08 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

Sınav kaygısını faydanıza kullanabilirsiniz

Hafta sonu Pazar günü yapılacak Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ile yaklaşın Seviye Belirleme Sınavı (SBS) öncesi hem aileler, hem de çocukları stresli günler geçirmeye başladı.

Uzmanlar ise çocuklara sınav stresinden uzak durmaları tavsiyesi yapıyor. Bursa Özel Bahar Hastanesi’nden Uzman Psikolog Vildan Kavak, öğrencilerin stresten kurtulmaları için ailelere büyük görevler düştüğüne vurgu yaptı. Kavak, sınav stresini ‘bireyin elde edeceği başarısızlığı kişiliğinden görüp, bilginin sınavda etkili bir biçimde kullanılmasını engelleyerek başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı’ olarak açıkladı.

Sınavlar öncesi yaşanan kaygının asıl sebebinin olumsuz düşünce ve algılar olduğunun belirten Psikolog Kavak, “Öğrencinin olumsuz düşünceleri sebebiyle sınavın kendisi için taşıdığı anlam gerçek anlamdan uzaklaşır ve kaygı başlar. Bazı öğrenciler daha rahat ve başarılı olurken, bazıları yoğun kaygı ve başarısızlık yaşar” dedi.

Hafif düzeyde kaygının öğrenme için gerekli olduğuna dikkat çeken Kavak, şunları söyledi: “Kaygı sırasında salgılanan adrenalin, kişinin zamanı verimli kullanma becerisi, dikkat ve öğrenme gücünü arttırır. Ancak kaygı çok yoğun ise kişinin odaklanma becerisini zayıflatır, unutkanlığı arttırır ve konsantrasyon güçlüğüne yol açar. Amaç kaygıyı ortadan kaldırmak değil, kaygıyı yarar için kullanabilmektir.”

Sınav kaygısının kolayca anlaşılabileceğine işaret eden Kavak, belirtileri şöyle sıraladı: “Sınav kaygısı zihinsel, fiziksel, duygusal ve davranışsal olmak üzere dört şekilde yaşanır. Zihinsel belirtiler olarak, düşünceleri toparlayamama, unutkanlık sayılabilir. Fiziksel belirtiler ise mide ve barsak rahatsızlıkları, baş dönmesi, nefes alıp vermede güçlük olarak ortaya çıkar. Sinirlilik, karamsarlık, huzursuzluk ise duygusal belirtilerdir. Davranışsal belirtileri de, kaçma ve kaçınma (ders çalışmayı erteleme) şeklinde cereyan eder.”

Psikolog Kavak, sınav kaygısının sebeplerini ise şöyle sıraladı: “Zamanı iyi kullanamama ve iyi çalışmamaya bağlı sınava hazır olmama. Kendine güvensizlik, başarıyı yetersiz görme, başarısız olma korkusu. Hedefin belirsiz ya da çok yüksek olması. Ailenin yoğun baskısı. Yüksek beklenti. Düzensiz uyku ve beslenme.”

EBEVEYNLER BASKICI

DAVRANMAMALI

Anne ve babaların çocuğun çalışma isteği ve süresini arttırmak niyetiyle kaygıyı arttırıcı yaklaşımlardan kaçınmaları gerektiğinin altını çizen Vildan Kavak, ‘Daha fazla çalışmalısın’, ‘Bu son şansın’, ‘Ablan kazandı, sen de başarırsın’ gibi beklenti ve kıyaslama içeren cümlelerin baskıyı arttıracağını kaydetti.

Bunun yerine ‘Nasıl gidiyor?’, ‘Neler yapıyorsun?’, ‘Bizden istediğin bir şey var mı?’ gibi sözlerle çocuğun teşvik edilmesini isteyen Kavak, “Problemlerle ilgili sürekli soru sormak, öneriler sunmak çoğu zaman işe yaramayabilir. Bazen yorum yapmadan dinlemek, çocuğun kendisini çok daha iyi hissetmesini sağlayacak, sorunların tesbit ve çözümü konusunda yardımcı olacaktır” dedi.

UZMANINDAN SINAV TÜYOLARI

l Düşüncelerinizi ve inançlarınızı yeniden gözden geçirin. ‘Bu sınav için yeterli değilim, başaramayacağım’ yerine ‘Sınav sonucumu şu an bilemem. Sınavı kazananların çalışmaktan başka formülleri yok. Ben de yapabilirim’ gibi yorumlar yapın.

l Geçmiş başarısızlıklarınız yerine başarılarınızı düşünün. Meli-malı ifadeleri kullanmayın. ‘başarılı olmalıyım’, ‘en yüksek puanı ben almalıyım’ gibi ifadeler bir zorunluluk içerdiği için kaygı oluşturabilir. ‘Başarılı olmalıyım’ yerine ‘başarmak istiyorum’ deyin.

l Mükemmeliyetçi olmayın. Mükemmeliyetçi kişiler sürekli yaptıklarının yeterince iyi olmadığını, daha iyisi olması gerektiğini düşünerek kaygı düzeylerini yükseltirler.

l Sınav esnasında yoğun heyecan yaşadığınızda bu heyecanın bir duygu olduğunu ve herkesin bu duyguyu yaşadığını unutmayın.

l Performansınızı başkalarıyla değil, kendinizle kıyaslayın.

l Çalışmalarınızı ertelemeyin. Ertelemek kişinin yükünü ağırlaştırır.

l Zaman yönetiminizi iyi yapın.

l Dengeli ve yeterli beslenin. Vitamin değeri yüksek gıdaları, balık, sebze, su gibi kaygı, dikkat, enerji ve beden sağlığı için olumlu besinlerin tüketimini arttırın. Çay, kahve, sigara gibi kaygıyı yoğunlaştıran yiyecekleri azaltın.

l Düzenli egzersiz yapın.

l Uykunuza özen gösterin.

08.04.2010


Çocuklar da travma yaşayabilir

DavranIş Bilimleri Enstitüsü çocuk ve genç uzman psikoloğu Nur Dinçer, küçük bir bebeğin bile travma yaşayabileceğini belirterek, hayatın her anında yaşanacak bu muhtemel durumdan kurtulmanın en önemli yolunun, rutin hayata devam etmek olduğunu söyledi.

Psikolog Nur Dinçer, her yaşta görülebilecek olan travmanın çeşitlerinin ise kişilik yapısı ve yaşa göre değişim gösteren, travma şiddetiyle ilgili olduğunu ifade etti. Dinçer, bazı ekollere göre, bir insan en büyük travmayı doğduğu an yaşadığını ve zamanla bunun etkisini üzerinden attığını söyledi. Psikolog Nur Dinçer, ‘’Bir bebek ile yetişkinin yaşadığı travma aynı olmayacaktır. Meselâ bebeğin altını değiştiriyorsunuzdur. Yanda duran oyuncak, bebeğin üstüne düşer. Biz yetişkinlere göre çok basit olan bu durum, bebeğe göre travma olabilir’’ dedi.

İnsanlar için travmanın değişik şekillerde geliştiğini ifade eden Dinçer, ‘’Meselâ bir çocuk açısından bakılırsa çok gürültülü bir ortam, evde anne ve babanın kavga etmesi, öğretmenin okulda attığı tokat, arkadaşları tarafından tartaklanması travmatik bir durum olabiliyor. Travma için illa bir ölüm, kaza olayı gibi büyük bir şey olması gerekmiyor. Zaten travmayı tanımlarken, kişinin günlük yaşantısındaki rutinin bozulması olarak tanımlıyoruz’’ görüşünü dile getirdi.

Uzman Dinçer, daha çok travma etkisinin çocuğun yaşadığı aile ortamı, çocuğa verilen aile desteği ile ilişkili olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti:

‘’Diyelim ki çocuk öğretmeninden dayak yedi. Eğer çocuk evde de anne babasından destek görmeyen, evde de şiddet gören bir çocuksa, bu çocuğun yaşadığı travma, okula gidip çocuğuna sahip çıkan anne ve babanın çocuğunun yaşadığından çok daha zorlu olur. Bir travmayı atlatmanız için sosyal destek ve yeniden rutin sağlanması gerekmektedir. Herkesin travmayla baş etmesi farklıdır. Hepimizin var sayılan bir travma kutusu vardır. Bazılarınınki çok küçüktür, bazısının geniştir. Geniş olanlar daha büyük olayları daha kolay atlatır. Travmayı çabuk atlatmak, kişilik yapısı, genetik özellik, yaşanılan aile ortamı ile sosyal çevre ve bilgi düzeyiyle ilgilidir.’’

08.04.2010


Türk doktorlarından bir ilk

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde, dünyada ilk kez göbek deliğinden girilerek vücutta iz bırakmadan reflü ameliyatı gerçekleştirildi.

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyeleri Prof. Dr. İsmail Hamzaoğlu, dünyada cerrahi yöntemlerin çok hızlı değiştiğini, 1990’lı yıllardan itibaren karın bölgesinde yapılan açık ameliyatların yerini laparoskopik yöntemlerin aldığını söyledi. Laparoskopik yöntemle yapılan ameliyatlarda karın bölgesinde birçok delik açıldığını kaydeden Hamzaoğlu, bu yöntemle mide, kalın bağırsak, yemek borusu ameliyatları ile safra kesesi, dalak ve böbrek üstü bezlerin çıkarılması gibi işlemlerin gerçekleştirildiğini kaydetti. Prof. Dr. Hamzaoğlu, tıpta yaşanan gelişmelere bağlı olarak daha sonra göbek deliğinden tek bir delikten girilerek bu ameliyatların yapılması fikrinin oluştuğunu ifade etti. Tek delikten yapılan ameliyat yönteminin öncelikle safra kesesinin alınmasında kullanıldığını anlatan Hamzaoğlu, kendilerinin de yaptıkları çalışma ile önce göbek deliğinden reflü, ardından kalın bağırsak ameliyatlarını yapmayı başardıklarını söyledi.

VÜCUT BÜTÜNLÜĞÜ BOZULMUYOR

Reflü ameliyatlarında bu yöntemin Türkiye’de ve dünyada ilk olduğunu ifade eden Hamzaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Daha önce reflü ameliyatları açık ya da laparoskopik yöntemle yapılıyordu. Biz ise göbek deliğini kullanarak neredeyse hiç iz bırakmayan reflü ameliyatı gerçekleştirdik. Bu yöntemde, bizim geliştirdiğimiz, karaciğeri yemek borusunun üzerinden kaldıran özel bir teknik var. Normal anatomik yapıda, karaciğeri kaldırmadan bu ameliyatı yapamazsınız. Biz burada, hiç alet kullanmadan, karaciğeri kaldıran özel bir teknik uyguladık. Bu yönteme ‘İstanbul Tekniği’ adını verdik. 1936’da ilk reflü ameliyatı, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Dr. Rudolf Nissen tarafından yapıldığı için bu ismi uygun gördük. ‘İstanbul Tekniği’ adını verdiğimiz bu yöntemle hastalar, kendilerini daha iyi hissediyor ve çok daha az hasar görüyor. Ayrıca bu yöntemle vücutta belirgin bir yara izi olmuyor. Vücut bütünlüğü bozulmadığı için de hastaların morali daha iyi oluyor.’’

08.04.2010


Bilinçsiz diyet, psikolojinizi bozabilir

İnce bedenlere sahip olabilmek için yapılan bilinçsiz diyetin ‘Anoreksiya’ ve ‘Bulimia’ gibi yeme bozukluğu hastalıklarına sebep olduğu ifade edildi.

Uzmanlar, daha çok genç kadınlarda görülen yeme bozukluğu hastalığının ilerlemesi durumunda psikiyatrik tedavinin gerekebileceği uyarısında bulundu. Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Diyetisyen Yeşim Çelik, ince bedenlere sahip olabilmek için yapılan bilinçsiz diyetler konusunda uyarılarda bulundu. Bilinçsiz diyetin ‘Anoreksiya’ ve ‘Bulimia’ gibi yeme bozukluğu hastalıklarına sebep olduğunu kaydeden Çelik, hastalık sebeplerinin psikolojik, sosyal ya da genetik olabileceğinin altını çizdi. Yeşim Çelik, yeme davranışlarında değişiklik olmasının başlıca sebebinin psikolojik bozukluklar olduğunu kaydetti. Psikolojik sorunların yanı sıra inceliğe önem verilmesi, oyuncu ve mankenlere özenme gibi sebeplerden dolayı yeme bozukluklarının en çok genç kızları etkilediğini vurgulayan Çelik şunları söyledi: “Yeme bozuklukları ya yiyecekten tiksinerek yemeyi reddetme ya da yediğinden dolayı suçluluk duyarak kusma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yemeği tiksinerek reddetme ‘Anoreksiya Nervoza’, yediğini kusma ‘Bulimiya Nervoza’ olarak tanımlanmaktadır. Yeme bozukluğu daha çok genç kadınlarda görülmekle birlikte bazı mesleklerdeki (aktör, manken, dansçı) erkeklerde de görülebilmektedir.” Hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra hasta ve ailesinin psikolojik tedaviye başlamasının gerekli olduğunu söyleyen Çelik, hastalığın ilerlemesi durumunda psikiyatrik tedavinin gerekebileceğini sözlerine ekledi.

08.04.2010


Tiroid bezinin çalışmaması çocuklarda zekâ geriliği sebebi

Gazİantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Kılınç, tiroit bezinin çalışmaması ya da doğuştan yokluğunun yenidoğan döneminde en sık karşılaşılan endokrinolojik sorun olduğunu söyledi.

Kılınç, ‘Konjenital Hipotiroidizm’’ olarak adlandırılan doğumsal tiroit yetmezliğinin, çocukluk çağı hastalıklarının en önemlilerinden olduğuna dikkati çekti. Doğumsal tiroit yetmezliğinin çocuklarda önlenebilir zekâ geriliği sebeplerinin başında geldiğini, bu sebeple hastalığın erken teşhisinin ve tedavisinin önemli olduğunu ifade eden Kılınç, şöyle konuştu: ‘’Tiroit hormonları nörolojik gelişim üzerinde kritik bir etkiye sahip. Tiroit bezinin yokluğu ya da çeşitli sorunlar nedeniyle çalışmaması zekâ geriliği başta olmak üzere çeşitli sorunlara neden oluyor. Hastalığın belirtileri arasında kas gevşekliği, uzun süren sarılık, kaba bir yüz görünümü ve göbek fıtığı sayılabilir. Doğumdan sonraki ilk 4-6 hafta içinde hastalık belirti vermez ya da belirtiler tanı koyacak kadar yeterli değildir. Bu nedenle erken tanı ve tedavide gecikilmesi çocuklarda zekâ geriliğine neden olur. Tiroit bezinin çalışmaması ya da doğuştan yokluğu yenidoğan döneminde en sık karşılaşılan endokrinolojik sorundur.’ Kılınç, zamanında teşhisi konulan hastalığın ilâçla çok kolay bir şekilde tedavi edilebildiğini kaydetti.

08.04.2010


Hamilelikte egzersiz bebeğin fiziğini de koruyor

Hamİlelİk döneminde spor yapmanın doğumu kolaylaştırmanın yanı sıra, daha anne karnındayken kilosunun dengelenmesine yardımcı olduğu bebeğin sağlığına da katkıda bulunduğu bildirildi.

Yeni Zelanda’daki Auckland Üniversitesi ile ABD’deki Kuzey Arizona Üniversitesinde görev yapan bilim adamları, hamileliklerinin başında olan 84 anne adayını iki gruba ayırdı. İlk gruptaki anne adaylarından hamileliklerinin 36. haftasına kadar haftada 5 kez 40 dakika pedal çevirmelerini isteyen bilim adamları, diğer gruptakilere ise fiziksel egzersiz vermedi. Araştırmanın sonucunda, aşırıya kaçmadan hafif fiziksel egzersiz yapan anne adaylarının, diğerlerine göre biraz daha hafif ancak büyüme sorunu yaşamayan bebekler dünyaya getirdiklerini gözlemleyen bilim adamları, obez ya da kilolu kadınların ise ileride sağlık problemleri yaşayan çok daha iri bebeklere sahip olabildiğine işaret etti. Clinical Endocrinology and Metabolism gazetesinde yayımlanan araştırmada, bilim adamları, elde edilen sonuçların hamilelik döneminde yapılan hafif egzersizlerin bebek tarafından biriktirilen fazla yağ miktarını azalttığını gösterdiğini kaydetti. Hamile kadınların metabolizmaları konusunda araştırmalar üzerinde uzmanlaşan Anne Dornhors, fiziksel egzersizin anne ve bebeğin sağlığı açısından yararlı olduğunun git gide daha da fazla kabul görmekte olduğunu söyledi.

08.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl