07 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Zengin değil, ama zenginlerin yaşadığı ülke: Ürdün Krallığı

Ürdün (Ürdün Haşimi Krallığı)

Ürdün zengin değil, ama tam anlamıyla zenginlerin yaşadığı bir ülke. Ortadoğu’nun en sorunlu coğrafyasına komşu olan Ürdün Haşimi Krallığı’nı İHH dâvetlisi olarak katıldığım Filistin’e Yol Açık Konvoyu ile birlikte 2009 yılı Aralık ayının son günlerinde ziyaret etttim. İki günü başşehir Amman, 5 günü Kızıldeniz kenarındaki Akabe şehri olmak üzere toplam 1 hafta geçirdiğim bu ülke ile ilgili izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.

Ürdün’ün temel hakim dini İslâm. Ürdün zaten İslâmın ilk zamanlarında İslâmiyet yayılınca İslâm Devleti’nin sınırları içindeydi. Bir dönem sonra; önce Memluk, sonra Osmanlı egemenliğine giren Ürdün, I. Dünya Savaşı sonunda Türk egemenliğinden çıktı. Ürdün Haşimi Krallığı’nın Başşehri Amman. Amman’ın Kudüs’e uzaklığı 70 km. Burada 2 gece konakladık. Son derece modern bakımlı bir şehir. Krallığın diğer önemli şehirleri ise sırasıyla ez-Zerka, İrbid, Akabe. Akabe Kızıldeniz kenarında turistik bir şehir. Bu şehirde 5 gün geçirdik. Akabe’nin tam karşısında İsrail’in Eylat şehri bulunuyor. Bunların dışında ise İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki Doğu Kudüs, Nablus, Hebron, Cenin gibi Filistin şehirleri de vakti zamanında Ürdün şehirleriydi. Bu toprakları tekrar ülkesine kazandırmaktan ümidini kesen Kral Hüseyin, 1988’de Batı Şeria üzerindeki bütün haklarını FKÖ’ye bıraktı. Buralar artık işgal altındaki Filistin şehirleri olarak anılıyor.

Ürdün Birleşik Krallık’tan (İngiltere) 25 Mayıs 1946’da bağımsızlığını kazandı. Resmî dil Arapça’dır. Ülkenin yüzölçümü toplam 92 bin 300 km², Nüfusu 6 milyon civarında. Para birimi ise Ürdün Dinarı. İnternet Alan Adı: .jo şeklinde. Uluslararası telefon kodu ise +962’dır. Ortadoğu’da bir Arap ülkesi olan Ürdün’ün kuzeyinde Suriye, kuzey doğusunda Irak, güneyinde ve doğusunda Suudi Arabistan, batısında İsrail ve Batı Şeria ile sınır komşusu. Ürdün’ün; Irak ile 181 km, İsrail ile 238 km, Suudi Arabistan ile 728 km, Suriye ile 375 km, Batı Şeria (işgal altındaki Filistin toprakları) ile 97 km sınırı vardır. Başşehir Amman’ın Kudüs’le ve Suriye’nin başşehri Şam’lakarayolu ile bağlantıları var. Amman zaten tarihte Bilad-ı Şam’ın bir parçasıydı. Bugün her ne kadar ayrı bir devletin başşehri olsa da yine Şam ile irtibatı güçlü bir şekilde devam ediyor. Ürdün’ün nüfusunun büyük bölümü Arap ve Müslüman. Yalnızca yüzde 5’lik bir kesim Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Hıristiyan. Ülkedeki Hıristiyanlar her türlü özgürlüklerini rahatça yaşayabiliyor.

EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARAN ÜLKE

Ürdün’ün zengin değil, zenginlerin yaşadığı bir ülke olduğunu söylemiştik. Ürdün’de nüfusun yarısından biraz daha az bölümü, çiftçilikle geçiniyor. Başlıca ziraî ürünler tarıma elverişli bölgelerde buğday ve arpadır; vadilerde sebze, meyve, üzüm ve zeytin de yetiştirilir. Ürdün’de Ölüdeniz havzasında ve bazı bölgelerinde tarım yapılabilmekte. Topraklarının çoğu çöllerle kaplı. Keçi, koyun, sığır ve deve yetiştiriciliği yapılmasına karşın otlakların sayısı çok az. Sanayinin gelişmekte olduğu ülkede, gübre yapımında kullanılan fosfat dışında demir, fosfor, manganez ve bakır gibi miadenler çıkarılıyor. Ülkede taş işçiliği çok yaygın. İran ve Türkiye’den sonra Ürdün dünyanın en büyük taş ihracatçısı. Ekmeğini taştan çıkaran ülke benzetmesi Ürdün için mübalâğa olmaz. Çünkü Ürdün, dünya granit üretim ve ihracatının önemli bir kısmını elinde tutuyor. Akabe Körfezine kadar uzanan demir yolu ile işlenen graniti taşıyorlar. İşlenmiş granit, buradaki limandan dünya ülkelerine ihraç ediliyor. Buraya kadar uzanan demir yolunun Osmanlı’nın son döneminde inşaa edilen tarihî Hicaz Demiryolu’nun uzantısı olduğunu not edelim. Dağlar granit madeni dolu. Bu Ürdün için büyük bir zenginlik mânâsına geliyor. Lût Gölü’nün çok tuzlu olan suyundan da bazı kimyasal maddeler elde ediliyor. Ölüdeniz diye de bilinen bu göl dünyanın en çukur yeri. Deniz seviyesinden 400 metre alçakta ve inanılmaz derecede tuzlu. Ülkenin tabiî kaynakları: Fosfat, potas olup petrol yönünden zengin bir ülke değil.

ÜRDÜN’DE EĞİTİM,

YÜKSEK ÖĞRENİM NASIL?

Ürdün eğitim açısından ilginç fırsatları barındıran bir ülke. Ülke nüfusunun hemen hemen tamamı eğitimli. Eğitim: 6-14 yaşları arasında zorunlu. Kendi topraklarında yeterli iş sahası olmayan Ürdün, verdiği kaliteli eğitimle özellikle Körfez ülkelerinin kalifiye eleman ihtiyacını temin ediyor. Ülkede Arapça kursları da var. Arapça’nın en iyi öğretildiği ülkenin burası olduğu iddia ediliyor. Söylendiğine göre bu ülkede Arapça öğrenenler aksan problemi yaşamıyormuş. Bu sebeple Arap ülkelerinde çalışacak olan İngiliz ve Amerikan ajanları dil eğitimini Ürdün’de alıyorlarmış. Ürdün’de bu ve buna benzer sözleri dinledik. Sokakta çarşı pazarda konuşulan Arapça bu iddiaları güçlendirecek şekilde açık ve akıcıydı.

Ürdün’de üniversite okuyan Türk öğrencilerle de karşılaştık. Türkiye’den gelen bu öğrencilerle bir kafede sohbet ettik. Ürdün’de okumaktan son derece mutlular. Bu öğrencilere “Üniversite eğitimi için Avrupa, Amerika gibi bir Batı ülkesini değil de neden Ürdün’ü tercih ettiklerini” sorduğumuzda aldığımız cevap doğrusu bizi şaşırttı: “Birincisi İlahiyat Fakültesi dışındaki bütün fakültelerin denkliğini YÖK tanıyor. İkincisi Ürdün, verdiği kaliteli eğitimle özellikle Körfez ülkelerinin kalifiye eleman ihtiyacını temin ediyor. Bu ülkeye bizim gibi dışarıdan gelen öğrenciler her şey dahil bütün masraflar yıllık 5 bin dolara üniversite okuyabiliyor. Ürdün’deki Ürdün ve Yermük Üniversiteleri dünyanın kalite bakımından ilk üniversiteleri arasına giriyor. Bu ülkede eğitim dili Arapça olduğu için öğrenciler Arapça’yı kesinlikle öğreniyor. İlâve olarak İngilizce, İspanyolca gibi Batı dillerlerinden birisini de öğrencilik süresince mutlaka öğrenmek zorunda. Üçüncüsü Ürdün Türkiye’ye çok yakın sayılır. Hatay’dan 13 saatlik bir otobüs yolculuğuyla Amman’a gelinebiliyor. Ayrıca Amman-İstanbul arasında günde 3 uçak seferi var. Ve en önemlisi bu ülke Müslüman bir ülke olduğu için kültür açısından bir sıkıntı yok. Burada okuyan öğrenciler kendilerini daha rahat hissediyor. Bu ülkede üniversite eğitimi gören bir genç başta Türkiye olmak üzere İslâm ülkelerinde, dünyanın her yerinde rahatlıkla çalışabilir. Eğitimin kalitesinde bir sorun yok. Ürdün eski bir İngiliz sömürgesi olduğu için İngiliz Milletler Topluluğu’na dahil ülkelerde de önemli ayrıcalıklara sahip olabilir.”

Suudi Arabistan ile Ürdün arasındaki bir anlaşma gereğince bu ülkede okuyan yabancı Müslüman öğrencilerin yakın bir noktada bulunan Hicaz’a senede bir defa kara yoluyla girip umre yapma hakları varmış. Bu uygulama da Ürdün’de okuyan Müslüman öğrenciler için ayrıca bir teşvik unsuru. Üniversitelerde başörtüsü yasağı gibi bir sorun yok. Sadece çarşaflı öğrencilerin yüzlerinin açık olması isteniyor. Eğitimle ilgili söyleyeceklerimizin hepsi bu kadar.

TURİZM GELİRLERİ

ÖNEMLİ BİR KAYNAK

Ürdün’ün en büyük gelir kaynaklarından biri de turizm. Her yıl çok sayıda turist, ilk Hıristiyanlar’ın kurduğu yerleşim merkezlerinin de bulunduğu tarihî bölgeleri görmeye geliyor. Tarihî Petra şehri bunlardan birisi. Petra Harabeleri dünyanın yedi harikasından birisi kabul ediliyor. Hazreti Salih’in (as) kavmi tarafından kurulan ve bu kavmin helâk edildiği şehir. Her yıl binlerce turisti çekiyor. Ünlü Vadram Çölü de Ürdün’de yer alır. Bu çöl film seti olarak kullanılıyor. Vadî-i Rum olarak da bilinen bu çöl ile Tarihî Petra şehrinin çok yakınından geçtik. İki merkez de Akabe şehrine yakın bir noktada bulunuyor. Akabe’de 5 gün geçirmemize rağmen konvoyun durumundaki belirsizlik sebebiyle buraları göremedik. Hicaz Demiryolu’nun güney ucu yakınındaki eski Petra şehrinde kayalara oyulmuş ev, tapınak ve mezar kalıntılarının yer aldığını öğrendik. Yine Akabe yakınlarında bulunan Ölü Deniz’in bir diğer adı da Lut Gölü’dür. Hazreti Lut’un kavminin helâk olduğu yerin burası olduğu ifade ediliyor. Burası dünyanın en çukur noktası. deniz seviyesinin 400 metre altında bulunuyor. Yani Ürdün toprakları bir bakıma helâk olan kavimlerin yaşadığı topraklar. Bu yönüyle de ilginç bir ülke. Hazreti Şuayp, Hazreti Harun (as) ve bu ülkede yaşamış. Hazreti Musa (as) Mısır’dan Firavun'un ordusundan kaçtıktan sonra Kızıldeniz üzerinden geçerek Ürdün topraklarına geçmiş. Yani Hazreti Musa’nın (as) Kızıldeniz’deki mu'cizesi de burada yaşanmış. Hazreti Musa (as) beraberindeki Yahudilerle Filistin’e girmeden önce bir müddet şimdi Ürdün topraklarında bulunan Nubi Dağı’nda beklemiş. Ve daha sonra buradan Filistin’e girmiş. Bu yönüyle de ilginç bir tarihi geçmiş söz konusu.

ŞER'Î HUKUK İLE BEŞERÎ HUKUK

BİRLİKTE YÜRÜRLÜKTE

Ürdün, şer'î hukuk ile beşerî hukuk’un birlikte yürürlükte olduğu bir ülke. Hırsızlık, tecavüz vb. adi suçlarla ilgili anlaşmazlıklarda öncelikle şer'î hukuk uygulanıyor. Bu sebeple ülke son derece güvenli. Özellikle hırsızlık gibi olaylar neredeyse yok gibi. Suriye’nin aksine bu ülkede heykel yok. İslâma göre heykel haram olduğu için Krallar dahil hiç kimsenin heykeli yapılmıyor. Belirli bazı yerlerde kralların fotoğraflarına rastladık. Ancak bu konuda bir abartı gözümüze çarpmadı.

Akabe turistik bir şehir. Bu şehirde 4 gün beş gece kaldık. Zaten çok büyük olmayan şehrin neredeyse bütün sokaklarını dolaştık. Kızıldeniz’in eşsiz güzelliği var. Burası özellikle dalış turizmi için önemli bir cazibe merkezi. Her mevsim burada denize girilebiliyor. Denizin dibi pırıl pırıl parlıyor. Ancak Ürdün’ün bu avantajları yeterince değerlendiremediğini gördük. Sizlere komik gelecek, ama deniz kenarındaki kumsallarda kurulan küçük küçük bahçelerde insanlar sebze yetiştiriyor. Oysa bu sahiller düzenlense harika mesire yeri olur. Ancak bu şehrin tam karşısında İsrail’in Eylat şehri var. Dolayısıyla “bu topraklarda her an her şey olabilir!” Belki de bu endişelerle gerekli yatırımlar yapılmamış olabilir. Neyse bu Ürdün’ün sorunu. Bizi ilgilendiren bir tarafı yok. Ürdün, çok eski bir yerleşim yeri üzerine kurulmuş bir 20. yüzyıl ülkesidir. Ürdün vadisi tarihteki en eski yerleşim bölgelerindendir. Ülke, özellikle Hıristiyanlığın doğup geliştiği yer olması açısından büyük önem taşıyor. Ürdün İsrailoğulları, Asurlular, Medler ve Persler gibi değişik krallıkların egemenliklerinden sonra Milâd’dan önce 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun bir parçası oldu. Milâddan sonra 7. yüzyılda İslâmiyetin yayılmasıyla birlikte Arapların eline geçen Ürdün, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine girdi. I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Bilad-ı Şam’ın bir parçası olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde kaldı. Osmanlılar 20. yüzyılın başlarında bu topraklarda denetimini arttırmak amacıyla Hicaz Demiryolu’nu yaptı. Amman’dan Maan’a uzanan Hicaz Demiryolu’nun güney ucundan başlayan bir karayolu Kızıldeniz’in bir kolu olan Akabe Körfezi üzerindeki Akabe Limanına bağlanıyor. Bu yolun yakınından paralel bir de demir yolu limana kadar ulaşıyor. Bu arada tarihî Hicaz Demiryolu, Ürdün’de halen maden taşımacılığında kullanılıyor.

İSLÂM TARİHİNİN ÖNEMLİ

BİR SAVAŞI BURADA GEÇTİ

İslâm tarihinin önemli savaşlarından Mute Savaşı bu ülke topraklarında geçmiş. Bu büyük savaşta şehit olan ordu kumandanları Abdullah İbn-i Ravaha, Zeyd bin Harise, Cafer bin Ebu Talip gibi meşhur sahabelerin kabirleri bu ülke topraklarında. Ürdün’de kaldığımız süre içinde edindiğimiz bilgilere göre Mûte Savaşı, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar) arasında yapılan ilk savaş. Sebebi ise, Rasûlullah’ın (asm) elçisinin öldürülmesi. Peygamberimizin (asm), İslâm’a dâvet için dönemin hükümdarlarına elçilerle mektuplar gönderdiği sırada, Sûriye’de Busrâ (şimdiki Havran) Emîri Şürahbil’e de Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermiş. Gassânî Araplarından Şürahbil, Hıristiyandı. Bizans’ın himayesinde bulunuyordu. Hâris, Şürahbil’e, Kudüs’ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber’in (asm) mektubunu verdi. Fakat, Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi. Allah Rasûlünün (asm) elçisini öldürttü. Şimdiye kadar Hz. Peygamber’in (asm) elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti. Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu hakarete bir cevap verilmeliydi.

Bu sebeple Rasûlullah (asm) üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, başına Zeyd b. Hârise'yi (ra) geçirdi. Bu küçük orduyu uğurlarken, düşmanın önce İslâm’a dâvet edilmesini ve kabul etmedikleri takdirde harb edilmesini emredip şu emri verdi:

«Şayet Zeyd b. Hârise şehid olursa yerine Ca’fer bin Ebu Tâlib ve o da şehid olursa yerine Abdullah bin Revaha kumandan olsun, o da şehid olursa ehl-i İslâm içlerinden birini seçsin.»

Elçi Umeyr oğlu Hâris’in şehid edildiği Mûte’ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm’a dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti. Bu sefere çıkan Ordu kumutanına Peygamberimizin verdiği emirde dikkat çeken bir husus çok önemlidir. İslâm savaş hukukunun ana kurallarını ortaya koyan emir şu cümlelerden oluşuyordu: “Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta bulunmayın!”

Orduyu “Seniyyetü’l-vedâ” denilen ayrılık tepesi’ne kadar uğurlayan Hz. Peygamber (asm): -“Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse, Ravâha oğlu Abdullah komutan olsun.” buyurdu. Bu aslında Peygamberimizin bir mu'cizesiydi. Yani bu sahabelerin şehadetini müjdeliyordu.

İki taraf arasında gerek sayı, gerek silâh ve teçhizât bakımından korkunç bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark görülmemişti. 100 bin kişilik bir kuvvet karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi?

Fakat, savaşmadan geri dönülemezdi.

İki ordu Mûte’de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının arasında şehid düştü. Zeyd şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi. Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince, kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son nefesine kadar sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu. Câferden sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı. O da şiirler söyleyerek, kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu. Abdullah bin Revâha da şehid olunca, asker komutansız kaldı. Orduda umûmî bir panik başladı. İşte bu sırada askerde genel bir çöküntü doğmak üzere iken askerin hemen hepsinin isteği üzerine Hâlid b. Velid kumandayı ve sancağı eline aldı. Dağılan askerin kaçışını Hz. Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid’in etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde akşama kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı. Bu Müslüman olduktan sonra Hâlid’in katıldığı ilk savaştı. Bu harbten sonra Hz. Halid bin Velid (ra) şöyle demiştir: “Mute gününde elimde dokuz kılıç parçalandı. Yalnızca, ağzı enli Yemâni bir kılıç vardı. Elimde o mukavemet etti.”

Hz. Halid’in bu ifadesinden Mûte Savaşının ne kadar şiddetli geçtiğini anlıyoruz. Gece olunca, Hz. Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece düşmana, yardım için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah olunca da ansızın şiddetli bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı. Bu fırsattan yararlanarak, askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir kayba uğramadan Medine’ye döndü. İslâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardı. 100 bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmelerinin ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu. Rasûlullah (asm) savaşın bütün safhalarını, Medine’ye henüz hiçbir haber ulaşmadan, bir mu'cize olarak ashâbına bildirmiştir. Bu da ayrı bir mu'cizesidir. Cenâb-ı Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını Peygamberi için kaldırarak, sevgili Peygamberine (asm) savaş meydanını olduğu gibi göstermişti.

YARIN: YÖNETİMDE OSMANLI İZLERİ




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
www.sentezhaber.com

07.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (06.04.2010) - Ortadoğu’nun çelişkiler ükesi: Suriye

  (05.04.2010) - Arapça eğitimde ilk akla gelen ülke

  (04.04.2010) - Şam’ın şekerini Arabın yüzünü gördük

  (11.03.2010) - Başörtülüler 28 Şubat sürecinde yalnızlığa itildi

  (10.03.2010) - YASAKÇILAR UTANSIN, BEN ASLA UTANMIYORUM

  (09.03.2010) - 28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI

  (08.03.2010) - AĞLAYARAK İSTİKLÂL MARŞI SÖYLEMEK

  (07.03.2010) - Askere artık, ‘Allah’ dedirtilmiyor

  (06.03.2010) - İNANÇ HÜRRİYETİNİ YURT DIŞINDA TATTILAR

  (05.03.2010) - Komutan ‘eşinin başını aç’ dedi

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl