Cevher İLHAN |
|
“Yargı reformu” (1) |
“Uzlaşma(ma)” polemikleri ortasındaki Anayasal değişikliklerin omurgasını “yargı reformu” oluşturuyor. Özellikle Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısına dair kopyalanan uygulamalar, şüphesiz “yargı reformu”nda önemli bir aşama. Bu meyanda eksik de kalsa YAŞ kararlarının yargı denetimine tabi tutulması, askere sivil yargı yolu açılması; memurların idarî cezalarına yargı yolunun açılması, partilerin kapatılmasının “önüne barajlar” konulup zorlaştırılması kayda değer değişikliklerden… Ne var ki siyasî atışmalarla “yargı reformu” salt iki kurumun yapısına indirgenmekte, yargının işlevi ve adalet hizmetlerinin verimliliği tartışılamamakta. Demokratikleşme sürecinin temelini teşkil eden ve hukuk devleti ilkesiyle evrensel hukuk değerlerini esas alan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemli unsurları, “paket”te yok. Bundandır ki sözkonusu âcil değişikliklerle “yargı reformu” yeterince sağlanamamakta. AB’nin 2005’ten bu yana her “ilerleme raporunda” ilettiğinin aksine Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’nın başında bırakılması, bunlardan biri. Meselâ, hiçbir AB ülkesinde olmayan “dokunulmazlıklar”a hiç dokunulmaması, siyaseti demokratikleştirecek yüzde 10 seçim barajının indirilmemesi, siyasî hayhuy gürültüsüne gelmekte. Bunun içindir ki AYM Başkanı Kılıç’ın ifâdesiyle, “yargıcın, siyasî görüşlerini, ideolojisini kararlarına yansıtması, ciddî bağımlılık sorunu” olduğu kadar, “yargının bağımsızlık ve tarafsızlık sorunu” da çözülmesi geren ciddî sorunların başında geliyor. Ve yine bunun içindir ki Kılıç’ın uyarısıyla “yargı sistemi”nde yapılacak değişikliklerin tepkisel düşüncelere dayanmaması ve niteliği farklılaşmış yeni bir tarafsızlık ve bağımsızlık sorunu doğurmaması” uyarısı, önemli tespitlerden…
AB HUKUKU YOK… Problem, yalnız bütün demokratik devletlerde olduğu gibi anayasada yer alan “kuvvetler ayrılığı” çerçevesinde yürütmenin iş ve işlemlerinin hukukîliğini ve kanunîliğini denetleyen, hakimler ve savcıları atayan Kurul’un başında yürütmenin üyesi Adalet Bakanı ve müsteşarının olmasıyla kalmıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ile AB hukuku ekseninde, temel özgürlükler ve kültürel haklardan tam ve eşit olarak yararlanmayı güvence altına alan yeterli mevzuat da bulunmuyor. Defalarca “AB’ye uyum” adına değiştirilmesine rağmen, hâlâ inanç özgürlüğünü engelleyen ayrıklar duruyor. “Türkiye’nin AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin ulusal program”da taahhüd ettiği, “vatandaşların, herhangi bir ayırım yapılmaksızın, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî görüş, felsefî inanç ve dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden eşit olarak yararlanmasını temin edecek iyileştirmeler yapılmamış. Bu çerçevede, AİHS’nin 9. maddesinin öngördüğü, “Herkes, düşünce, din ve vicdan hürriyetine sahiptir; bu hak, açık veya özel biçimde ibâdet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü de ihtiva eder” esasına göre teminat altına alınmış değil. 28 Şubat postmodern darbe sürecinden kalma Kur’ân kurslarındaki “yaş yasağı” bunun en bâriz örneği… Keza AİHS’nin 10. maddesinde belirtilen, “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir; bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahâlesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içine alır” ibâresiyle deklâre edilen düşünceyi açıklama-yayma ve ifâde özgürlüğü de AB müktesebatı ve uygulamaları ışığında geliştirilmemiş. 312. madde değişliğe rağmen, hâlâ düşünceyi ifâde “suç” sayılıyor. İnancı gereği depreme “İlâhî ikaz” yorumunu yapanların yargılanmasına ve cezalandırılmasına devam ediliyor…
İNANÇ, İFÂDE VE EĞİTİM ÖZGÜRLÜĞÜ EKSİK Yine bu dönemde “AB’ye uyum” adına değiştirilen “ceza yasası”nda zina “suç” olmaktan çıkarılmakla kalınmadı. Evinde meccânen komşu çocuklarına Kur’ân dersi verenleri “izinsiz eğitim kurumu açmak”la hapis cezasına çarptıracak maddeler eklendi. Bunlar da düzeltilmiyor. Ayrıca AİHS Ek 1. protokolü 2. maddesinde, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” hükmüne saygı gösterilmiyor. Hakkında hiçbir yasa bulunmayan yasadışı başörtüsü yasağının üniversitelerde gittikçe yaygınlaşmasıyla eğitim hakkının engellenmesi, giriş sınavlarında perukun dahi yasaklanması, “eğitim hakkının inanç hakkıyla takas edilmesi” ve söz verildiği halde yedi buçuk yıldır düzeltilmeyen YÖK Kanunu’ndaki “katsayı” takozuyla yüzbinlerce meslekî ve teknik lise mezunlarının yüksek okul haklarının gasbedilip mağdur edilmeleri, bu haksızlığın ve hukuksuzluğun bir diğer misâli. Bu da giderilmiyor… Özetle, yargı sisteminin büyük sıkıntıları sürüyor. Hâlâ insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünde; demokratik eğitim hürriyeti önündeki bariyerler duruyor. Ve ne yazık ki “yargı reformu” torbasında bu temel demokratik reformlar yer almıyor. 28.04.2010 E-Posta: [email protected] |