Şükrü BULUT |
|
Almanya’da gençlik... |
Zaman zaman toplumun belli yaş grupları ve cinsiyetleri üzerine yapılan sosyal araştırmalar, dikkatimizi çekiyordu. Bugünlerde Köln’de bulunan Rheingold Vakfı Münih’teki Axel Springer grubuna bir araştırma yaptırmış. Çalışmanın neticesi “gençlik ve problemleri” hususundaki endişelerimizi seslendiriyor. Tamamen olmasa da kısmen müşahhaslaştırılmış meseleleri öncelikle paylaşmak istiyoruz. Araştırma 12-17 yaş grupları üzerinde yapılmış. Kendilerini daha ziyade fildişi kulelerde herşeyin tozpembe göründüğü bir dünyada bulan gençlerin ortak özelliği “tüketim cennetinde” yaşamaları. Çocukluktan gençliğe ayak bastıklarında herşey güzel ve mükemmel görünse de, zamanla erken uyarılan duygular, enaniyetin erkenden kuvvet bulması, ihtiyaçların da bu paralelde gelişerek gitmesi, tozpembe tabloları yavaş yavaş ortadan kaldırıyor. İhtiyaçların hissedilmesiyle birlikte “sınıflanma” erkence başlıyor. Zengin, istediğini alabilen ve normal hayat sahiplerinin yanı sıra yoksul, devletin himayesine muhtaç ve çaresizler... “Bugünün gençleri biraz daha tedirgin, mutsuz ve ümitsiz” diyor araştırma... Düne kadar meslek eğitimi veya başka bir yol ile ayaklarının üzerinde kalmayı düşünen gençlerin sayısı erimiş. Sınıflar arası mesafe gittikçe açılıyor: Ya oldukça zengin veya yoksullukta hüzünlü bir ölümü bekleyen gençlik... Araştırma “başkaldırıyı” gündeme getirmiş. Sosyal neticenin faturasını çevresine kesen, çevresiyle mücadele içindeki gençliğin büyüklerine karşı tutumu da oldukça menfî. Onları; arzularına evet dediklerinde müdahaneci veya ikiyüzlü, hayır dediklerinde ise zalim ve cebbar olarak niteliyorlar. Çok erken uyandırılmış ve sanal âlemlerle gelişmiş gençliğin “baba evini” erkence terk etmesine dikkat çekilen çalışma, gençlerin ikinci bir yuva arayışını vurguluyor. Yaşantısına karışmayacak, zevklerini tatmin edecek bir yuva. Ailenin yerine getirmekte âciz kaldığı isteklerine cevap verebilecek bir barınak. Ebeveynler bu tip gençleri daha çok sanal dünyanın kapıları olan aletlere yönlendirerek onları teskine çalışıyorlar. Fakat bu hal kavgaları geciktirse de şiddetini azaltamıyor. Yaralamalara varan birçok kavga ve tartışmayı anne-baba daha çok halıların altına süpürüyor. Axel Springer’in ilim adamları ve psikologları problemleri tesbit ederken, çözümde “çözümsüzlüğe giden” yolu gösteriyorlar. Rusya’nın disiplinli eğitimini tenkit etmek elbette çözüm değil. Peki, inançtan, ahlâktan, insanî değerlerden mahrum yetişen bu gençleri ne ile dizginleyecek ve nasıl terbiye edeceksiniz? Materyalist felsefeyi esas ve Freud’u örnek almış psikologların “zincirlenme,” “terbiye,” “itaat,” “hürmet” gibi kelimelerden hoşlanmadığını kabul ettiğinizde; demokrasiye inanmayan ve kas kuvvetini esas alan gençliği nasıl durduracaksınız ki... Rheingold’un araştırması da söz konusu gençlikteki biyolojik ve psikolojik gelişim tezadını ortaya koyuyor. 17 yaşına gelmiş bir gencin, henüz sekiz-on yaşlarındaki çocuklar gibi çocukça isteklerindeki direnmeler, tembellikler, serkeşlikler ilginçtir. Hatta psikolojik gelişimi de tezatlarla dolu. Bu gençler egolarını tatmin, hayvanî isteklerine ulaşma ve zevklerince yaşamada “Büyüdük!” derlerken insanî vazifelerinde tamamen dipte gözüküyorlar. Axel Springer adına çalışmayı yapan psikolog Stephan Grünsewald ile Dr. Daniel Salber’in çalışmaları bizi ümit yerine karamsarlığa sürüklüyor. Gençliği; aktif hayatı yaşayanlar, kendilerini reel âlemden tecrit ederek hayal dünyasında yaşayanlar, yani sanal dünya meftunları ve “uyuyanlar” olarak gruplandırmışlar. İkincisi izole olduğundan, geriye iki sınıf gençlik kalıyor ki, yalnızca anarşi, isyan, kaos ve kuvvete dayalı mücadeleyi temsil ediyorlar. Siyasetçilerin yalan ve hileleri bu gençliği “antidemokratik” bir boyuta taşımış. Hayvanî hürriyeti esas alan bu inançsız ve insanî değerlerden mahrum gençliğin misyonunu Rheingold Vakfı’nın araştırmasında okurken, hakikaten endişeye kapılmamak mümkün değil. Nesiller arası çatışmayı tekâmülün motoru kabul eden, gençlikteki isyanı pozitif kabul eden ve kuvvetlinin zayıf üzerindeki baskısını normal karşılayan bir anlayışın nereden kaynaklandığını, okuyucularımız bizden daha iyi bilirler. Çocukların önündeki oyuncakların alınması onları elbette huysuzlaştırır. Ama çocuklar zayıf olduklarından fazla zarar vermezler. Bir yönüyle çocuk kalan bu gençliğin oyuncaklarına dokunulduğu zaman ise, iç savaşa kadar gidebilecek bir süreci ortaya koymaya çalışan “bilimsel çalışma,” bir taraftan anarşi ve kaosu körüklerken, diğer yandan tedbir almak mecburiyetinde kalacak fert ve müesseselere gözdağı vermeye çalışıyor. Elbette Almanya’daki gençlik bundan ibaret değil. Fakat kilise, sivil toplum, siyasetçiler ve camiler vazifelerini yapmazlarsa, söz konusu “bilimsel çalışma” haklı çıkabilir. Bu netice yalnızca Almanya için değil, Avrupa ve hatta Türkiye gençliği için de geçerli olabilir. Zira gençliği tahrip eden metod ve araçlar umumileştiğinden, tehlike de genelleşti. Onun için, Kur’ânî çarelere duyulan ihtiyaç da globalleşti.
26.03.2010 E-Posta: [email protected] |