Muzaffer KARAHİSAR |
|
Bursa’da sükûnet, Haliç’te coşku |
Sabahın erken saatinde, yeni bir günün ışıklarıyla yeryüzü bütün ihtişamıyla, karanlıkla örtülü gece perdesinin sıyrılması ile yavaş yavaş aydınlanıyor, üstündeki nakışlar, süsler, güzellikler görünerek san'atkârını gösterip tarif ediyordu. Bütün âlem bolluk, bereket, zenginlik, hayır ve güzellikleriyle gece uykusundan uyanır gibi, gözlere ve gönüllere heyecan veriyordu. Serin bir sabah rüzgârının dokunuşu ile kıpırdayan ağaçların çiçekli dalları, raks eden yapraklar ve uzayıp giden yeşillikler ilkbaharı tarif ediyordu. Ağaçlarda erken saatlerde cıvıldayan, uçuşan, savrulan kuşlar hazırlandığımız bir yolculuğun heyecanına heyecan, neşe ve tefekkür katıyordu. Bursa’daki Bediüzzaman Mevlidine gitmek için bir araya gelmiş inanmış, iman ve Kur’ân dâvâsına gönül vermiş insanların şevk ve heyecanları sabahın aydınlığı, çiçeklerin berraklığı kadar yüzlerinde, gözlerinde, gönüllerinde yansıyor, yankılanıyordu. Bursa’ya doğru salınarak yol alan otobüste yolculuğa Kur’ân-ı Kerim tilâveti ile başladık. Cenâb-ı Hakkın kelâmını dinlerken; O’nun Elçisi, sevgili Peygamberimizi (asm) hatırlıyoruz. İlk zaman Mekke’de, etrafında sadece bu otobüsteki insanlar kadar sahabe ile nurlu yoluna devam ediyordu. Sonrası malûm… Otobüste okunan risâleler, cevşenler, dualar ve yapılan tatlı, lahuti sohbetlerle huzurlu, neşeli ve sürurlu yolculuğumuz devam ederken, yol kenarındaki ağaçlardaki bembeyaz çiçeklerini seyrederken, uzaktan Uludağ’ın zirvelerindeki beyaz karlar görünmeye başladı. Sonsuzluğu ifade eden ufukların üstündeki uçuşan bulutların ihtişamı, baharın renkli sayfaları ve bütün bu güzellikleri yeni bir tefekkürlü bakışla, anlamlı ve taze bir nazarla kalbimizin derinliklerine akıtarak güzelliklerin Sahibini, Malikini, Rabbini ve O’nun Cemil isminin tecellilerini Maşallah, Sübhanallah ve Allahuekber terennümleri ile yad ederek, dua ve niyazda bulunuyoruz. Bursa Ulu Cami’de 21 Mart Pazar günü öğle namazından sonra Bediüzzaman Mevlidi’ne Türkiye’nin her tarafından gelen bahtiyar insanlarla bir bayram havası içerisinde buluştuk, kavuştuk, hasret giderdik. Coşkun kalabalıkla Ulu Cami dolup taşmıştı. Her tebessümlü çehreden sevgi, saygı, hürmet, muhabbet dökülüyordu. Herkesin ağzından kelâmlar, selâmlar, sevinçler, neşeyle muhatabına gönderiliyordu. Her insan gördüğü kardeşine hizmetleri sorup, söyleyip konuşuyordu. Altı asırlık tarihi Ulu Cami'nin yirmi tane kubbesinden yankılanan vaaz ve mevlidin ilâhî terennümleri ile çınlayıp dalga dalga, huşu ile, huzur ile, sükûnet ile dinleyen hizmet erlerinin gönüllerine yansıyordu. Bursa Ulu Cami’de, o atmosferle insan eli yüzü nurlu, ihlâslı, samimî, mütevazi insanların Sevgili Peygamberimizin (asm) sünnetini, tavrını, tarzını, yolunu rehber etmelerindeki içtenliğe bakarak ister istemez, zaman içinde zamana girip, hayalen Ceziret-ül Arab’a, Asr-ı Saadete gitmek; ya da “Kim bir kavme benzerse o ondandır” sırrınca onları hayalen zaman-ı hazıra getirip, her bir Nur Talebesinin şahsında bir Sahabe-i Kiramın vasıflarını müşahede etmek istiyor insan. Tarihi Ulu Cami'nin avlusunda mahşeri kalabalık içinde o güzide, fedakâr, kahraman sahabe topluluğu olsaydı farklı olarak ne yaparlardı, nasıl davranırlardı, diye düşünüyor insan. İsmi anıldığında ve hatırladığımda gözlerimin yaşardığı, hayranı olup şefaatını umduğum kahraman sahabe Musab bin Umeyr’ı arardı gözlerim. Koşup aşkla, heyecanla ve meczupcasına elini ve ayaklarını öpüp, bütün kalbimdeki sevgi ile sarılmak isterdim ona. Ve bütün sahabelere… Bediüzzaman Mevlidine uzak yakın demeden gelen insanların her biri Peygamberimizin (asm) yolunda, sahabelerin yolunda yürümeyi hayatlarına prensip edinmiş inançlı ve imanlı gönül dostları, hizmet erleri... Her birinin yüzünde imanın ve İslâmın saflığı, nezihliğini ve derinliğini görebilirsiniz. Bu temenniler ve duygu yoğunluğu içerisinde zaman hızlıca akıp geçti. İkindi namazını Ulu Cami’de eda edip dua ederken, asırlarca insanların ibadet ettiği, secdeye baş koyduğu, dualar, niyazlar ettiği bu kutsal mekânda, Cenâb-ı Hakkın dualarını reddetmeyeceğini umduğumuz ahir zamanda gelmiş olan Kur’ân talebelerinin dualarına, yalvarmalarına, amin demelerine karışan şadırvandaki su sesleri ve zerreleri adedince aminleri Rabbimiz’in katına gönderdikten sonra veda zamanı geldi. İnsanlar kendi öz kardeşinden daha samimî, içten ve ünsiyetle bağlandığı hizmet ve dâvâ arkadaşlarıyla konuşuyor, helâlleşiyor, vedalaşıyorlar. Ve bir hafta sonra 28 Mart 2010 tarihinde İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde Bediüzzaman Haftası dolayısıyla, vefatının 50. yılında “Said Nursî ve Demokratik Açılım” isimli yapılacak olan Panel’de buluşmak üzere gruplar ayrılıyor, memleketlerine doğru yol alıyorlardı… Bir hafta hızlı bir şekilde geçti. Haliç’te buluşan yaklaşık dört bin kişilik nezih, kültürlü, şuurlu insanın Bursa Ulu Cami'deki sükûneti, sessizliği ve içtenliği ile mahviyet ve tevazuları; Haliç’teki kongrede de yerinde ve zamanında konuşmacılara gösterdikleri ilgi ve iradenin tezahürü ile alkış tufanının salonları çınlatması ile de coşku ile çarpan yüreklerindeki cesaret ve heyecanları, “Şahlanan bir ata benzer; kırarım kanlı gemi” ve “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım” mısralarındaki kükremişliği, vakarlı ve dik duruşu tecessüm etmiş tek ses, tek söz, tek yürek olarak “Hep birden Allahın ipine sımsıkı sarılın...” âyetindeki mânâlardan ilham almış bir topluluğu, o gün dost-düşman herkes gördü. Rabbim nice Bedüzzaman Haftalarını sevgiyle, sevinçle, mutluluk ve huzurla kutlamak nasip etsin…
10.04.2010 E-Posta: [email protected] |