Görüş |
Zulmü avantaja çevirmek
Dünyada bir çok bilinmeyenin keşfi insanların kendi iradesiyle olmamıştır. Genelde farkında olunmadan veya başka bir amaç hedeflenirken daha önce kimsenin hayalinden bile geçiremeyeceği bilgilerin kapıları insanlara açılmıştır. Bu durumda sanırım önemli olan insanın o kapıdan girmesi ve yeni olanı seyretmesidir. Lisedeyken tarih hocamız, Amerikan’ın keşfini anlatırken kaptanın amacının aslında Hindistan’a yeni bir ulaşım yolu bulmak olduğunu söylemişti. Kaderin cilvesi, gemi Hindistan’a değil yepyeni, bilinmeyen ve zengin koca bir kıt'aya demir attı. Düşünürsek şimdi kaptan başarısız mı oldu? Tahmin ediyorum kaptan amacına ulaşamamanın üzüntüsünü ve yeni tecellinin heyecanını bir arada yaşamıştır. Daha sonra büyük bir keşif ve gerisini biliyoruz. Bu bilgiyle daha sonra karşılaşmadım, ama hayatımla ilgili bir sonuç çıkartabilirim. Hepimiz hayata bazı amaçlarla bağlanırız. Yeni doğmuş bir bebek bile büyümek ve gelişmek amacını bağıra çağıra ilân eder. Yaş ilerledikçe amaçlar değişir, bizimle birlikte büyür ve gelişir. Bu sefer bağırıp çağırmak yerine planlar yapar, araştırır ve çalışırız. Hazırlıklar tamam olunca yola çıkarız. Yolculuk bilinene, istenilene ve beğenilene doğrudur. Kaptanın Hindistan’ı amaçladığı gibi… Hep yolun sonu hayal edilir, başarının zevki daha baştan hissedilir. Ama bazen Denizin Sahibi ya hiç bilmediğimiz bir sahile bizi ulaştırsa ne yapacağız? Bu bizim için yeni bir keşif başlangıcı mı, yoksa başarısızlığımızın sonucu mu olacak, sebep ne olursa olsun. Bunları neden mi anlatıyorum, çünkü ben bir katsayı mağduruyum. Biliyordum, istiyordum, planladım ve on iki yıl hazırlık yaptım. Ama yolun tam da sonuna gelmişken öyle zalim bir fırtınaya yakalandım ki hiç düşünmediğim bir sahilim, yani mesleğim oldu. Üzüldüm demek yeterli bir kelime olmadığı için söylemeliyim ki bunalıma girdim ve birçok arkadaşım gibi ben de bu zalimliğin kurbanı oldum. Sanki bir deprem olmuş ve altında ikinci sınıf insanlar sayılan bizler kalmıştık. Çaresizlik, ümitsizlik, karamsarlık, korku… Çaresizce sahile çıkıp keşfe başlayınca Planların Sahibinin bizim için aslında ne kadar uygun bir plan yaptığını anlamamız uzun sürmedi. Bildiğim mağdurların bir çoğu yeni tecelliden çok güzel keşifler yaptılar ve bu keşiflerden bazıları zamandan bağımsızlık içerdi. Yani sadece bu dünyada değil sonsuz âlemlerde de kullanabilecekleri bilgilere ve duygulara ulaştılar. Tabiî burada amacını saplantı hâline getirip yeni tecelliye gözlerini kapayanlardan bahsetmiyorum. Kalbura dönen eğitim sistemimizin en büyük adaletsizliği şiddetini azalttı ama hâlâ devam ediyor. Öğrenciler ve aileleri hâlâ bir imtihandalar. İmtihanı kazanabilmek için sınava girmemiz gereklidir, kaçarsak hoca bizi sürekli aynı sorulardan sorumlu tutar ve üst sınıfa geçemeyiz. Üç beş puanın hatırı için çizgimizi, yönümüzü hatta ahiret amacımızı değiştirsek sanırım aynı soruyla uzun yıllar muhatap olmamız gerekecek. Ben inanıyorum ki demokratik tepkiler yanında bu zulmü herkes kendi dünyasında avantaja çevirebilirse, gerçek dünya da değişir. Büyük bir kesimin âleminde sınav puanları çok büyük bir önem arz ettiğinden söylüyorum, Puanların Sahibine emanet olun.
MERAL ERDOĞAN |
07.04.2010 |
İfadede geç kalınmış duygular
Kendimi garip hissediyorum, garip işte. Aczin kuyularına, fakrın eteklerine düşmüş, gerçek kudreti arıyorum. Aczime şefaatçi, fakrıma bir Ganî arıyorum. Yoksa insan olmanın gereği duygular, lâtifeler handikabında boğulmaktan korkuyorum. Kendimden korkuyorum. Benden, eneden korkuyorum. Bu korku ile nahnü’ye yalpalaya yalpalaya koşarken başka ene’lere çarpıp düşüyorum, yılmıyorum düştüğüm yerden kalkıyorum. Koşmaya devam… Düşe kalka havuza doğru, kendi havuzumda boğulup kaybolmamak için. Lâtifeler, duygular çemberinde dönüp durduğumu fark ediyorum. Terakkî safhalarını atlamaya çalışırken bir de bakıyorum ki aynı daireyi dönüyorum. Bir öteki daireye atlamak istiyorum, nefsin girdabından kurtulup. Ama neredeyim bilmiyorum. Bataklığa düşmüş mütehayyirler gibi bir nur arıyorum, ‘Al sana topuz’ diyenler oluyor korkuyorum, ama arıyorum. Tek ümidim ümitli olmam, ümitli olmanın habline tutunuyorum. Ümidin kendisine tutunuyorum. ‘Ümidinizi kesmeyin’ diyene tutuluyorum. Şimdi daha hızlı koşuyorum. Daha doğru adımlarla, kim olduğumu kimden olduğunu, kime koştuğumu bilerek. İşte şimdi kaçıyorum. İsraftan, odun yığınlarından ve kaçmaktan da kaçıyorum. Nefesimin gürültüsünden kimseleri duyamıyorum. Nefes alışlarım feryada dönüşüyor. Feryatlarım yakarışa. Yakarışlarım içinde maksadıma vâsıl oluyorum. Visal buluyorum. Firak elemi olmayan telâki vadilerinde ebedî saadetin hicap perdesini kaldırıp ’’Ben geliyorum’’ diyorum. “Âsiyim ama marzî olmak istiyorum” diyorum. Sonra vazgeçiyorum “Ben” demekten, “Biz geliyoruz” diyorum. Ben ‘bize’ dahil oldum. ‘Seni bulanlar’ı buldum, Sana geliyorum. Ve o zaman uyandığımı fark ediyorum. Bizi bulunca, bizimkileri bulunca uyanıyorum. Artık her şey daha net. Her şey anlamlı oluyor. Her bir mevcutta Vahid’i, Ehad’i görüp, görenlerle tefekkür ediyorum ve uyandığımı fark ediyorum. Risâle-i Nur güneşinin hayatıma doğması ile uyandığımı fark ediyorum…
BURCU ULUDAĞ |
07.04.2010 |