Suna DURMAZ |
|
TRT El-Türkiye için birkaç tavsiye |
Arap âlemine dönük yayın yapan İngiltere’nin BBC Arapça, Fransa’nın Kanal 24, Rusya’nın Rusya el-Yevm, Amerika’nın el-Hurra, İran’ın el-Alem kanallarının yanına Almanya ve Çin’in açmış oldukları Arapça kanallar eklendiğinde, ülkem adına üzülmüştüm. İran dışında, adını saydığım ülkelerin Arap âlemiyle ne coğrafî, ne kültürel, ne de dinî bağlantıları vardı. Buna rağmen, açmış oldukları Arapça kanallar vasıtasıyla 350 milyon gibi büyük bir kitleye kendilerini daha iyi tanıtıyor ve bu tanıtımın ardından politik ve ekonomik olarak istifade ediyorlardı. Türkiye ise, bin yıldır aynı coğrafyada yaşadığı, aynı dini paylaştığı ve aynı kültürel zenginliğe sahip olduğu Arap âlemine yıllardır soğuk bakmaktaydı. Mâlûm siyaset yüzünden “Aman! Ne Şam’ın şekeri, ne de Arabın yüzü” diyerek sırtını Doğuya, yüzünü de Batıya çevirmişti. Ve bu sırt dönüşle, Arap âlemiyle aramızda kalın bir duvar örülmüştü. Böylece Araplar Türkleri, Türkler de Arapları unutmuşlardı. Öyle ki, Türkiye halkının % 98’inin Müslüman olduğunu bilmeyen Arap sayısı hiç de az değildi. Kuveyt’e gelişimin ilk yıllarında örtülü bir Türk olduğumu gören Arap kardeşlerden “Ne zaman Müslüman oldun?” diye soranlar oluyordu. Ben onların bu sorusuna şaşırıyordum; onlar da benim” Allah’a hamd olsun, biz bin yıldır Müslümanız” diye cevap vermeme şaşırıyorlardı. Bu ve buna benzer sorularla karşılaşınca, Arapça öğrenmenin önemini daha iyi kavramaya başlamıştım. Hatta dilin önemi üzerine “Türkiye’yi tanıtmada dilin önemi” başlıklı bir yazı da yazmıştım. (http://www.yeniasya.com.tr/2007/07/25/yazarlar/sdurmaz.htm) Yazıda, Arap kardeşlerimizle aramızda olan önyargıların ortadan kaldırılabilmesi için kültür ve tarihimizi tanıtmak gerektiğine değinmiş, bunun için de Arapçaya mutlak derecede ihtiyaç olduğunu belirtmiştim. Bir Arap atasözünde, “Rubba dârratin nâfiâ” deniyor. Yani, bir zarar fayda da içerebilir. Arapçaya tercüme edilmiş dizi filmler halkımızın gerçeklerini ortaya koymasa da, Araplar tarafından ilgiyle izlendi. Hatta, “Türkiye’nin bu dizilerde gösterilen yüzünden başka tarafları da var. Biz Türkiye’nin gerçek tarihini, kültürünü, el sanatlarını ve âlimlerini halkımıza tanıtmak istiyoruz” diye benden yardım isteyen lise talebeleri dahi oldu. İletişim çağında görsel yayınların önemi çok büyük. Bu yayınlar sayesinde, ülkeler arasındaki hudutlar kalkıyor; farklı dinden, farklı lisandan, farklı kültürden insanlar birbirine yakınlaşıyorlar. Bu bakımdan, çok geç kalınmış dahi olsa “Zararın neresinden dönülürse kârdır” kaidesince, TRT’nin Arapça kanal açması çok yerinde oldu. El-Türkiye adını taşıyan kanal inşaallah Arap âlemiyle aramıza örülen sun’î duvarı yıkacak. TRT El-Türkiye’yi açıldığı günden beridir izlemeye çalışıyorum. Sebebi ise, Arapça yayın yapan yabancı kanallar ile diğer Arap kanalları arasındaki farkı gözlemleme isteğimdi. Tesbit ettiğim kadarıyla, biraz daha düzenleme yapılabilirse İstanbul, Kahire ve Beyrut’tan yayın yapan bu kanalın çok büyük izleyicisi olacak. BBC için iddia edemem, ama El-Türkiye’nin Arapça yayın yapan diğer yabancı kanalları geride bırakacağını tahmin ediyorum. Zamanla Arap kanalları ile de yarışabilme imkânı da var. TRT El-Türkiye’de yayınlanan tarih ve kültür programı “Rehhâl” (Gezgin), aydınlarla sohbet “Kahve et-Türkiye” (Türk kahvesi), zengin mutfağımızı tanıtan “Matbak el-Kasr” (Mutfak Sarayı) ve “Da’ve ale’l aşâ” (Akşam yemeğine davet), Arap gençlerinin motosikletle yapmış oldukları Türkiye gezisi “Muğamirûn” (Gezginciler), Beyrut’tan yapılan siyaset programı “Mederaat” (Yörüngeler) oldukça güzel ve faydalı programlar. Aralarda verilen belgesellerin yanı sıra, çocuk programları da çok güzel. En çok izlenebilecek program olarak ise, Lübnan asıllı sanatçı Yasemin Kudsi ile Mısırlı sunucu Kerime Avad’ın sunduğu 11-13 arası yayınlanan “Sabah el-Hayr min İstanbul” (İstanbul’dan Günaydın) adlı programı tahmin ediyorum. Daha çok yeni olan El-Türkiye kanalının daha da iyi bir performans göstermesini diliyoruz. Bu konuda, kanal müdürü Sefer Turan Beye âcizane birkaç tavsiyemiz olacak. Son yıllarda Arap kanalları şiir yarışmaları düzenliyorlar. Din ve vatan sevgisinin yanı sıra gazel dalında yapılan bu yarışmaları milyonlarca insan izliyor. Bildiğim kadarıyla Mescid-i Aksa sevgisi üzerine şimdiye kadar bir yarışma yapılmadı. Geçmişte atalarımız Kudüs ve Mescid-i Aksaya büyük hizmetler sunmuşlardır. Bugün onların torunları adına El-Türkiye Kanalı “Mescid-i Aksa Şiir Yarışması” diye bir program yapabilirse çok büyük hizmet olacak. Meşhur şâirlerimizi, hususan M. Akif’i tanıtan, hatta onunla Arapların Emîrü’l Şuara dedikleri Ahmed Şevki’nin divanları ve aralarındaki benzerlikleri işleyen bir “Şiir Dünyası” programı hârika olacaktır. Bunun işaretini Türkiye’yi tanıttığımız bir sergide gördüm. Mehmet Akif’in yazdığı İstiklâl marşından bir beyiti Arapçaya tercüme edip okuduğumda çok ilgi çekmişti Arap ve Türk ediplerinin beraberce sunduğu ortak tarih ve kültürümüzü, sosyo- ekonomik problemlerimizi ele alan kitapların tanıtımlarını yapan “Kitap Dünyası” adlı bir program da Arap ve Türk toplumları arasına atılmakta olan köprüyü sağlamlaştıracaktır. Zaman içinde çeşitli vesilelerle bana yöneltilen sorulardan Türkiye’deki gönüllü teşekküllerden Arap kardeşlerimizin haberdar olmadıklarını gördüm. Gönüllü teşekkülleri tanıtan bir program da çok faydalı olacaktır. Arap hanımları “Cellâbiye” veya “Derraa” dedikleri nakışlı uzun elbiseleri giymekten çok hoşlanıyorlar. “İstanbul’dan Günaydın” diyen programa modacı davet edilmiş, bu modacı hanımın yapmış olduğu elbiseler tanıtılmıştı. Aynı programda bizim kaftanlarımız, bindallılarımız tanıtılırsa çok rağbet göreceğini tahmin ediyorum. Bu arada, program akışını belirten bir vakit listesin olmaması, yani hangi programın hangi saatte yayınlanacağının bildirilmemesi bir noksanlık. Haber bülteni de diğer programlar arasında zayıf kalıyor. Son olarak El-Türkiye kanalının hayırlara vesile olmasını diliyoruz.
20.04.2010 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |