Dizi Yazı |
|
28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI |
Geri adım atmadığımı görüyorlardı. Aleyhimde yazılan raporlarda, "Kendi başını açmamasıyla birlikte, o ortamda bulunmasıyla öğrencilerin de başını açmasına engel oluyor. Bu yüzden bir an önce uzaklaştırılması lâzım" diye yazılıp görevden uzaklaştırıldığımı öğrendim. —DÜNDEN DEVAM—
Öğrencilerle aranız nasıldı?
Iğdır Lisesi, çok kozmopolit bir liseydi. Etnik yapıdan da Aleviler, Kürtler, Terekemleler var. Öğrenciler arasında resmî zevatın çocukları da vardı. İnsan kendini çok da rahat hissetmiyor açıkçası. ”Korkma Allah bizimledir” âyetini zihnimde tutmaya çalışıyordum. Öğrencilerle problemim yoktu. Ben yeni mezun olmuştum yaşım gençti, öğrenciler de geç yaşta liseyi okuyorlardı. Dolayısıyla yaşlarımız çok yakındı. Okulda öğrencilerden hiç tepki almadım. Ama çocuklar hayatlarında ilk defa başörtülü bir öğretmen görüyorlardı. Daha fazla saygı gösteriyorlardı. Açık saçık giyen öğretmenlere karşı farklı şeyler düşünüyorlardı. Bunları duyuyorduk. Bize büyüğü gibi davranıyorlardı. Bu hoş bir şey. Öğretmen arkadaşlar arasında da anormallik yoktu. Komutanın eşi olan bir öğretmen bayan vardı. Bayağı da modern giyiniyordu. Onunla bile hiçbir problem yaşamadık. Daha sonra tayin istedim, Balıkesir İmam Hatibe geldim. Balıkesir’de başörtülü öğretmenler ve öğrenciler vardı. Başörtüsü sorunu yoktu. Orada göreve başladım. Balıkesir’e geldiğim ilk zamanlarda öğretmenler gününden önce beni çağırdılar. “En genç öğretmen sensin konuşmayı sen yapacaksın” dediler. Benim için çok anlamlaydı. Daha önce törenlerde okunan İstiklâl Marşı’nın bana çok tesir ettiğini söylemiştim. Artık “Galiba biz hür olduk” düşüncesiyle okuyordum marşları. 1997’ye gelindiğinde yavaş yavaş üniversitelerde sıkıntılar olmaya başladı. Bize de yansıyacağı söylendi. Ama biz okulda bir sıkıntı yaşamıyorduk. Okul müdürü bizi kızı olarak görüyordu. “Ben kızlarımı coplatmayacağım” diyordu. O dönemde çok acı şeyler yaşandı. Genç kızlar yerde sürünüp coplandı. Hiç hoş şeyler değildi. Bu insanlar bir yere bomba atmamış, birinin canına kıymamış. Sadece okuyacağım veya çalışacağım demiş. Yasak Balıkesir’e geldiğinde insanlar başlarını hemen açtılar. Çok enteresan bir şeydi. 4 kişi gidip okulun önünde oturuyorlardı. Günlerce haftalarca oturdular. Bizim okulda sıkıntı hissediliyordu, ama olayları bir bir yaşamış değildik. Müdür görevden alındı ve çok hızlı yeni müdür atandı. Gelen yeni müdürü, ya başımızı açtırmak veya defterimizi dürmek üzere gönderilmişlerdi. 1999’da seçim yaklaşıyordu. Biz seçimlerden sonra düzelir umudu taşıyorduk. Hatta ortalıkta dolaşan ebcet, cifir hesapları vardı. Her şey düzelecek deniyordu. Biraz sabredelim diyorduk. Göze batmayalım diye çok fazla ortalıkta dolaşmıyorduk. Teneffüs olduğunda sınıftan çıkmıyorduk. Daha öğrencilere yasak konulmamıştı. Öğrencilerin başörtüsüne yakın örtüler kullanıyorduk. Bir gün dersteyim, birden kapı açıldı. Baş muavin ve yanında iki tane daha muavin hepsi de çok temiz insanlar. “Hocam kusura bakmayı tutanak tutmak zorundayız” dediler. O anda kendilerini çok kötü hissettiklerinden eminim. Kardeşi kardeşe kırdırtmak gibi. “Ben müsterihim, siz de müsterih olun” dedim. Bir şeylerin inişe doru gittiğinin farkına varıştım. Sonrasında bu arkadaşlar İmam Hatipte kalmak istemediler. “Bizi maşa olarak kullanıyorlar” diye ayrılmak istediler. En azından “zulmün aracısı biz olmayalım” dediler. En son 1999-2000 öğretim yılına başladık. Benim son öğretmenlik dönemimdi. Yaz döneminde bütün tesettürlü arkadaşların başka okullara tayini olmuş. Okulda bir tek ben ve rehberlik öğretmeni arkadaş kalmış. O peruk takıyordu. Yeni öğretim dönemi başladığımızda, yakın zamanda deprem olmuştu. Okulun yeni müdürü beni yanına çağırdı. “Bu şekilde devam edemeyeceksin, başını açman gerekiyor” dedi. Ben dedim ki “İnsanlar ayın 15’inde maaşını aldı, ama ayın 17’sinde o maaşlarından bir kuruş bile harcamadan vefat ettiler. Siz gelecek diyorsunuz, ama bahsettiğiniz gelecek hangisidir? Ben yanlış bir şey yaptığıma inanmıyorum. Başımı açmayı düşünmüyorum” dedim. Sonra sıkıntılı bir dönem başladı. Bazı öğretmenler beni ikna etmeye çalışıyordu. Onlara diyordum ki “Ben başımı açarak çocuklara ikiyüzlülüğü mü öğreteceğim? Menfaatler uğruna taviz vermeyi mi öğreteceğim? Bu başörtü, başımla birlikte çıkar.” Şimdi bir hatıramı hatırladım: Iğdır’da çalıştığım yıllarda zaman zaman üniversiteye hocalarımı ziyarete gidiyordum. Okul yıllarında beni tesettür konusunda zorlamış bir hocayla karşılaştım. Öğretmenlik yaptığımı söyledim, başka bir arkadaş “Nur, bizi okulda başımı açmayacağım diye çok zorladın. Şimdi para için açıyorsun değil mi?” dedi. “Hayır, hocam başörtülü öğretmenlik yapıyorum” dedim. Ama orada başımı açıyor olsaydım ciddî bir zıtlık ve ikilem olmuş olacaktı. Bir zaman sanki mücadeleci ruhla bir şeyler yapıp sonra menfaati olunca bırakmış gibi olacaktı. Balıkesir’de öğretmenlik yaparken bir hafta sonu söylenti başladı “ders programı değişecek” diye. Bu gayet normaldir sürekli değişir. Hafta sonunu ailemin yanında geçirmek için İzmir’e gitmiştim. Pazar günü biri aradı, kim olduğunu bilmiyorum. “Yarın okula gittiğinizde bir şeylerin tedbirini alın. Hemen derse başlamayın” dedi. İyi niyetli bir insan, bir şeyler duymuş söyleyemiyor gibi bir hal vardı. Ertesi gün okula gittik. Ders programına baktım adım yok. Müdüre gittim. “Benim dersim yok” dedim “Size kütüphanede görev verdik” dediler. Okulda İngilizce öğretmeni ihtiyacı var, bana kütüphanede görev veriyorlar. İdarî tedbir olarak karşılığı varmış ama ben bilmiyordum. 15 gün kütüphane memurluğu yaptım.
Sonrasında öğretmenliğe nasıl devam ettiniz?
Sonra "İdarî görevle Çıraklık Eğitim okuluna tayinin çıktı" dediler. O zamana kadar bu okulların ne yerini, ne de yapısını da biliyordum. Sanayî içinde ve her gün öğrencisi değişen bir okulmuş. Orada da başörtülü olarak derslere girmeye başladım. Kısa süre geçtikten sonra okuldan uzaklaştırma cezası almışım. Bana sarı bir zarf uzattılar. 3 ay okuldan uzaklaştırılıyorsunuz dediler. O an da çok ilginçtir. Bana zarf uzatılınca güldüm. Arkadaşlar "niye gülüyorsun?" dediler. Size bir hikâye anlatayım dedim: Bir zamanlar. Padişah hastalanmış. Tek çare bir çocuğun kanıymış. Padişah, "Çocuk getirilsin, kanı alınsın" diye ferman etmiş. Bir çocuk bulunmuş. Babası kanının alınmasına izin vermiş. Kadı, "Kanı alınabilir" diye hükmetmiş. Çocuk da güle oynaya padişahın huzuruna gitmiş. "Senin kanın alınacak öleceksin, ağlaman gerekirken gülüyorsun" demişler. Çocuk, "Herkesi koruyup gözetmesi gereken ülkenin padişahı kanımı istiyor. Ailem olarak beni koruması gereken babam, padişaha beni veriyor. Bu ülkede adaleti sağlaması gereken kadı, benim kesilmeme fetva vermiş. Ben gülmeyeyim de ne yapayım" demiş. Ben de aynen o çocuk gibiydim. Bizim kesilmemizi istiyorlar ağlasam neye yarar. Bu hale gülüyorum dedim. Okuldan uzaklaştırıldığım zaman belirsiz bir dönemdi. Ne olacağı belli değil. "Herkes gereğini yaptı, sen gereğini yapamıyor musun?" diye çevreden söylenmeler oluyordu. İmam hatipte öğrenciler için de başörtüsü sıkıntıları başlamış. Hatta senin sürülmendeki tek sebep kendini başını açmıyor olman değil, o ortamda var olman dediler. Ben öğrencilere hiç bir şey söylemiyordum. "Hocam siz ne yapacaksınız" diye birkaç öğrenci sorunca "Bu Allah'ın emri, farz, kesinlikle başımı açmam" diyordum. Geri adım atmadığımı görüyorlardı. Aleyhimde yazılan raporlarda, "Kendi başını açmamasıyla birlikte, o ortamda bulunmasıyla öğrencilerin de başını açmasına engel oluyor. Bu yüzden bir an önce uzaklaştırılması lâzım" diye uzaklaştırıldığımı öğrendim. Uzaklaştırma sırasında okul tekrar çağırdı. İmam Hatipteki okul müdürünün yanına gittim. Bu sefer çok nazik, kibar davranıyordu. "Hocam benim Ankara'da bağlantılarım çoktur. Siz bugün açmaya karar verin okula tekrar geri getirtiriz. Hatta burada öğrenci ve öğretmenleri tanırım diyorsanız başka okula tayininizi isteyelim. Kimsenin tanımadığı bir ortamda daha rahat başınızı açarsınız" dedi. "Allah'ın emri her yerde. Ben başka okula gidince Allah'tan kaçamam ki. Arkadaşlarımdan utandığım için başımı açamıyor değilim. Hiç tanımadığım insanlar arasında da bir şey değişmeyecek." dedim İkna için uğraştı benimle. Daha sonra şunu öğrendim, müdürün benimle konuşmadan önce, benim kalemim kırılmış. Hakkımdaki karar zaten infaz edilmiş, henüz bana duyurulmamış. İyi ki oyuna gelip onun sahte yardımseverliğine kanmadım diye şükrettim. Uzaklaştırma bitince tekrar okula döndüm. Bir defa açığa alındım ve sonra atıldım. 25 Nisan 2000 Salı günü bir sınıftaydım. Derste nöbetçi öğrenci bana sarı bir zarf getirdi. Açtım okudum ilk etapta algılayamadım. Derse devam ettim. Kötü bir şeylerin olduğunun da farkındayım. Teneffüste müdürün yanına geldim. "Bu nedir?" dedim. "Derse devam etmiyorsunuz" dedi. Müdür dindar görüntülüydü, ama korkakça tavırlar sergiliyordu. Baş muavin ise dindar değildi ama yaklaşımları daha insanî ve daha demokrattı. Müdür benden hep korkuyordu, bunun için benimle ilgili kararları hızlıca alıyordu. Ona bir şey yapılmasından korktuğu için resmi işlemleri hemen yapıyordu.
Belgeyi aldığınızda neler hissettiniz?
Çok enteresan bir halet-i ruhiyeydi. O hal farklı bir şeydi. Kendimi kahretmedim çok güçlü hissettim. Ama ülkem adına çok üzüldüm. Sonuçta 17 yıl eğitim hayatım geçti. Öğretmenliğimin 9. senesindeydim. Acemiliği atlatıp, öğretmenlik noktasında olayı daha rayına soktuğum, daha iyi götürdüğümü hissettiğim bir dönemdi. Yunus Emre'nin "Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi" dizesi anlatıyor. Verim vereceğin sırada kökünü kesiyorlar. Rızkı Allah verir tabiî ki. Dünya bir imtihan "Settar" ismi üzerinden imtihan olunuyoruz. Rezzakiyetine güvenip güvenmeme noktasında imtihan olunuyoruz. Küfür devam eder ama zulüm devam etmez diye düşündük.
Tebliği aldığınız gün tekrar derse döndünüz mü? Öğrencilere ne dediniz?
Evet derse döndüm. Erkek sınıfıydı onlara bir konuşma yaptım. Ağlayıp sızlayan, beni atıyorlar diye şikâyet eden bir konuşma değildi. "Arkadaşlar ben antidemokratik bir uygulama sonucu bundan sonra öğretmenliğime devam edemeyeceğim. Sizler gençsiniz, bu ülkenin gençliği olacaksınız. Böyle anti demokrat uygulamaların kalkmasını sizler sağlayacaksınız ki insanlar mağdur olmasın" dedim. Gidiyorduk, ama başımız dikti. Hâlâ zulüm olduğunu hakkımızın yendiğini düşünüyorum.
ELİF NUR KURTOĞLU
YARIN: EĞİTİMDEN KOPMADI
|
09.03.2010 |