Faruk ÇAKIR |
|
Ne kadar para o kadar eğitim mi? |
Türkiye’de okuma yazma nisbetinin istenilen seviyede olmadığı bir gerçek. Neredeyse bir asırdır “Bir Türk dünyaya bedeldir” sloganlarıyla uyutulmaya çalışılsak da, netice değişmiyor: Günümüzde de okuma yazma bilmeyenler var. Okuma ve yazmayı öğrenmek, bir ömür boyu sürmesi gereken eğitimin belki de ilk adımı. Bu adım yerinde ve zamanında atılamadığı için en büyük ‘düşman’ olan cehalete mağlûp olmuşuz. Bunca imkâna rağmen eğitimin birinci adımı olan okuma yazmayı vatandaşına öğretemeyen bir ‘sistem’den ne bekleyebiliriz? Okuma ve yazma bilmeyenlerin sarece 70 ya da 80 yaşında kişilerden meydana geldiği düşünülmesin. Sayısı az da olsa askerlik çağına geldiği halde okuma yazma bilmeyenlere ya da okuma ve yazmayı asker ocağında öğrenenlere rastlamış olmanız mümkündür. Bu konuda hanımlar biraz daha mağdur, çünkü vaktinde okuma yazma öğrenemeyenlerin sonradan öğrenebilecekleri bir ‘ocak’ yok... Nedense okumayı ve yazmayı milletimize yeterince sevdirememişiz. 12 Eylül darbesine imza atan “Netekim Paşa”nın bu konuda kampanya açtığını ve biraz da ‘zorla’ ninelerimizi dahi okuma kurslarına dâvet ettiğini hatırlarız... Artık eğitim sistemindeki hataların intiharlara da sebep olduğuna şahit olunuyor. Ne ölçüde gerçeği yansıttığını bilemeyiz, ama gazetelere manşet olan bir habere göre 18 yaşındaki bir genç, dershane parasını ödeyemediği için hapse giren annesine üzülüp, kendisini asmış. (HaberTürk, 4 Nisan 2010) Fethiye’de yaşanan bu olay, toplumu derinden etkileyen bir gelişmeye işaret ediyor. Artık çocuklarımız sadece ‘üniversite’de okuyabilmek için değil, her adımda kurslara gitmeye mecbur bırakılıyor. “Beşikten mezara kadar ilim” sözü, neredeyse “Beşikten mezara kadar kurs”a dönüşmek üzere. Çocuklarımızın kurslara gönderilme macerası ilkokul öncesinden başlıyor. Okula adım atınca daha da hızlanan bu yarış, aileleri de zor durumda bırakmış. “İmkânı var mı yok mu?” bakmadan ve araştırmadan bütün velilere, çocuklarını kursa, dershaneye gönderme tavsiyesi yapılıyor. Eğitim sistemi o hale geldi ki, kursa ve dershaneye gitmeden hiçbir şey yapılamaz halde. Öğretmenlerimiz alınmasın, ama normal mesai saatlerinde ‘iyi’ verilemeyen dersler nasıl oluyor da hafta sonları düzenlenen ‘ücretli kurs’larla verilebiliyor? Elbette öğretmenlerin de kendilerine göre binlerce dertleri var. Biz bir iki çocuğumuzla yeterince ilgilenemezken, onlar her gün yüzlerce öğrenciyle ilgilenmek durumunda. Bu yoğunluk karşısında yorulmamak ve uzanmamak mümkün değil. Bütün öğretmenlerimize Allah’dan yardım ve kolaylık diliyoruz. Fakat bu yoğunluğun getirdiği faturayı veliler mi ödemeli? Her gün bir ‘dershane’den telefon alırız ve güzel tekliflerle çocuğumuzu kendilerine emanet etmemizi isterler. Peki, kaç veli çocuğunu gönül huzuruyla kursa, dershaneye gönderebilir? “Zarurî ihtiyaçlar”dan dahi kısmayı gerektiren bu yapı, düzeltilmesi gereken bir yapı değil mi? Eğitim konusu ne katar tartışılsa, üzerinde düşünülse ve çareler aransa o kadar yeridir. Eğitimcilerimizin bu konuda yoğunlaşmasında sayısız fayda var. Ama maalesef hâl ve gidişe bakıldığında tersine şahit oluyoruz. “Ne kadar para, o kadar eğitim” anlayışı bir bütün olarak ‘sistem’i çıkmaza sokuyor vesselâm...
07.04.2010 E-Posta: [email protected] |