Ali FERŞADOĞLU |
|
Fenler ve Peygamberimizin (asm) verdiği haberler |
Fenler; davranış, olay ve zaman ve çevrenin etkisiyle oluşur… “Çok ilim ve fenler vardır ki, âdetlerin telkiniyle, vukuâtın talimiyle ve zamanla, muhitin yardımıyla husûle gelirler.” Birçok ilim ve fen, âdetlerin telkini, hâdiselerin dersi, coğrâfî şartların etkisiyle meydana gelir. Geometrinin Mısır’da geliştiğini biliyoruz. Bunun sebebi, Nil Nehri’nin taşması ve bu taşkınlığı önleme endişesi, insanları çeşitli bentler yapmaya yöneltmiş, o da geometrik şekilleri doğurmuştur. Denizcilik ilmi ve balıkçılık mesleği veya onlarla ilgili bilgiler, herhâlde sahillerde, nehir kenarlarında gelişir... Japonya’nın depreme dayanıklı evler, sahil bentleri ve köprüleri yapımında oldukça mahir olduğunu biliyoruz. Bu, depremlerin ve deniz sularının o adacıkları sarsması ve saldırmasındandır. Ziraat her hâlde tarıma elverişli, iklimi müsait topraklarda olgunlaşır. Kutuplar ve soğuk bölgelerin insanları, ağır hayat şartlarına daha dayanıklı olup, ona göre elbise örnekleri sergilemiyorlar mı? İlâ ahir... Demir rezervlerinin en çok bulunduğu kıt'a, Avrupa’dır. Sanayi, demir madeni üzerine oturmuştur. O kıt'anın ilerlemesinin sırlarından birisi de bu değil midir? Peygamberimizin (asm) yetiştiği muhit, iklim ve coğrafya, o zamanın şartları nazara alınarak incelendiğinde, zekâsı, aklı ve tecrübesi ile bu kadar ince hakikatleri, fenlerin özünü, ilimlerin hakikatini bulması, bilmesi, ortaya koymasının imkânsız olduğu görülür. Zira Arabistan, hem zaman itibarıyla cehlistandır, hem sıcak, hem çöldür; hem de Mekke taşlıktır. Kur’ân ve Sünnet’in ortaya koyduğu fenne dair hakikatlerin özlerinde ne âdetler, ne olaylar, ne zaman, ne de çevrenin etkisi vardır. Öyle ise, âdetleri, çevreyi, zamanı ve olayları kudret elinde tutan Allah’tan vahiy alıyor, öyle ise o bir peygamberdir... Şu hâlde, astronomi, jeoloji, botanik, zooloji gibi fennî; sosyoloji, pedagoji, psikoloji, eğitim, hukuk ve idarecilik gibi sosyal ilimlere bakan âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, günümüz insanına gösterilmiş birer mu'cizedir. Öyle ise o, bütün fenleri, ilimleri, iklimleri kudretinde tutan Kadir-i Mutlak’ın elçisidir. Meselâ, “Beşerin nazarı, istikbale nüfuz edemez, hususi keyfiyat ve ahvali göremez.” Sosyolojik olarak bir kısım olayları tesbit etmek mümkünse de, özel meseleleri beşer aklı, zekâsı çözemez. Peygamberimiz (asm) gerek şahıslara, gerek bölgelere, gerekse ilmî meselelere dair özel meselelerden haber vermiştir: Sahabileri, akrabaları hakkındaki tesbitleri, İstanbul’un fethi veya kıyametin alâmetleri gibi... İnsanın sosyal ilimlerde, özellikle teknik, özel ve istikbale dair meselelerde fikir yürütmesi, tesbitler yapması söz konusu değildir. Yani şahısların üç-beş ay, 20-30 yıl sonra başlarına gelecek hadiseleri, millet ve devletlerin asırlar sonraki durumlarını haber vermesi ve o olayların da birer birer vuku bulması, beşeriyet sıfatlarıyla izah edilemez. Meselâ o sadık haberci (asm), Bedir Gazası’ndan önce, savaşın yapılacağı yerde “Burası, Ebûcehil’in öldürüleceği yerdir; burası, Utbe’nin öldürüleceği yerdir; burası, Ümeyye’nin öldürüleceği yerdir; burası, falanın ve filanın öldürüleceği yerdir...”1 diye ferman etmiş. O kâfirlerin cesetleri, aynen işaret ettiği yerlerde bulunmuş. Hulefa-i Râşidîn’den son üçünün şahadetlerini haber verdiği gibi, kızı Hz. Fatıma’nın (r.anha) vefatını “Al-i Beyt’imden herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin”2 diye bildirmiş. Altı ay sonra, verdiği haber aynen vuku bulmuş. Ebu Zer’-i Giffari Hazretleri için de, “Sen buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve yalnız öleceksin!”3 buyurmuş. Bu haber 20 sene sonra aynen gerçekleşmiş... Bir başka hadis-i şerifte ferman etmiş: “İstanbul fethedilecektir; onu fetheden kumandan ne iyi kumandan, onu fetheden ordu ne iyi ordudur.”4 Sekiz yüz küsur sene evvel, Fatih gibi dirayetli bir kumandan ve ordusunu görmüş, bildirmiş. Bildirdiği gibi de çıkmış... Buna benzer ilmî, sosyal, fennî, tarihî on binlerce olaydan keşiften haber vermiş. Bu, mazi, müstakbel, hâl, ezelden ebede bütün zamanları yaratan ve Allamu’l-Guyûb olan Cenâb-ı Hakk’ın, Resûlüne haber vermesi değil midir? Demek o (asm), Zat-ı Zülcelâl’in resulüdür ve O’ndan haber alıyor... Çünkü beşerin nazarı istikbale nüfuz edemez, hususi durumları ve ahvâli göremez.
Dipnotlar:
1- Taftazanî, Şerhü’l-Akaâid, s. 169; Muhittin Bahçeci, Âyet ve Hadislerle Peygamberlik ve Peygamberler, s. 63-64. 2- Sahih-i Müslim, 4:2203. 3- Sahih-i Buhâri, 4:248. 4- Şifa, 1:343. 28.04.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |