Yeni Asyadan Size |
|
Tabiat Risalesi |
Bu sezonun son hediyesi olarak vereceğimizi geçen sonbaharda duyurduğumuz, önceki hafta bu köşede tekrar hatırlattığımız ve Cuma’dan itibaren anonslarına başladığımız Tabiat Risalesi için de geri sayım başladı. Bilindiği gibi, bu eser, inkârcılığın en önemli dayanaklarından biri olan tabiatperestlik fikrini, kökünden yerle bir ediyor. “Madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcut sanatlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor” deyip, bu “vücuda geliş”in izahı için aklen dört yolun bulunduğuna işaret ediyor: * Ya sebepler icad ediyor, * Ya kendi kendine oluyor, * Ya tabiatın tesiriyle vücuda geliyor. * Ya da bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle vücuda geliyor. Üstad bu ihtimalleri sıraladıktan sonra şöyle devam ediyor: “Madem aklen bu dört yoldan başka yol yok. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-i kabil (imkânsız, geçersiz) oldukları kat’î ispat edilse, bizzarure ve bilbedahe (mecburen ve açık bir şekilde), dördüncü yol olan tarîk-ı vahdaniyet (bir, tek ve benzersiz olan Allah’a götüren yol) şeksiz, şüphesiz sabit olur.” Ve eserin devamında, evvelki üç yol, inkârcılarda itiraza mecal bırakmayan aklî ve mantıkî delil ve izahlarla çürütülüp, dördüncü şık olan “Bir olan Allah yarattı” esası ispat ediliyor. Öyle ki, bu izah ve ispatlardan sonra, inkârcı tabiatperest teslim olup şöyle diyor: “Şimdiye kadar yanlış gittiğimiz yol hem yüz derece muhal (imkânsız), hem gayet zararlı ve nihayet derecede çirkin bir meslek olduğunu itiraf ediyorum. Sâbık (geçmiş) tahkikatınızdan, zerre miktar şuuru bulunan anlayacak ki, tabiata icat vermek mümtenidir, muhaldir (imkânsızdır). Ve herşeyi doğrudan doğruya Vacibü’l-Vücuda (Varlığı kesin ve reddedilemez olan Allah’a) vermek vacipdir, zarurîdir. ‘Elhamdülillahi ale’l-iman’ (İman nimeti için Allah’a hamd olsun) deyip iman ediyorum.” Eserin devamında, iman eden eski tabiatperestin, zihnini meşgul eden “Önemsiz şeylerde sebeplerin icada müdahaleleri Allah’ın rububiyet saltanatına ne zarar verir, bundan dolayı saltanatına bir noksanlık gelir mi?” şeklindeki iki şıklı sualine yine ikna edici bir cevap veriyor. Son kısmında ise üç sual cevaplandırılıyor: 1. “Çok tembellerden ve târikü’s-salâtlardan (namazı terk edenlerden) işitiyoruz. Diyorlar ki: ‘Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecr edip (sakındırıp) Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor?” 2. “Her mevcut, her cihette, her işinde ve herşeyinde (...) meşiet-i İlâhiyeye (Cenab-ı Hakkın iradesine) ve kudret-i Rabbaniyeye tâbi olması çok azîm (büyük) bir hakikattir, (...) dar zihinlerimize sığışmıyor. Halbuki gördüğümüz bu nihayet derecede mebzuliyet (bolluk), hilkat ve icad-ı eşyadaki (varlıkların vücuda getirilip yaratılışındaki) hadsiz sühulet (kolaylık), (...) o hakikat-ı azîmeyi (büyük hakikati), en makbul ve en mâkul bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?” 3. “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icatedilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.” Bu üç sualin de geniş izahlarla cevaplandırıldığı eser, netice olarak, “tabiatı bırakıp hakikate geçen zat”ın şu sözleriyle sona eriyor: “Cenab-ı Hakka zerrat (zerreler) adedince şükür ve hamd ve sena ediyorum ki, kemal-i imanı (kâmil imanı) kazandım; evham ve dalâletlerden kurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı. Elhamdülillâhi alâ dini’l-İslâm ve kemali’l-iman. (İslâm dini ve kâmil imandan dolayı Allah’a hamd olsun.)” İşte Tabiat Risalesi bu kuvvete sahip bir eser. Dikkatle ve anlayarak okuyan inkârcı, materyalist ve tabiatperestleri imana getiriyor; ehl-i imanın da imanını güçlendiriyor. Onun için bu esere, inansın veya inanmasın, herkesin ihtiyacı var. 10.05.2010 E-Posta: [email protected] |