İslam YAŞAR |
|
Demokratik açılımda demokrasi konuşulmadı |
Açılım hareketinde bir adım daha atıldı. Güzel bir bahar gününde, İstanbul’un müstesna mekânlarından Dolmabahçe Sarayı’nın müştemilatının tarihî salonunda bir araya gelen Başbakan, bazı bakanlar ve edebiyatın tanınmış isimleri ile birlikte atıldı bu adım. Lâkin, tarihî bir adım olmaktan çok uzaktı. Yolumuz, dalları tomurcuklanmaya başlamış asırlık çınar ağaçlarının arasından geçiyordu. Yolun bir tarafındaki alev renkli erguvan ağaçlarında yer yer küçük ve yeşil yapraklar açmaya başlamıştı. Diğer tarafı ise cins cins, çeşit çeşit rengârek çiçeklerle, lâlelerle bezeliydi. Hassaten şekli ve rengiyle yanmakta olan koru andıran kırmızı lâlelerin üzerindeki duru şebnem damlaları ilk bakışta dikkat çekiyordu. Sabahın erken saatlerinde bu yoldan geçen mütehassis bir insanın, her şeyiyle kendini yenileyen tabiatta tecelli eden farklılıkların insicamını ve zıtlıkların âhengini görüp de hayran kalmaması mümkün değildi. Kendisi de edebiyatçı bir akademisyen olan Hüseyin Çelik Beyin organize ettiği bu üçüncü ‘Demokratik Açılım’ toplantısının edebiyatçılarla, yazarlarla, şairlerle yapılacağını bildiğim için mevcudatta tecelli eden bu farklılıkların insicamının ve zıtlıkların âhenginin salona da aksettiğini görme dileğiyle girdim içeri. Salondaki insan manzaraları, dışarıdaki bahar manzarasından pek farklı değildi. Ekseriyeti siyah ve lacivert takım elbise giymiş kadınlı erkekli, genç yaşlı yazarlar öbek öbek toplanmış, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Başbakan kürsüye dâvet edilince onlar da yerlerini aldılar ve toplantı başladı. Sayın Erdoğan edebiyat tarihinden sayfalar açarak başladı söze. Eski asırlardan yaşayanlara kadar farklı fikir, ırk, din ve dünya görüşüne mensup pek çok şair ve yazarın ismini saydı, meziyetlerini sıraladı şiirlerinden mısralar, nesirlerinden cümleler söyledi. Bu arada bazı âlimlerle, âriflerle birlikte ‘Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, seversiniz sevmezsiniz’ notu koymadan ve ‘Bitlisli’ takısını takmadan Said-i Nursî’nin de adını andı. Said Nursî başta olmak üzere adını söylediği şahsiyetlerin ekseriyetinin, toplantının sebeb-i vücudu olan Demokratik Açılıma zemin teşkil edecek pek çok eserleri, sözleri, fikirleri ve hareketleri olduğu hâlde Başbakan, onları nazara vermek yerine uğradıkları mağduriyetleri anlatmayı tercih etti. Ardından kendisine yapılan bazı haksız tenkitleri ve uğradığı kötü muameleleri dile getirdi. Daha sonra da açılım teşebbüsü sebebiyle yapılan siyaset, hukuk ve medya muhalefetten dert yandı. Konuşması güzel, söyledikleri doğru, şikâyette haklıydı. Fakat ‘Demokratik Açılım’ hareketini başlatırken—bazı yazarların dediği gibi—aceleye getirmemesi, yıkıcı muhalefet, derin devlet, yanlı hukuk, menfaatçi medya gerçeklerini de hesaba katması gerekirdi. Bunun yanı sıra, hem resmî ideolojinin müfrit ve muannit taşıyıcısı olan bu kuvvetlerden şikâyet etmesi, hem de açılımı ‘muasır medeniyetler seviyesine çıkmak’ gibi resmî ideolojinin iddiaları ile savunması çelişki, merhum Özal’ı anarken demokrasi şehitleri Menderes’i ve arkadaşlarını anmaması eksiklikti. Kahvaltı sırasında yazarlar konuşmaya başlayınca, tabiattaki bahar âhenginin insanların ahvaline pek aksetmediği anlaşıldı. Başbakanın, Demokratik Açılımın lüzumunu anlatırken demokrasiye vurgu yapmamasından ve sadece mağduriyetleri nazara vermesinden olacak ki, yazarlar söz aldıkça hep mensup oldukları etnik unsurların ve şahıslarının uğradıkları mağduriyetleri, haksızlıkları, zulümleri anlattılar. Toplantıya katılan Kürt, Ermeni, Yahudi kökenli yazarlar konuşmalarında münhasıran bu taraflarını nazara vererek Başbakanı ağlama duvarı gibi görmeye kalkınca zaman zaman bazı karşı çıkışlar ve tartışmalar da yaşandı. Bir ara konuşmalar o kadar şahsîleşti, etnik mağduriyet yakınmasına büründü ve toplanma maksadından uzaklaştı ki, Demokratik Açılımı hakikî mânâsıyla konuşacak bir zemin kalmadı. Bazı yazarların farklı sahalarda yapılabilecek açılım teklifleri de arada kayboldu. Onun için de zaten, ‘Demokratik Açılım’ toplantısında hiç demokrasi konuşulmadı. Yıllardır cumhuriyet adına yapılan yanlış ve keyfi uygulamalardan pek söz edilmedi. Mesele ile doğrudan ilgili olan ve haftalardır ülke gündemini işgal eden anayasa değişikliği teşebbüsüne de temas edilmedi. Başbakan Erdoğan’ın, toplantının sonunda yapılan tenkitlere ve sorulan sorulara en ince ayrıntısına varıncaya kadar cevap verdiği halde, isim değiştirme meselesini dile getiren bir konuşmacının, adı Kepir olarak değiştirilen Nurs Köyüne eski adının tekrar verilmesi hususundaki sorusuna cevap vermemesi, başörtüsü yasağını acziyet ifadeleri ile geçiştirmesi dikkat çekiciydi. Sayın Erdoğan da, bazı konuşmacılar da sık sık ‘duru ve temiz bir su’ arayışından söz ettiler, ama ne öyle bir kaynak gösterdiler, ne de suyu bulandıran mihrakları teşhis ettiler. Herkes kendi suyunda kulaç atmaya kalkınca toplantının muhtevası iyice sığlaştı. Meselenin bu kadar sathîleşmesinde ve konuşmaların asıl mevzudan uzak kalmasında, açılım mimarlarının hedeflerini ve kuvvet kaynaklarını net bir şekilde ortaya koyamamalarının tesiri vardı elbette. Ama biz yazarlar da ekseriyet itibariyle meseleyi demokratik zemine çekip derinleştirecek kadar hazırlıklı değildik. Onun için Demokratik Açılım adına atılan diğer adımlar gibi bu adım da zihinlerde tarihe geçecek pek bir iz bırakmadı. Demokratik Açılım toplantıları bundan sonra da devam edecek. Yapılacak toplantıların, yapılanlardan daha verimli ve semereli geçmesi için hükümetin nihaî hedefini netleştirip yol haritasını tayin etmesi gerekiyor. Bu hususta kendileri ile istişare edilen fikir, milliyet, meslek ve grup mensupları da meseleye sadece kendi açılarından bakmazlar, muarızlarının haklarını da kendilerininki kadar savunma fazileti izhar ederlerse güzel neticeler hasıl olur. Devleti temsil eden hükümeti ve milleti meydana getiren farklı unsurları bir araya getiren Demokratik Açılım toplantıları, usulüne uygun yapıldığı takdirde, bu zamana kadar birbirine uzak duran, hatta birbirini hırpalayan devleti ve milleti kaynaştıracak güzel bir zemin olacaktır.
19.04.2010 E-Posta: [email protected] |