Cevher İLHAN |
|
Siyasî hesaplara heba edilmemeli… |
Siyasî rant amaçlı polemikler, sadece siyasî iktidarın büyük iddialarla “tarihî fırsat” propagandasıyla ortaya attığı “Kürt açılımı”nı ve peşpeşe açıklanan “açılımlar” dizisini devre dışı bıraktırmakla kalmıyor; “anayasa değişikliği” de politik düellonun gürültüsüne geliyor. Doğrusu Avrupa Birliği müktesebatına ulaşmak adına hazırlanan 30 maddelik “paket”, oldukça eksik. Ancak zararın ne kadarı giderilse kâr… Meselâ Anayasa Mahkemesi’nin teşkiline geniş tabanlı temsil esası getiriliyor; ama başta AB’nin önerdiği temel demokratikleşme standartlarının başında gelen “dokunulmazlıklar”ın AB standartlarına göre tâdili yok. Venedik Komisyonu’na göre partilerin kapatılmasının zorlaştırılması var; ancak yine Venedik Kriterleri’nden olan AB’nin her fırsatta ilettiği temsilde adâleti temin edecek seçim barajının AB normlarına çekilmesine de siyasî iktidar ısrarla karşı çıkıyor. Siyaseti demokratikleştirecek, siyasî partileri lider sultasından kurtaracak, hâkim nezâretinde önseçimi ve tercih sistemini sağlayacak, seçim ve siyasî harcamaları denetim altına alacak yasal düzenlemelere temel teşkil edecek düzenleme de yok. “Ulusa sesleniş”te “Türkiye’yi demokratikleştirdiklerini” söyleyen Başbakan Erdoğan, ne hikmetse “Türkiye’nin seçim barajının indirilmesine hazır olmadığını” ileri sürüyor. Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsü Çiçek, “Biz yüzde 10 barajının düşürülmesine karşıyız; eğer baraj düşerse, çok parçalı bir Meclis olur” endişesini açıklıyor. “Büyük reformlar yaptıklarını” söyleyen Çiçek’in bu “gerekçesi”, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’le birlikte siyasî partileri kapatan 12 Eylül darbesi lideri Evren Paşa’nın, “Neden âdil ve eşit davranmadınız; sağda iki partiye (MDP ve ANAP) müsaade ederken solda bir partiye (Halkçı Parti) icâzet verdiniz?” sorusuna, “Sağda tek partiye izin verseydik tek başına büyük ekseriyetle iktidara gelir, solda iki parti seçime girseydi Meclis’e bile girmezlerdi diye düşündük” gerekçesine(!) benziyor.
DEMOKRATİKLEŞMEYİ KELEPÇELEYEN… Keza “paket”te 12 Eylül darbecilerini yargılanmasını engelleyen madde kaldırılıyor; lâkin “darbe anayasası”nın Türkiye’nin eğitim sistemini kelepçeleyen YÖK’ü takoz olmaktan çıkaracak ve koordinasyon kurumu haline getirecek; yasadışı başörtüsü yasağı benzeri antidemokratik dayatmalarla muallel eğitimin demokratikleşmesi bulunmuyor. Memurlara toplu sözleşme hakkını sağlayan düzenlemelerde de AB’nin baştan beri istediği başta grev hakkı olmak üzere sendikal haklar bir başka bahara bırakılıyor. Ayrıca askerlere sivil yargı yolunu ve YAŞ kararlarını yargı denetimine açan düzeltmeler de yetersiz kalmakta. Askerî harcamaları denetim altına alacak, askerî ihâlelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri Sayıştay denetimine tabi tutacak köklü değişiklikler yapılmış değil. Bunun yanısıra TOKİ, TMSF ve Özelleştirme İdâresi benzerî kuruluşlar da denetim dışı. Balyoz soruşturması”ndaki kargaşa için Adalet Bakanı, “Yargı reformu gereklidir” diyor; ancak gerçek bir yargı reformu için hükûmet Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu AB kriterlerine uyarlanmıyor. Cumhurbaşkanı Gül, 17 yıl önce 1993 yılında, Refah Partisi Milletvekili olarak TBMM Bütçe Plân Komisyonu’ndaki Adalet Bakanlığı bütçesi görüşmesinde, Adalet Bakanı ile müsteşarının Kurula üye olmasının son derece yanlış olduğunu ve bunun Türkiye’de yargı bağımsızlığını zedelediğini belirtmiş. HSYK’nin yapısı, bu görüşe göre düzeltilmiyor. (Tufan Türenç, Hürriyet, 5.4.2010) “Yargı reformu”nun her türlü siyasî mülâhazalardan uzak çağdaş demokratik hukuk devletindeki “kuvvetler ayrılığı” prensibine göre düzenlenmesi, ne yazık ki günübirlik siyasî tartışmalara kurban ediliyor.
DOĞRU OLAN, “PAKET”İN TEFRİKİ… Anamuhalefet Partisi, 30 maddelik “paket”ten “tartışmalı” üç maddenin çıkarılıp ayrıca oylanması durumunda geri kalan 27 maddeye tam destek vereceklerini deklâre ediyor. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu, “Doğru olan, birbiriyle ilgisiz maddelerin ayrı ayrı referanduma sunulması”ndan bahsediyor. Ne var ki AKP iktidarı, kamuoyunun büyük bir bölümünden bu isteği reddediyor. Garip bir politik tepkiyle Venedik Kriterleri’nin “referandum uygulamaları” ışığında önerdiği “paket”teki “aralarında muhteva bağı bulunan maddelerin aynı, ilgisiz maddelerin ayrı ayrı bloklarda toplanıp halkın oyuna sunulması”ndan kaçınıyor. Oysa sözkonusu maddelerin tefrik edilip bir “ikinci paket”te haklı itirazların geniş müzâkereye açılması halinde, “temel hak ve özgürlükler”den 12 Eylül darbesi ve YAŞ kararlarının yargıya açılmasına kadar “paket”in büyük bölümü referanduma gerek kalmadan beşyüz’e yakın oyla hızla Meclis’ten geçecek… Siyasî iktidar, “minare düzeltmek” kabilinde de olsa bu talebi değerlendirmeli; “30 Ağustos törenleri ritüelleri” gibi gereksiz gündemlerden ve “Hani desteklemeyecektiniz!” türü faydasız politik tahriklerden kaçınmalı… AKP, yedi buçuk yıldır vaad ettiği “demokratik sivil anayasa” vaadini tutmadı; hiç olmazsa bu fırsatı siyasî hesaplara hebâ etmemeli. En “son dakika değişikliği” bu olsun…
08.04.2010 E-Posta: [email protected] |