Sami CEBECİ |
|
Zübeyir Gündüzalp çizgisi |
Kafkaslardan göç ederek Karaman ili Ermenek ilçesine yerleşen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Zübeyir Gündüzalp 1944 yılında Risâle-i Nurları tanıdı ve 1947 yılında Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine girdi. Üstadın “Kâinata değişmem” dediği bu iman ve İslâm fedaisi, fenâfi’l-Üstad olmanın yanı sıra, müdebbir ve müdakkik karakteriyle Risâle-i Nurun meslek ve meşrebini tam mânâsıyla kavradı. Üstadın tarz-ı hayatını ve hizmet usûlünü yakından takip etti. Âdetâ, Üstadın sır kâtibi oldu. Bediüzzaman, “Üçüncü Said” olarak vasıflandırdığı son hayatında, günde yedi sekiz gazeteyi getirtip, İslâmiyet ve Risâle-i Nurla alâkalı konuları sadece ona okutup dinlerdi. Diğer hizmetkârlarına “Size menfî tesir eder. Zübeyir’e tesir etmez. Onun için sadece ona okutuyorum” diyerek açıklama yapardı. 1948 yılında Bediüzzaman Hazretleriyle Afyon hapsinde yatan Zübeyir Gündüzalp, tahliyeden sonra Üstad vefât edene kadar hep onunla birlikte oldu. 23 Mart 1960 yılında Üstad vefat edince meydana gelen dağınıklığı o toparladı. Meslek ve meşrebe taalluk eden düstur ve prensipleri, “Hizmet Rehberi” ile “Beyanat ve Tenvirler” adlı kitaplarda derleyip tanzim etti. 2 Nisan 1971 yılında vefat edinceye kadar bu prensipleri cemaat içinde yaşanır hâle getirdi. Böylece Risâle-i Nur mesleğinin orijinal özelliğinin ne olduğunu hem ilmen, hem de fiilen ortaya koydu. Zübeyir Ağabey, üç devre-i hayatıyla Üstadı bir bütün olarak kabul ettiği gibi, Risâle-i Nur Külliyatını da bir bütün olarak görüyor ve hayata tatbik ediyordu. Sahabe mesleğinin bu asra bir yansıması olan Risâle-i Nur Hareketinin, ne tarikatvârî bir havaya büründürülmesine, ne de hoşgörü perdesi altında dünyevîleştirilmesine asla izin vermiyordu. Müsbet her türlü yeniliğe açıktı. Ancak, ruh-u aslîden ve Nur mesleğinin orijinal kimliğinden ayrılmamak şartıyla. Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniyenin her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-i dikkatlerini celp etmekle olduğunun farkındaydı. İttihad ve Yeni Asya gazetelerinin çıkartılmasına onun için öncülük etmiş, ilk olarak Mihrap ismiyle kurdurduğu Yeni Asya Yayınları adı altında dînî kitapların neşrine onun için çalışmıştı. Çok ileri görüşlü ve feraset sahibi bir dâvâ adamıydı. Bediüzzaman Hazretlerinin “İslâmiyet, Kur’ân ve bu vatan maslahatına; dersleriyle, talebeleriyle ve bütün kuvvetiyle desteklediği” Demokratları, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden o da destekliyordu. Irkçılık adına milliyetçilik yapanlara “Bunlar Halk Partinin milliyetçileridir”; dindar kimliği öne çıkararak veya din adına siyaset yapanlara da “Bunlar da Halk Partinin dindarlarıdır” tarifini yapıyordu. Müsbet hareket olan nur mesleğinin bu kuralını harfiyen uyguluyor, hiçbir kargaşa ve olumsuz eyleme pirim vermiyordu. Cumhuriyet ve demokrasiyi “küfür rejimi” diye tahkir eden ‘siyasal İslâmcılar’a bedel; Üstad gibi samimî olarak cumhuriyet ve demokrasiye İslâm nâmına sahip çıkıyor ve sahip çıkılmasını istiyordu. Bediüzzaman’ın, Süfyan komitesinin tahribini tamirle vazifeli son müceddid olduğunu çok iyi kavramış ve bütün benliğiyle onun dâvâsına sahip çıkmıştı. Yeni Asya grubu, işte bu Zübeyrî çizgiyi takip ediyor ve bunu kendine misyon olarak kabul ediyordu. Beş günlüğüne birlikte İstanbul’a geldiğimiz Ahmet Genç Ağabeyle ziyaret ettiğimiz Zübeyir Ağabeyin kabri başında bu mânâlar bir film şeridi gibi hayalimden geçti. Otuz dokuz sene evvel rahmet-i Rahman’a kavuşan bu kahraman dâvâ adamını minnet ve şükranla anıyoruz. O ve diğer Nur Talebelerinin ruhu şâd ve mekânları Cennet olsun, âmin…
07.04.2010 E-Posta: [email protected] |