Nejat EREN |
|
Dengeli hayat, istikametli çizgiyi muhafaza etme yolları |
İnsan, fıtratı gereği olarak, ruhî ve duygusal bakımdan sürekli bir hareketlilik, farklılık arz ederken; biyolojik ve anatomik olarak da hem sürekli bir ihtiyaç, hem de devamlı bir gelişme içerisinde olan bir varlıktır. Durağan ve yeknesak bir hayat adeta ona bir ıztırap ve sıkıntı kaynağıdır. Bundan dolayıdır ki, günlük yaşantı sürekli bir değişim ve hareketlilik arz eder. Yaratılışında olan bu özelliğinden dolayı insanın bu tür ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Bütün bunların yerine getirilmesi için de lâzım olan kanun, sistem, düstur ve prensiplerdir. Sistemin hâkim olduğu dünyada en önemli konu ise, insanın kendi kendisine ters düşmemesidir. Kendisine ters düşen bir kişiliğin toplumla ve çevreyle barışık olması zaten düşünülemez. Âlemde “doğruluk, nizam ve intizam”ın esas olduğu inkâr edilemeyen bir gerçek olduğuna göre; hadiselerde boğulan ve “fıtratın ve toplumun kanunlarına” ters düşen bir insan için yapılacak tek şey eğitim ve tedavi edilme gerçeğidir. Ülkemizde ve dünyada meydana gelen, üzülerek şahit olduğumuz ve herkesi derin derin düşündürmesi gereken ise, bu tür şahsî, ailevî ve toplumsal travma, facia ve yanlışlıkların tamir edilip düzeltilmesi için gerçek kriter ve ölçülere ihtiyaç olduğudur. Yoksa her gün yaşanan bu dehşet verici hadiseler artarak devam edecek ve gelecek nesilleri daha büyük boyutlarda tehdit etmeyi sürdürecektir. Uluslar arası ifsat komitelerinin girdabındaki propaganda araçlarıyla adeta “hipnotize” edilmiş fert ve grupların bu yanlışlardan kurtulmaları için artık İlâhî ve Kur’ânî bir yolun takip edilmesi lâzım geldiği, dünyadaki gerçek ilim adamlarının sağduyulu tesbit ve çalışmalarından da anlaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, tahkikî iman sahibi olan ferd ve cemaatlere; yani “sivil otoriteye” çok büyük görev, vebâl ve sorumluluk düşmektedir. Şimdiye kadar piyasada olan ve her geçen gün insanlığı kötüye götüren yanlış tavır, metot ve tarzlarla değil; yepyeni, taze ve geçerli olan İlâhî ve çözüm üreten bir tarzla yola koyulmak artık kaçınılmazdır. Asırları kucaklayan son dinin mensupları, insanlığa lâzım olan bütün ilimleri içinde barındıran Kur’ân’ın talebeleri olan tahkikî iman sahibi dâvâ mensuplarına düşen aciliyet sorumluluğu budur. Bu yapılmadığı takdirde meydanı “siyaset bezirgânları” başta olmak üzere, “medya patronları”, “bürokrasinin ağa babaları”, “zinde güçlerin temsilcileri” alacak, millet ve insanlık üzerindeki zulümkârâne sultalarını ve yanlışlıklarını artarak devam ettireceklerdir. Burada çok önemli olan husus ise, insanlığın ortak noktada buluştuğu “demokratik, hürriyetçi ve bireyi öne çıkaran” bir tavırda birleşmek ve bunu hem geçerli, hem de sürekli hale getirmektir. Bütün bunları yaparken kâinatın en değerli varlığı olan “insana” yatırımı öne çıkararak; onu kırmadan, öldürmeden, ortalığı germeden, tahribât yapmadan hedefe kilitlenmektir. Yanlışa yanlışla değil; tam aksine doğru, müsbet, meşrû, kabullenilebilir, ıslâh edici, eğitici ve herkese faydalı olabilecek yolları devreye sokarak mukabele edilmelidir. Bunun için izlenmesi gereken yol ve tarz ise; her insan için lâzım olan temel ihtiyaçların temini, bunu elde etmenin yollarını doğru bir şekilde öğreterek elde etmesini, daha sonra da muhafaza etmesini sabit hâle getirip ona kazandırmaktır. Bunun da yolu; ferdin irşad edilmesi, ikaz edilmesi, olmadı tembih edilmesi, rehberlik edilmesi ve en son çare olarak da “had ve ceza” yolunun ihtiyar edilmesiyle mümkün olur. Eğitime muhtaç ve vazgeçilmezi olan insan için en önemli ve dikkatten kaçmaması gereken bir başka konu ise, dış dünyanın “afakî konularında” boğulmaya çalışılan insanın ruh hâlini iyi analiz edip, ferdi kendi iç dünyasıyla ve hayatın doğrularıyla buluşturmak; “enfüsî dairedeki“ sağlıklı çizgide onu tutmayı ve tutunmayı başarmaktır. Muhakkak ki, bütün bunları verebilmek için de, belli bir bilgi, tecrübe, birikim, maharet ve kaynak gereklidir. Bütün bu bilgi, tecrübe, maharet ve kaynak da fazlasıyla elde mevcuttur. Hem de dünya yüzünde hiçbir ülkede olmayacak kadar bu güzel ülkede mevcuttur Elhamdülillâh. Vefatının 50. yıldönümünde rahmetle andığımız ve artık bu asil millete mâl olmuş olan bir “Bediüzzaman ve Risâle-i Nur gerçeği” var bu ülkede! Onu yıllarca görmezden gelen, onun hakkında tamamen gerçek dışı basmakalıp yanlış fikirleri hiç araştırmaya lüzum görmeden “kopyalayıp” kullanan sözüm ona “aydınlar” yıllarını bu değeri kabullenmemekte harcadılar maalesef! Ve nihayet bunca tecrübe ve yıkımdan sonra gelinen nokta ibretlidir, acıdır. Fakat çok şükür ki, aynı zamanda da oldukça ümit vericidir! Sonsuz şükürler olsun! “Biz Bediüzzaman’ı tam olarak anlamamışız! Yanlış anlamışız!” beyanları bu yanlış gidişin tersine döndüğünün işaret fişekleridir. Hele şükür! Elhamdülillâh! Şimdi, bu münasebetle, ilk önce yıllardan beri bu “dâvâ adamının ve mu’cizevârî tefsirin” muhatabı olan bizler kendi nefsimize, daha sonra da muhatap olmak isteyen erbâbına özlü çözüm önerilerinden sadece bir kaçını “O’nun dilinden” aktarmaya çalışalım. Birbiriyle uğraşanlara tavsiyesi: “Birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.” (Mektubat, s. 259) Muhalefetin demokratik bir hak ve bazan doğruyu bulmakta rehber olacağı konusundaki tesbiti: “İhtilâftan bazen istifade olunur.” (Münâzarât, s. 35) Olaylara, insanlara bakış açısı ve analiz metodu: “Kalp kulağıyla, akıl gözüyle dinleyip baksanız.” (Münâzarât, s. 91) Boş işlerle uğraşmanın acı faturasını ortaya koyuşu: “Mâlâyâni ile iştigal, maksadı geri bırakıyor.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 197) Ferdî, siyasî ve sosyal hayat için koyduğu çok yerinde ve tarihî bir ölçü: “Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.” (Muhakemat, s. 53) Ferdî ve toplumsal hataları tamir etmenin tarzı konusundaki bakış açısı: “Ve en büyük mükâfat ise, af ile, mücâzât etmemektir.” (Lem’alar, s. 39) Yanlışsız ve kusursuz günlerimizin hâkim olacağı bir hayat yaşamak dilek ve temennisiyle.
09.04.2010 E-Posta: [email protected] |