evinde kabul ediyor Üstad Hazretleri. Dört hanım: Asiye Anne, kayınvalidem, Lütfiye Anne, annem söylenilen saatte gidiyorlar Üstad’a. İçeri girdiklerinde Üstad minderde oturmakta. Uzun uzun hizmetlerden bahsediyor hanımlara, sonra da ellerini kaldırıyor ve hemen duâ ediyor. Duâsını “Ben Ülker’i Kemal’e verdim. Hayırlı olsun!” diye bitiriyor. Hanımlar şaşırıp kalıyorlar. Hele de annem… Çünkü Üstada daha evlilik talebini iletmemiş. “Kimseye izin verdirmeyen Üstad Hazretleri, daha bahsini bile açmadan böyle duâ etti” diye annem şaşırıp kalıyor. Üstad Hazretleri anneme dönerek “Kemal, Atıf’tan geri kalmaz. Merak etme!” diyor. Hanımlar eve geldiler, zaten hepsi yaşlı, bacakları ağrıyor. Merdivenleri yavaş yavaş adeta emekleyerek çıkarken bir yandan da konuşup, gülüyorlar. Lütfiye Anne bana “Sen bizimsin” diyor. Hiçbir şeyden haberim yok. Şaşıp kaldım hallerine. Annem hemen beni bir odaya çekti, durumu anlattı. “Hatice Hanım seni oğluna istedi. Kimseye izin vermeyen Üstad, Hatice Hanımın oğluna izin verdi. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?” diye fikrimi aldı. Annem, Üstadın sevgisini öylesine bize aşılamış ki, o kabul ettikten sonra ben seve seve “Evet” derim elbette… Kayınvalidem, Kemal Beyin resmini bana gösterdi. Benim resmimi de çektirip oğluna göstermek için kayınvalideme verdik. Kabul ettim. Kayınvalidem hemen yüzük taktı bana. Kemal Bey o zaman Samsun Vezirköprü’de mühendisti. Nereden nereye…. Kayınvalidem hemen Atıf’a telgraf çekti. Atıf da ağabeyine telgraf çekerek “Emirdağ’ın tensibiyle nişanlandınız” haberini verdi… Dikkat çekmemek için “Emirdağ’ın tensibi” ifadesini kullanmış. Bütün telefon ve telgraflar şifreli olurdu. Kontrol sıkıydı çünkü… Üç ay sonra da evlendik. Böyle ilginç bir evlilik hikâyem var.
1960 İHTİLÂLİ VE ŞEMSİYE OLAYI Kemal Beyin ihtilâl zamanında mahkûmiyet cezası vardı. Hapse girmemek için nasıl olsa “Af çıkacak!” diye kaçak bir dönem yaşadı. O dönemde İstanbul’da Yenikapı’daki evde, Ekrem Ağabeylerde de bir müddet kaldı. Beklediğimiz af nihayet çıktı. Kemal Bey bize telgraf çekti. Atıf, o zaman Hatay Dörtyol’da askerliğini yapıyor, kayınvalidem de yanında. Telgrafta babama “Hatay’a giderken Bolvadin’den geçeceğim. Sonra da dönüp bizimkileri alırım. Bir isteğiniz var mı? Bolvadin’den geçerken bırakırım” diyor. Babam da “Şemsiye getir!” diyor. Artık o zamanlar şemsiye demek ki biraz fazla bulunmayan bir şey… Babamın, annemin Risâle bağlantısı herkesçe bilinmekte, telgraftaki “şemsiye” ifadesinden öyle garip anlamlar çıkarıyor ki polisler… Bu bir şifre, takip etmek gerekiyor. Bediüzzaman da kırlara çıkarken şemsiye kullanırdı. Bunlar birbirlerine bir şeyler alıp verecek diye, araba Bolvadin’den geçerken otobüs durduğunda Kemal Beyin etrafını hemen polisler sarıyor. Bütün bagajlar kontrol ediliyor. Benim mektuplarım, onun şiirleri, notları her taraf araştırılıyor. Sonra bir şey bulamayınca nereye gittiğini öğrenip serbest bırakıyorlar. Ama ardından Hatay Dörtyol’a telgraf çekiyorlar. “Ne yapacak? Araştırılsın!” diyerek. O gün de Atıf nöbetçiymiş. Ağabeyi geldiğinde “Abi durma, çabuk git!” diyor. Kemal Bey, annesi ile görüşüp hemen geri dönüyor. Bu arada babam tutuklandı, evimiz, sandığımın dibine serdiğim gazetede ne yazdığına varıncaya kadar arandı. Bana polisler sürekli: “Kocana telgraf çek. ‘Sen gelirsen, babamı bırakacaklarmış’ diye yaz” baskısı yaptılar. Çocuklarım Nuriye ve Ali ile böyle garip bir dönem yaşadık. Babam 15 gün nezarette kaldı. Sonra Kemal Bey “Kayınpederimin ne suçu var?” diye gidip teslim oldu. Babamı bıraktılar, bu sefer eşim kırk gün nezarette kaldı. Sonra Mahkemede beraat etti. Zaten biliyorsunuz bütün Nur dâvâları beraatle neticelenmiştir. Suç unsunu hiçbir şey yoktur ki, bulunamaz. Çünkü bunlar iman, Kur’ân hakikatleri… Sonra rahmetli babamı önce Afyon Şuhud’a öğretmen olarak sürgün ettiler. Sonra oradan Afyon’a memur olarak aldılar. Sonra ekmekli oldu. Annemle hacca gittiler. İstanbul’da Florya’ya yerleştiler. Sonrasında Suadiye’ye taşındılar. Erkek kardeşim de İstanbul’daydı zaten. Annem 1984’de vefat etti. 16.05.2010 E-Posta: [email protected] |