Ahmet DURSUN |
|
Feryat |
“Türkiye’nin bir eğitim politikası var mı?” sorusunun en kestirme cevaplarından biri, var olan politikaların eğitimsizlik üzerine kurulu olduğudur. Kendisini yetiştirme gayreti içindeki fedakâr-cefakâr öğretmenine saygısızlık yapmayı, kafa tutmayı; hatta saldırmayı “harbî delikanlılık” sayan, arkadaşları arasında zorbalığa dayalı bir üstünlüğü önemli bir “kimlik” göstergesi addeden, ahlâksız tavırlarıyla kendini fark ettirmeye çalışan bir gençlik; ahlâksızlığı meşrûlaştıran, eğitimsizlik, kalitesizlik üzerine kurulmuş bir yapının ürünüdür. Millî Eğitim Bakanlığının kendi hazırladığı raporlar bile dert küpünden çıkmış gibi, müzminleşmiş, ümitsizliği işmam eden meseleleri gözümüzün içine sokmaktadır da, bu raporlardan şikâyetçi olanlar ve gereğini yapmakla yükümlü sayılanlar bir türlü meselenin özüne eğilememektedir. “Ben yaptım oldu” anlayışıyla yap boz tahtasına dönen ve ideolojik kaygılardan bir türlü sıyrılamayan sistem, ne yazık ki yalnız problem üretmektedir. Çok yönlü problemler yumağının içinden nasıl çıkılacağı, bu haliyle bir muammadan ibarettir. Meselelerin kışrıyla uğraşmayı marifet sayan, bir türlü öze inmeyi beceremeyen bir yapımız var. Okulların derslik, laboratuvar, öğretmen açığı, vb. alt yapı problemlerinin halledilmesiyle çözümün sağlanacağını zannedenler, kâğıt üzerinde öğretmene kariyer vermekle eğitim kalitesinin artacağını düşünenler, bugünkü fotoğrafı bir türlü yorumlayamamaktadırlar. “Kaliteli-dört dörtlük binalarda ders gören bir gençlik, nasıl olur da uyuşturucu batağından kurtulamaz, nasıl olur da öğretmenini dövmeye kalkar, nasıl olur da kendi arkadaşını bıçaklar, nasıl olur da kız arkadaşına sarkıntılık eder, nasıl olur da okulun çatısından kendisini atar?” sorularını da cevaplayamamaktadırlar. Eğitim sistemimizle ilgili problemleri Türkiye’nin her alanda yaşadığı ahlâk krizinden ve ruhî bunalımından bağımsız düşünebilir misiniz? Gönüllerin Sultanı olan Mevlânâ’yı ders kitaplarından çıkaran bir anlayışı hangi ideolojiyle ve vatanseverlik anlayışıyla bağdaştırabilirsiniz? Eskiye ait ne varsa silmeyi marifet sayan anlayış, “yeni” diye sarıldıklarıyla “eski”nin güzelliklerini yok etmiş, ama yerine daha anlamlısını ve güzelini koyamamıştır. Ülkenin maneviyatına balta vuran isimler genç dimağlarda yerini alırken her alanda huzur iklimlerinin habercisi olabilecek isimler yok sayılmıştır. Sınav sistemine odaklanmış bir yapının ürettiği gençlik profili oldukça problemlidir. İlkokul sıralarından itibaren hayatı yalnızca maddî hedeflerle sınırlanmış ve bir türlü bitmeyen bir sınav sistemine göre uyarlanmış bir eğitim anlayışı, hepimizin üzerinde olduğu dalı kesmektedir. Ruhsuz bir eğitim… Ahlâkî değerlerden yoksun bir anlayış… Değerlerini yitirmiş, nefret hisleriyle dolu bir nesil… Kendisine emanet edilen tertemiz yürekler için yüreklenen, ‘Bugün onlar için ne yapabilirim, onlara bugün ne vereceğiz?’ sorularıyla ayaklanabilen öğretmenini kaybetmiş bir sistem… İyiye, doğruya ve güzele ait ne varsa yıkıp yok edenlerin, modernleşme-çağdaşlaşma kimliğiyle, manevî değerleri dışlayanların adamı olmuş öğretmenleriyle yalpalayan bir sistem… Memurlaşmış, “bugünü de kazasız belâsız bir atlatsak, bir eve gidebilsek” düşüncesiyle sınıflara giren “müellimler”i üreten bir sistem... “Gençken bilgi ağacını dikelim ki, yaşlandığımız zaman gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun.” diyen düşünür haklıdır da… Yaşlandığımızda bizi gölgesinde barındıracak bir nesli yetiştirmenin ahlâk ve fazilet meyveleriyle müzeyyen bir bilgi ağacıyla mümkün olabileceğini idrak edebiliyor muyuz? Gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmak, hangi alanda olursa olsun dürüst, çalışkan ve güzel ahlâkla bezenmiş nesiller yetiştirmek mücadelesi içinde olan öğretmen kadroları oluşturabiliyor muyuz? Dahası, bugün her yönüyle kokuşmuş olan sistemin ruhuna bulaşmış bizi anlatmayan unsurlardan arındırılmasıyla temizlenebileceğini kabulleniyor muyuz? Yoksa ağlamak da, feryat etmek de nafiledir.
08.04.2010 E-Posta: [email protected] |