Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Vallahi âhirete nisbetle dünya, birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Baksın bakalım, parmağıyla ne kadar su alabiliyor?
Câmiü's-Sağîr, No: 3830 |
10.04.2010 |
Bütün dünyaya bağırarak derim ki: Sözler benim değil Sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki: Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîm’in hakâikinden telemmu’ etmiş şuâlardır. Üçüncü Sebep:
Sözler hakkında, tevazu sûretinde demiyorum; belki bir hakikati beyan etmek için derim ki: Sözlerdeki hakâik ve kemâlât benim değil, Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş bazı katarâttır. Sâir risâleler dahi umumen öyledir. Madem ben öyle biliyorum. Ve madem ben fâniyim, gideceğim. Elbette bâkî olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir. Elbette, semâ-yı Kur’ân’ın yıldızlarıyla bağlanan risâleler, benim gibi çok itirazâta ve tenkidâta medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direkle bağlanmamalı. Hem madem örf-ü nâsta, bir eserdeki mezâyâ, o eserin masdarı ve menbaı zannettikleri müellifinin etvârında aranılıyor. Ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevâhir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mâl etmek, hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, risâleler kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşehât-ı meziyâtına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim. Dördüncü Sebep: Bazen tevazu, küfrân-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfrân-ı nimet olur. Bazen de tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi—ki ne küfrân-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun—meziyet ve kemâlâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün’im-i Hakikî’nin eser-i in’âmı olarak göstermektir. Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârâne desen, “Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirâne desen, “Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurâne bir fahirdir. İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: “Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.” İşte, bunun gibi, ben de, sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki: Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîm’in hakâikinden telemmu’ etmiş şuâlardır. “Ben sözlerimle Muhammed’i (asm) övmüş olmadım; aslında sözlerimi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmla övmüş ve güzelleştirmiş oldum” düsturuyla derim ki: “Kur’ân’ın hakaik-i i’câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’ân’ın güzel hakikatleri benim tâbirâtlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi.” Madem böyledir; hakaik-i Kur’ân’ın güzelliği namına, Sözler namındaki aynalarının güzelliklerini ve o aynadarlığa terettüb eden inâyât-ı İlâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.
Mektubat, s. 358
LÜGATÇE:
tereşşuh: Sızıntı. katarât: Katreler, damlalar. örf-ü nâs: İnsanların örfü. mezâyâ: Meziyetler, özellikler. etvâr: Tavırlar. cevâhir-i galiye: Yüksek dereceli, kıymetli cevherler. reşehât-ı meziyât: Meziyetlerin sızıntıları. hâsiyet: Husûsi fayda, özellik, tesir. küfrân-ı nimet: Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nîmetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme, nankörlük. istilzam: Gerektirmek, lüzumlu kılmak. tahdis-i nimet: Cenâb-ı Hakk’a karşı şükrünü edâ etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatma. temellük: Sahiplenme, kendine mâl etme. eser-i in’âm: Ni’metlendirme eseri. elbise-i fâhire: Övünülen elbise. telemmu’: Parıldama, ışıldama. şuâ: Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi. hakaik-i i’câz: Mu’cizeli hakikatler, gerçekler. terettüb: Sıralanmak, netice olarak çıkmak. |
10.04.2010 |
Fıtrî kahramanlar
İzmir Yeni Asya Hanım okuyucularının her ayın ilk haftasında düzenledikleri sohbetler büyük bir ilgi ve katılımla devam ediyor. Bu ay, üzerinde ihtisas yapılan kitap ise ‘Hanımlar Rehberi’ydi. Düzenlenen bu program, Risâle-i Nur’un asrın insanına sunduğu derin ilmi inceden inceye tetkik edip anlamak ve incelenen konuda ihtisas sahibi olmayı hedefliyor. Medeniyet fantaziyelerinin ve dünyanın cazibedar tekliflerinin hanımları, hatta dindar ve tesettürlü hanımları dahi içine çektiği bir zamanda; İzmir’in fedakâr şefkat kahramanları bu tuzaklara aldanmamak için daha fazla çalışmak gerektiğini düşünüyorlar. Her birinin pek çok sorumluluğu, ailesi ve çocukları olmasına rağmen, haftanın iki günü katıldıkları Risâle-i Nur dersleriyle yetinmeyip her ayın üç gününü de Kur’ân hakikatlerini okumak, anlamak ve hayata geçirmek için canla başla çalışıyorlar. Osmanlı döneminde ilim ve kültüre büyük önem verilmiş, her kesimden, her yaştan insanın ilim ve san'at dallarında eğitimine zemin hazırlanmış. Adeta hayat-ı içtimaiye Asr-ı Saadet’teki gibi bir medrese hükmüne geçmiş. Fakat daha sonra toplumun diniyle bütünleşen kültürünü baştan başa değiştirmeyi hedefleyen bir zihniyetle ilk olarak kullanılan dil değiştirildi. Böylece milletimiz, bir gecede geçmişiyle bütün bağları koparılarak cahil bırakıldı. Bir toplumu çökertmenin en kolay yolu o toplumu oluşturan temel unsurları yıkmakla olur. Bu sebeple aileyi yıkmayı planlarının birinci maddesine koyan zihniyet önce kadınları hedef aldı. Maalesef bu şekilde aile ve kadın pek çok tahribata maruz kaldı. Çağımız insanı manevî buhranlarla karşı karşıya kaldı. Özellikle kadınlar, kendilerini dünyaya bağlamak, uhrevî vazifelerinden alıkoymak için sunulan cazibedar fitnelerin kıskacında kaldı. Maddeten bir baskı görmese de manevî âlemini çepeçevre sarıp esir edecek bir çok tuzaklar kurulmuş durumda. Toplumu yıkmak, aile hayatını bozmak ve kadınları ulvî seciyelerinden ve vazifelerinden uzaklaştırmak için adeta komiteler hâlinde hücumlar olduğunu ve perde altında çalıştıklarını Bediüzzaman yıllar önce tesbit etmiş. Ve ne yazık ki; bir çok komitenin amacına ulaşmaya başladığı ve ehl-i imanın bile bilerek ve severek dünyayı ahirete tercih ettiği bir devirde yaşıyoruz. Elbette bu sinsi komitelerin planlarını neticesiz bırakmak biz hanımların elinde ve tek çare bu mânevî hastalığa bir reçete hükmünde olan Risâle-i Nur eserlerinde. Hadis-i şeriflerin işaretiyle de âhirzamanda iman hakikatleri nisâ taifesinde ziyade inkişaf edecek. Hanımlar Rehberi’nde Bediüzzaman’ın bahsettiği gibi hanımlara bu hizmeti yaptıracak ve fıtrî kahramanlık olarak ruhlarına dercedilen “şefkat” seciyesidir. Nitekim bundan yaklaşık seksen yıl önce hanımlardaki bu harikulâde seciye görülmüş ve adeta iman tekniğe meydan okumuştu. İlim ve fikir hayatının neredeyse kurutulduğu, iman hakikatlerinin yasaklandığı devirde 600 bin nüsha risâlenin elle yazılıp çoğaltılmasında en büyük rolü hanımlar almıştı. Gerek ev işlerinde, gerekse eşlerinin vazifelerini yaparak, eşlerinin Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine daha çok yardım etmelerini sağlamış, okuma-yazma bilmeyenler ise resmederek risâleleri çoğaltarak muazzam bir hizmet örneği sergilemişlerdi. Bu sırdan dolayı Bediüzzaman, hanımların hizmetine büyük ehemmiyet vermiş, hatta “İman hizmeti noktasında İstanbul’u hanımlar ile fethedeceğim” diyerek müjde vermiş. Elbette burada “İstanbul” bir alem, bir sembol… Âlem-i İslâmın merkezi hükmünde bir hilâfet şehri. Demek oluyor ki; âlem-i İslâmı tenvir edecek Nurlar, hanımlarla inkişaf edecek. Bu zamanda biz hanımlara düşen vazife ise asrın imamının hayatımıza rehber olması için neşrettiği Hanımlar Rehberi’ni anlamaya ve yaşamaya çalışmak. Hanımlar Rehberi’nin ehemmiyetini bir kez daha idrak eden ablalarımız bu hakikatleri muhtaç olanlara da ulaştırmak arzu ettiler. Geçtiğimiz haftalarda gazetemiz mânevî bir reçete hükmünde olan Hastalar Risâlesini hediye ederek muhtaçlara ulaştırmamızı sağladığı gibi, Hanımlar Rehberi’nin de ulaştırılmasını temenni ettiler. Hizmet-i imaniyede ve Risâle-i Nur’un inkişafında muazzam hizmetlere imza atan ablalarımızdan Cenâb-ı Hak ebediyen râzı olsun. Allah şevk ve gayretlerini arttırsın. Âmin!
İzmirli hanım Nur Talebeleri |
10.04.2010 |