Ahmet DURSUN |
|
Bu toprakların çocukları |
Ben bu toprakların çocuğuyum. Yunus gibi gönül büyüklerinin Yavuz gibi cihangirlerin anası, Veysel’in sadık yari bu topraklar… Kan ve gözyaşlarıyla yoğrulmuş bu topraklar… Yıllarca bu toprakların havasını soludum, bu toprakların suyunu içtim; bu topraklardan yükselen ezan sesleriyle büyüdüm; hep beraber büyüdük akranlarımla. Büyüdük de… Sonradan fark ettik yarım yamalak bırakılmışlığımızı. Hep eksik kalmış hayatımız, hep eksik bırakılmış hayatımızın bir tarafları. Eksikliklerin belirlediği bir coğrafyada mecburen büyümüşüz, destansı hikâyelerle büyütülmüşüz. Şimdi de aynı toprakların adamıyım. Çocukluğumun yaşama sevinci eski bir şarkı gibi. Hayatımın eksik kalan yönlerini aramakla meşgulüm. Bizi sakat bırakan, farkında olmasak da her yönüyle bizi fakir bırakan sebepleri… Anlayamasak da bizi öksüz bırakan sebepleri… Sakat bir toplumun bir ferdiyim ya… Amaçsız koşuşturmacaların tam ortasındayım. Öğretmen olmuşum da, ne olmuşum? Faydasız hissediyorum kendimi. Faydasız bir öğretmen… Ağzının içine bakan onlarca öğrenci… Her ders sonrası biraz daha dağıldığını, parçalandığını, savrulduklarını hissettiğim öğrencilerim… Mecburen geldikleri bu dünyada mecburen yaşıyorlar gibi… Hedefsiz bir gemi… Birileri bazı hedefler belirlemişler ya onlar adına. Bilmem ne milliyetçiliğine sıkı sıkıya bağlı gençler yetiştirmek… Sonra? Cumhuriyetin temel prensiplerini ne pahasına olursa olsun yaşatacak bir gençlik… Sonra? Üniversiteli olmak... Sonra? İyi paralar kazanmak, ev, araba sahibi olmak… Sonrası? Hiç! Bir hiç için harcanan bir ömür… “Kimsesiz kimse yoktur, var herkesin bir kimsesi/Kimsesiz kaldım medet, ey kimsesizler kimsesi!” diye feryat eden, feryatlarını duyamadığımız çocuklarımız… Böyle olmamalıydı bu toprakların çocukları. Bir eksiklik var ya, bir çözebilseydik bulmacanın eksik taraflarını. Bir öğrencim nasıl yazmıştı kompozisyon kâğıdına? “Sesimi duyan var mı? Bir yerlerdeyim, bir köşesinde okulumun… Gözyaşlarımda boğulan bir gölgeyim. Yok mu sorularımı çözebilecek, beni hayat sınavından geçirecek bir hoca? Tarih kadar eski hayatım, tarih kadar trajik. Trigonometri kadar karışık, felsefe kadar anlaşılmaz. Yok mu elimden bir tutan? Çözülmesi zor bir denklemim, çözemiyorum kendimi. Tutturmuş gidiyorsun, “Dandanakan’ın tarihi kaç?” diye. Dan, dan, dan… hayatım kararıyor, tut be elimden hocam! “3 musluk 1 saatte doldurursa havuzu, kaç insan ne kadar sürede doldurur kalbimdeki boşluğu?” Hayat denklemim bu! Çok denedim çözmeyi. Bu sorunun cevabı var mı? Kopya çekmeyi denedim; tektim oysa ki sınıfta, hayat sınavında. Yani çözemedim ben bu denklemi hocam! Kocaman bir sıfır aldım, kaldım hayat sınavımdan!” Hitabeler arasında sıkışmış, muhtaç olduğu kudreti bulamayan gençliğimiz, kendini arayan biçare evlâtlarımız... Çıkmaz sokaklarda dolaşan, kimliksiz çocuklarımız, hayatın acımasız çarklarında öğüttüğümüz yavrularımız... Yalvaran gözlerle “beni bul” diyen öğrencilerimiz... Türkiye balyoz planlarını tartışıyor, çok da umurumdaydı. Anayasa değişsin mi değişmesin mi? Başkanlık sistemi gelsin mi gelmesin mi? Çocuklarımızı yediğimiz sisteme ad mı arıyoruz? Kendi çocuğunun kalbine girememişsin, nesillerini yitirmişsin, gençliğini kaybetmişsin, canavar gibisin. Her tarafın reform olsa kaç yazar? 22.04.2010 E-Posta: [email protected] |