Sami CEBECİ |
|
Rakip değil, refik olmak |
Altı asırdan fazla ömür süren Osmanlı Devleti, geride muhteşem bir medeniyet ve kültür bıraktı. İslâm ve iman temellerine dayanan bu değerlere bu gün bile hâlâ yetişebilmiş değiliz. Esnaf ve sanatkârları toparlayıp eğiten Ahi Teşkilâtı, Batı toplumlarında hiç emsâli bulunmayan bir ahlâk ve anlayışı ihya etmekle, Osmanlı Medeniyetinin ne kadar yüksek değerlere ve sağlam temellere dayandığının en açık belgesidir. Sabah namazından sonra dükkânını açan bir esnaf, siftah yaptığı zaman, yeni bir müşteri geldiğinde “Ben siftahımı yaptım. Yan veya karşı komşular henüz siftah yapmadılar. Onlardan alsan daha iyi olur” diyecek kadar diğergam ve yüksek ahlâk sahibiydi. Bugünün şartlarında hüküm süren rekabet piyasası, rakip kabul ettiği diğer şirketleri piyasadan silmek için her türlü hile ve entrikayı yapmakta hiçbir mahzur görmemektedir. “Büyük balık küçük balığı yutar, güçlü olan zayıfı ezer” mantığıyla güçlü alış veriş merkezleri, daha şimdiden on binlerce insanın ev geçindirdiği bakkallık mesleğini neredeyse piyasadan sildi. Çeşitli isimlerdeki şirketlerin ve holdinglerin birbirlerini yok etmek için yaptıkları kıran kırana süren ticarî savaşlar, magazin basınına sermaye olmaya devam ediyor. Âhirete müteallik uhrevî hizmetlerle meşgûl dînî cemaatlerin arasında rekabet asla olmamalıdır. Zira, i’lâ-yı kelimetullah olan Allah’ın adını yüceltmek ve İslâm dinine hizmet etmek onların ortak maksat ve hedefleridir. Dînî cemaatler birbirine rakip değil, refiktirler. Kulvarı ve hizmet metodu farklı olsa da, aynı otobandan giden yol arkadaşıdırlar. Birbirlerinin hizmetlerine taraftar ve duâcı olmak onların boyunlarına borçtur. Herkes inandığı ve beğendiği tarzdaki hizmetine devam etmeli, fakat başkalarını kötüleyerek kendisine kıymet verdirmek gafletine düşmemelidir. En fazla ”Herkesin gittiği yol güzelse, bizimki daha güzeldir” deme hakkından öteye gitmemelidir. Meslek ve meşrebi aynı olan fertler arasındaki durum da böyledir. Kimse kimsenin rakibi değil, refikidir. Bediüzzaman Hazretleri, şahs-ı mânevîmizi bir fabrikanın çarklarına veya bir vücudun âzâlarına benzetmektedir. Çarklar ve âzâlar birbirine engel olmaz. Bilâkis, birbirlerine umumî maksada hizmet için yardım ederler. Rekabet ve kıskançlığın temelinde yatan sebepleri Üstad şöyle açıklıyor: “Umur-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz. Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi: Bir tek şeye çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeği çok mideler istemesinden, müzaheme, münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler.” (Lem’alar s. 384) Bahsi geçen duruma binaen rekabet içine giren ehl-i dünya gibi, âhiret hizmetini yapanların da rekabete girişmeleri ihlâsın kırılmasını ve bozulmasını netice verir. Bu ise, tam bir acınacak haldir. Çünkü bu hal, amel-i salihin iptaline sebep olur. Makbul olmaz. Halbuki, aynı dâvâya hizmet edenler birbirinin rakibi değil, refikidirler. Alternatifi değil, mütemmimidirler. Birbirlerinin hizmetlerini tamamlayıp, tekmil ederler. Hem, rekabete sebep olacak makam da yok. Tek bir makam vardır. O da, ihlâs dairesinde iman hakikatlerine hizmetkârlık. Bu dâvânın başı da hizmetkârlık, sonu da hizmetkârlıktır. Hizmetkâr olmak ve hizmetkâr olarak ölmek en büyük makamdır. Onun için Üstad “Hizmetkârlığı makamâta tercih ediyoruz” demektedir. Birbiriyle rekabet değil, refik olarak şâkirâne iftihar edenler, mukaddes iman hizmetini yüceltirler. Aksini yapanlar ise, tesanüdü bozmakla hizmete ayak bağı olup zarar verirler. Fikir birliği içinde sağlanan kuvvetli bir ittihat, hizmetin geleceğine sahip çıkmaktır. Geçtiğimiz hafta, Derince, Gebze ve İzmit’te bulunduğumuz üç günde, bu ve bunlara benzer hakikatleri paylaşmak nasip oldu. Cenâb-ı Hak bu hakikatleri yaşamayı da hepimize nasip etsin, İnşallah.. 28.04.2010 E-Posta: [email protected] |