Cevher İLHAN |
|
Belâ zihniyet… (2) |
Said Nursî’ye “Bediüzzaman” ünvânı… “Belâ zihniyet”in karalamalarından biri de Said Nursî’nin “Bediüzzaman” lakâbıyla ilgili. Öncelikle şunu belirtelim ki “zamanın hârikası” ve “çağın eşsiz güzelliği” anlamına gelen bu lakâbı Said Nursî’nin kendisi veya daha sonra Nur Talebeleri vermiş değil; devrinin ilim adamları ve ilmî müesseseleri tarafından verilmiştir. Görünen o ki hareketli tahsil hayatında ve sonrasında devrin ulemasıyla çeşitli zeminlerde yaptığı hararetli ilmî münâzaralarla ilim dünyasının takdirini kazanmış; dinî ilimlerle çeşitli fenlerde yaptığı tetkiklerle müsbet ilimleri mezcettiren geniş birikimi ve ilmî üstünlüğünü ispat eden ilmî şahsiyetiyle “Bediüzzaman” ünvânını hak etmiştir. “Molla Said-i Meşhur” ünvânıyla tanındığı daha gençlik döneminde (1892) Siirt’te medresesine gittiği Molla Fethullah Efendi’nin medresesinde kendisinden ders alırken çeşitli kitaplardan sorduğu sorulara verdiği cevaplar üzerine, “Zekâ ve hıfzın (ezberin) ifrat derecesiyle bir adamda toplanması ender hâdiselerdendir” hayretiyle “Bediüzzamanlık ünvânı”nı verir. Bediüzzaman’ın 1946 yılında Emirdağı’nda talebesi Re’fet Bey’e yazdığı mektupta, “Meraklı kardeşimiz Re’fet Bey, Bediüzzaman’-ı Hemedânî’nin üçüncü asırda, vazife ve te’lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zât hakkında yalnız hârika ve zekâveti ve kuvve-i hâfızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt’li merhum Molla Fethullah eski Said’i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir” diye bu hususu açıkça belirtir. (Abdulkadir Badıllı, Bediüzzaman Said-i Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c.1, 109-110)
OSMANLI’DA “BEDİÜZZAMAN”… Keza İkinci Meşrûtiyet ve Hürriyetin ilânı esnasında Osmanlı’daki gelişmeleri yakından incelemek için İstanbul’a gelen dünyadaki siyasî ve fikrî akımları vukûfiyetiyle tanınan Mısır’ın meşhur âlimlerinden Ezher Üniversitesi reisi ve Şeyh Bahid Efendi de ilmî şöhretini duyduğu Said Nursî’yle ilmî sohbetler etmiş; aldığı veciz ve keskin cevaplar karşısında, “Ancak Bediüzzaman bu beyânda bulunur” takdirinde bulunmuştur. Peşinden 1926’da Said Nursî’nin Osmanlı ve Avrupa’nın geleceğine dair görüşlerini, nutuk ve makalelerini tâkip eden Batı felsefesine âşina Mısır’ın meşhur ulemasından Abdulaziz Çaviş’in ülkenin en büyük gazetelerinden “El Ahram”da “Fâtin’ul-asr Bediüzzaman” başlıklı seri makaleleri bunun bir başka delili. İstiklâl Marşı yazarı Mehmet Âkif Ersoy’un Mısır’da bulunduğu sırada Said Nursî’nin Osmanlı ve İslâm dünyasının mânevî ve maddî kurtuluşu ve istikbâli hakkındaki düşüncelerini sözkonusu “Bediüzzaman” başlıklı yazılarda okuduğunu Birinci Meclis’in ilk dönem Erzurum mebuslarından M. Salih Yeşiloğlu’na anlatmıştır. (a,g.e., 270-272) Bütün bunlar bir yana, diğer Osmanlı zâbitleriyle Gönüllü Alay Kumandanı olarak Kosturma’da bulunduğu esâretten firar edip Petesburg’a uğrayarak Varşova ve Viyana’ya varan ve “esir subay” olarak Almanlar tarafından Osmanlı Ordusu hesabına yazılan bir biletle tren yoluyla Sofya üzerinden İstanbul’a gelen Said Nursî’nin İstanbul gazeteleri tarafından duyuruluşu da “Bediüzzaman” ünvânıyladır. İstanbul’a geldiği 8 Temmuz 1918 tarihli Tanin gazetesinin, “Kürdistan ulemâsından olup, talebeleriyle beraber Kafkas cephesinde muhabereye iştirak eylemiş ve Ruslara esir düşmüş olan Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendi âhiren şehrimize muvasalat eylemiştir (ulaşmıştır)” haberi bunun en bâriz belgesi. Dar’ül Hikmet’ül İslâmiye azâsı olarak Ordu Kumandanı Enver Paşa’nın takdirâtıyla kendisine Osmanlı’nın en yüksek ilmî pâyesi olan “mahreç pâyesi”nin verilmesi resmî devlet yazışmalarında da “Bediüzzaman” lâkabı zikredilir.
MECLİS’TE “BEDİÜZZAMAN” İSMİYLE HOŞÂMEDİ… Daha Osmanlı döneminde yazdığı makaleler “Bediüzzaman” imzasıyla gazetelerde yer almış. Örneğin, 19 Kasım 1908 tarihli Şurây-ı Ümmet Gazetesi 46. nüshasında neşredilen “Hamidiye Alaylarının lağvının değil, intizamının gerektiği ve bu intizamın zararı defedip büyük menfaati temin edeceği”ne dair “Hamidiye Alaylarına Dair Beyân-ı Hakikat” başlıklı makalesinin altında “Bediüzzaman” imzası var. Meselâ 1912’de ikinci tab’ı “Arabî Hutbe-i Şâmiye” eserinin ikinci zeyli olarak İstanbul Matba-i Ebuzziya’da bastırılan ve bilâhare 1920’de Evkâf-ı İslâmiye matbaasında tab’ edilen Sünûhat kitabının sonuna ilâve edilen “Devâ’ül Ye’s” kitabına “Bediüzzaman Said Nursî” imzası atılmış… Özetle “Eski Said” dediği Osmanlı’nın son döneminde te’lif ettiği “Muhâkemat” ve “Münâzarât”, “Sünûhat” gibi eserlerinin hem Türkçe asıllı Osmanlıca ve hem yeni yazı Türkçe baskıları “Bediüzzaman Said Nursî” imzasıyla yayınlanmıştır. Ayrıca Said Nursî’nin hayatına dair bütün tarihçelerde, mahkeme iddianâmelerinde, resmî ve gayr-ı resmî belgelerin önemli bir kısmında, “Bediüzzaman” ismi açıkça zikredilir. Bütün bunların yanı sıra, 9 Kasım 1922’de (9 Teşrin-i Sani 1338) çoğu İstanbul’daki Meclis-i Mebusan mensupları olan eski mücahid arkadaşlarının ısrarlı dâvetleri üzerine Ankara’ya gelip ziyâret ettiği Meclis’te, milletvekillerinin Meclis Başkanlığı’na sunduğu “beyân-ı hoşâmedi (hoşgeldin merâsimi)” teklifinde de Said Nursî “Bediüzzaman” ismiyle anılmakta. “Riyaset-i Celîleye, Vilâyât-ı Şarkiye ulema-yı benâmından (meşhur âlimlerinden) olup Anadolu gazilerini e Meclis-i âliyi zuyaret etmek üzere İstanbul’an buraya gelerek samiin (dinleyici) locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâmedi edilmesini teklif eyleriz” takriri (önergesi), Meclis zâbıtlarında açıkça yer alıyor. (Zâbıt Cerîdesi, c.24:457) Uslanmaz menhus “belâ zihniyet”, Bediüzzaman’a bulaştırmaya yeltendiği yalanların tek tek hesâbını verecek; bir defa daha rezil ve rüsvay olacaktır…
27.03.2010 E-Posta: [email protected] |