Görüş |
Bergüzar (Belgüzar) Anne
Beni ve dört ağabeyimi 9 ayı aşkın karnında taşıyıp, kim bilir ne zahmetle dünyaya getiren ve bugünlere gelmemizin sebeplerinden biri olan bir Bergüzar’dı o. Gerçekten de ailemize bir bergüzardı (armağan, hediye). Anladığınız gibi annemden bahsediyorum. 1329 (1913–14) yılında Kandıra’da dünyaya gelmiş. Babası, yani dedem, annem daha çocuk yaşta iken askere gitmiş. “Yemen ellerine gitti” derdi. Oradan da bir daha dönmemiş. Yetim kalan annem İzmit’e halasının yanına gelmiş. 1937 yılında babamla evlenmişler. Babam da, PTT’de telefon hat bakıcılığı yapıyordu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında çok yoksulluk çekmişler. Annem, bir ev kadını olarak 5 çocuğun bakımını üstlenmiş. Babam da normal işinden arta kalan zamanlarında ilâve işler yapıp evini geçindirmeye çalışırmış. Babamla evliliklerinden 5 erkek çocuk olmuş. En son da ben, bu dünya misafirliği görevine başlamışım. Annem, okuma yazması olmayan bir kadındı. Ama hayret ettiğim bir şey vardır. O da sahib-i tertip olması. Yani, üzerine namaz farziyeti başlamasından itibaren hiç vakit namazlarını kaçırmamış. Her anne gibi şefkat örneği bir anne idi bizler için. Geçtiğimiz “Anneler Günü” münasebetiyle siz okuyucularımdan Bergüzar annem ve bütün vefat etmiş annelerimiz için birer Fatiha istemek amacıyla bu yazıyı ve şiirimi takdim ediyorum. Anneler için ne yapılsa azdır bildiğiniz gibi. “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” hadisi bağlamında bütün annelerin Anneler Günü kutlu olsun.
Bergüzar Anne Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim. O, saf, temiz, çalışkan kendi halindeydi Okuryazar değildi, ama sahib-i tertipti. Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim
Tam beş çocuk, beş erkek çocuk büyütmüştü, Ami olmasına rağmen bu dünya hanında. Her birine Kur’ân’ı öğrettirmişti kurslarda Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim.
Nedendir bu hoyratlığım, nedendir bilemem? O zaman yoktu sanki bu türden kelimeler. Hâlâ yanarım; hüzünlenirim kendi kendime, Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim
Dünyada bir veli gibi yaşadı gitti, Hayatı bir Eylül günü sona erdi, bitti, Mezarı bile dediği gibi yitti (!) gitti. Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim.
Son günlerinde kimseye yük olmadı, Üç doktor, hastalığına farklı teşhis koydu. Sonunda vefatı, kalp büyümesinden oldu. Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim, o gül yüzlüye.
Bergüzardı adı biricik annenim. Ailemize bir bergüzardı bunu bilin. Hayatta bir kere bile ‘Anneciğim’ diyemedim. Yaşadığı sürede kıymetini bilemedim
M. FAHRİ UTKAN [email protected] |
10.05.2010 |
EVLÂT GARİİ NERDESİN?
Hani sürekli çocuklarının ne yaptığını ve nerede olduklarını merak eden anne tipleri olur ya, işte Taha ile benim annelerimiz böyle. İkide bir “Yavrum neredesin, ne yapıyon, kiminlensin garii?….” gibi sözcükleri koro şeklinde söylüyorlar. Yani iki dakika rahat yok, komutana tekmil verir gibi, her saat başı arzu halimizi noktası, virgülünü atlamadan anlatıyoruz. Geçen gün tam sınava konsantre olmuşum, telefonun ‘zııır’ sesiyle birden irkildim. Baktım annem, hemen açtım yoksa açmasaydım var ya! Beni sonra ahiretlik sorularıyla terletecekti. ‘’Hee anne ne diyorsun?” dedim, “Ne diyecem hal hatırını, bide ne yaptığını soracam” dedi. Ben tabi hemen telefonu sol elime alıp saygı duruşuna geçtim. “Ya anne hani iki dakika önce aradın, eee ben sınava girecem dediydim, daha bir nefes almadan gene aradın. Ne yapayım, bıraktığın yerde öylece saftirik duruyorum” dedim. “Eyi eyi” deyip kapadı telefonu. Sonra tabi, bende konsantre namına toz bile kalmadı. Bizim Taha da bana geçen gün film izlemeye gittiğini söyledi. Annesinin film salonunda aramalarına artık dayanamamış. İki de bir “Ne zaman gidicen eve bizim oğlan? Gariii” diye veryansın etmiş. Taha, tabi benden daha bir düzenli askerî içtimalara iştirak ediyor. Ben artık İstanbul’da fosilleşmem hasebiyle bana karşı ilgi biraz azalmış, ama Taha’nınki; oooff anlatamam. Yakında her ikimiz; cep telefonları tarifesinin pahalı olması için İnsan Hakları Mahkemesine başvuracağız. Bi de bunun arkadaşlar arasında uyandırdığı lâf cambazlığı da var. Bizi görenler süt felan diyorlar… FUTBOL NE ZAMAN DOĞDU? İnsanoğlunun yerde yuvarlak bir şey görünce ceketi çıkarıp, paçayı kıvırıp, o güzelim kundura ayakkabılarıyla mahalle maçı yapmayı arzu etmesi çok eskilere dayanıyor. Siz deyin taş devrine, ben diyeyim demir devrine kadar uzanıyor. Bu meret futbol işini ilk bulan Mısırlılardır. Piramitlerin duvarlarında bulunan, ayaklarıyla top oynayan insan resimleri futbolun başlangıç tarihinin ilk belgeleridir. Bu belgelere göre topu alıp, birkaç kişiyi çalımlayanlar Mısırlılar olmuştur. Topu o kadar sevmişler ki anlatamam, ama yedi buçuk santimetrelik keten ve deri topları her şeyi anlatıyor. Bu buluş üzerine Çinliler hemen harekete geçip, iki sopa arası kale yapıp, topu tekmelemeye başlamışlar. Bir iki orta yapmışlar nafile, gol olmamış. Bu sayede depresyona girmekten azad olmuşlar. Bizim Türkler bu şeylere meraklı olduklarında ve güya biraz çağdaşlaşalım diye hemen futbola el atmışlar. Bir türlü formlarını tutamayan bizimkiler ertesi yıl alt kümeye düşmüşler. Bu şekilde bütün ülkeler bir şekilde oynamaya başlamışlar, ama bugünkü oynayış şeklini 17. yüzyılda İngiltere’de almıştır. Osmanlının belli başlı liman şehirlerine yerleşen İngilizler bize futbolu öğretmişler. İlk maçlar İstanbul, Selanik, İzmir’de oynanmış. İlk futbol karşılaşması Osmanlı topraklarında olan Selanik’te 1875’te gerçekleşmiştir. Bu güzelim futbola daha sonra toto, loto karışmış ve sporu mahvetmiştir.
MOLOZ HATTI Büyük haber merkezimizin hazırladığı baba haber bültenimize hepiniz hoş geldiniz. Midenize kramplar girmeden önce özetler: Şok, şok, şok! Deniz Baykal “alo moloz hattını” aradı ve darbe anayasası molozunun kaldırılmasını istedi. Evet şimdi haberler: Amazon haberin bildirdiğine göre; Deniz Baykal bu gece rüyasında melanet ablayı görmesi hasebiyle 365 derece ters açı çizerek, darbe anayasasının caiz olmadığını beyan etti. Bu sevindirici haber yurtta ve çeşitli temsilciliklerde coşkuyla karşılandı. Ama CHP saflarında bu açıklama Deniz Beye yapılan bir tür büyü olarak yorumlandı. Hatta Kılıçdaroğlu, aşırı hazımsızlık dolayısıyla 100 defa yeni anayasa demeye mecbur oldu. Deniz Baykal’ın imdadına yetişen Topbaş, moloz ekibini meclise gönderdi. Çok sert kayaları içinde barındıran molozları kaldırmak pek de kolay olmayacak anlaşılan. Moloz ekibi başkanı; “12 Eylül darbecilerinin artık yargılanabilmesi muazzam bir hayırdır. Bu kokuşmuş molozun ortada kalmaması için halk olarak çok çalışmamız gerek” dedi.
ÇETİN KASKA [email protected] |
10.05.2010 |
Peki ya duymadıklarımız?
1982 Anayasayısı, geçici madde 15.– “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk “iddiası ileri sürülemez” ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.” Bu maddeyi iyi okumanız gerektiğine inanıyorum. Çünkü ‘anayasa paketi’nin oylanması sonucu 337 oyla bu madde tarih oldu. Bir aksilik çıkmazsa bundan sonra cumhuriyetle yönetilen ülkemizin askerî devlet başkanları, yani darbeciler yargılanacak. “Bu saatten sonra yargılansalar ne olacak?” diye soranlara Sakıp Sabancı’nın kişisel web sitesinde yer alan “Yapamadıklarım” başlığı altındaki Sabancı Üniversitesi Kampüsü başlıklı kısmı okusun. İnterneti olmayan, bilgisayardan anlamayanlar veya “daha ne var ki?” diyenler için malzeme çok olduğundan bir başka örnek de sizinle paylaşmak istiyorum. “İtirafçı”mız gençlik yıllarında MHP sempatizanlığının yanı sıra, bir dönem ANAP’ta siyaset yapmış olan ve SHP’de siyasî hayatını noktalamış, çıtçıtlı seçim afişleri olan sosyal demokrat ve Yalova eski Belediye Başkanı Cengiz Koçal. Konu ise M. Kemal’in ölümü ardından TİGEM’e miras bıraktığı –-bu arazileri ne zaman aldığını öğrenemediğim ve sizlerle paylaşamadığım için özür dilerim— araziler üzerine “ağaç müzesi” yapma girişiminin “M. Kemal’in mirasına saygısızlık”tan engellenmesi. M. Kemal’in mirasına hakaret diye ağaç müzesinin engellenmesi mantıklı gözükmese de dönemin askerî devlet başkanı –-Cumhuriyet ile yönetilen ülkede nasıl olduğunu idrak etmekte zorlandığım— tarafından mantıklı gözüküp Atatürkçülük adına “hop” denmiş ve tabiî sivil siyasiler de Belediye Başkanımıza, “Bizden yardım isteme!” diyebilecek kadar aciz duruma düşmüşlerdir. Her neyse olayın kısaca özetini başkanın ağzından dinleyelim: “…Bu arazinin devri sözleri ortada dolaşırken, Bakanlığa, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanına şikâyet dilekçeleri ulaştı. Şikâyetlerin özeti şu idi: Bu arazi M. Kemal’in mirası oluğu için buralara toplu konut yapmak, Atatürk’e saygısızlık olurmuş. Bu işlem derhal durdurulmalıymış… Bakana çıkarak fiyatta anlaşma sağlayamadığımızı, bu konuda yardımcı olmalarını rica ettiğimde, bana söylediği şu oldu: ‘Bak Başkan bu konu beni aştı artık. Başbakana, Cumhurbaşkanına şikâyetler yapılmış, Cumhurbaşkanı (Kenan Evren) Devlet Denetleme Kurulunu devreye sokarak müfettişler kanalı ile bu işi takip altına almış. Benim yapacağım bir şey yok artık’ dedi ve o zamana kadar gerçekten yardımcı olan Bakan da devre dışı kalmış oldu…” Evet yardımcı olan bakan devre dışı kalıyor. Hangi sebeple? Darbe yaparak ‘devlet başkanı’ olan şahsın olaya el atması sebebiyle. Şimdi bu olay bizim duyabildiğimiz küçük bir “siyasetçinin geri adım atması” hadisesi. Peki ya duymadıklarımız? Başka hangi meselelerde siyasiler geri adım attı? Bu ülkenin geleceğine taş koyanlar şimdi yargılanmayacak da ne zaman yargılanacak? Ki bu zatlar “ne olur ne olmaz” diye kendilerini anayasa ile koruma altına almamışlar mıydı? NOT: Bu arada aynı arazinin bir kısmına Yalova Üniversitesi kurulması noktasında girişimler olduğunda da “asker devlet başkanı” ile aynı görüşte olan bazıları “100 ineğin yetiştirilmesi bu üniversitede okuyacak gençlerin yetişmesinden daha önemlidir” görüşünü dile getirmiş ve itiraz etmişler. Sonuç mu? Beklediğiniz gibi oldu ve “inek yetiştirmeye devam” dendi. İşin en komik yanı ise bu işe karşı çıkanlardan biri de Yalova insanının seçtiği, eğitim fakültesi mezunu bir vekil.
YAVUZ TOPALCI |
10.05.2010 |