Ahmet DURSUN |
|
Türkiye Bağnazlık Akademisi |
19. yüzyıldan itibaren Türk bilimine yön veren temel dinamik pozitivizm olmuştur. Bu dönemde pozitivist yaklaşımlar öylesine ön plana çıkmıştır ki ölümün bile deneyi yapılır. Pozitivist düşünürlerden materyalist Beşir Fuad, Ahmet Mithat’a yazdığı mektupta “İntiharımı fenne tatbik edeceğim” diye haber vererek bir ilke imza atar. Beşir Fuad, vücuduna enjekte ettiği morfinden sonra bileklerini keserek intiharını kaleme alır. Bu deneysel ölümün mimarı, bir imparatorluğun düçar olduğu, günümüze de bulaşan imansızlık hastalığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. “Allah” lâfzını hiçbir yerde duymak istemeyen anlayışın temelleri Abdullah Cevdet, Beşir Fuad, Tevfik Fikret gibi pozitivistlerle atılır. Bu anlayış, Cumhuriyeti kuran elitlere de ilham kaynağı olmuştur. Bir tarafta dini her türlü gerilemenin kaynağı olarak gören, bu sebeple dini dışlayan ve bunu bir devlet politikası haline getiren anlayış, diğer tarafta tarihî gerçeklik içinde dinin ilerlemenin öncülüğünü yapabilecek temel dinamikleri içinde barındırdığını ve insana iki cihan saadetini verebilecek tek yol olduğunu gözler önüne seren Bediüzzaman’ın öncülüğündeki çaba… Yeni Türkiye bu çatışmaların eşiğinde, günümüze kadar uzanan bir fay hattı üzerinde kurulmuştur. Bu çatışmanın kolay kolay aşılamayacağı, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkanı Prof. Yücel Kanpolat’ın birkaç gün önceki itiraf niteliğindeki açıklamalarıyla anlaşıldı. Sosyolog Şerif Mardin’in modern Türkiye’de din ve toplumsal değişim üzerine yaptığı incelemelerinden biri olan “Bediüzzaman Said Nursî Olayı” adlı eseri, özellikle, bilime pozitivist kimliğiyle bakan çevrelerce oldukça eleştirilmişti. Şerif Mardin bu eserinde, pozitivist Batı düşüncesinin Türkiye’de hakim güçlerle birleşerek biçim vermeye çalıştığı toplumsal değişime karşı boyun eğmeyen, resmî ideolojinin kalıplarına girmeyen Bediüzzaman’ı bir bilim adamı titizliği içinde incelemeye değer bulur ve inceler. Ancak bundan sonra olan olur ve resmî ideolojinin yön verdiği bilim dünyası Şerif Mardin’i istenmeyen adam ilân eder. Şerif Mardin, bu eseri yazdıktan sonra üyelik için başvurduğu TÜBA’ya kabul edilmez. Çok iyi hatırlıyorum; o günlerde, Köprü’nün “Anarşi-Terör” konulu sayısı için röportaj yaptığım Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Faruk Birtek de hocası olan Şerif Mardin’e yapılan bu hareketin bilim ahlâkına ve anlayışına sığmadığını ifade etmiş, TÜBA’nın ideolojik davrandığından dolayı kendisi için önemini yitirdiğini belirtmişti. Geçtiğimiz günlerde konu ile ilgili Yücel Kanpolat’ın Hürriyet’ten Sefa Kaplan’a yaptığı “ayıp yahu” dedirtecek tarzdaki itirafları, Faruk Birtek’i de doğrular nitelikte, TÜBA’nın bir bilim akademisinden çok bağnazlar kulübüne dönüştüğünün göstergesidir. “Şerif Mardin, Said Nursî üzerine çalıştı diye değil de, Said Nursî’yi fazla parlattı diye eleştirildi. Ben bilim insanı olarak her konuda çalışabilirim. Ama üzerinde çalıştığım kişinin sadece iyi yanlarını yazarsam bu bilim ahlâkına sığmaz. Şerif Bey bu konuda taraf gibi davrandı” diyen birinin nasıl bir bilim akademisine başkanlık yaptığını, böyle bir kurulun da hangi bilime hizmet ettiğini varın siz hesaplayıverin. Bediüzzaman’ın parlatılması meselesini bir kenara bırakarak, açıklamalarında Harry Porter’in çok okunmasından, yarım trilyon doları kozmetiğe harcayan bir toplumdan şikâyet eden ve bu anlayışla bir bilim yüzyılının oluşamayacağını ima eden TÜBA Başkanına bir tesbitle bir hatırlatmada bulunmak isterim. Said Nursî, Türkiye’de—parlatmaya ihtiyaç duymadan—yalnızca fikirlerinden dolayı en çok araştırılmayı hak eden tek isimdir. Resmî ideolojiye sırtını dayayan ve farklı sesleri susturmayı marifet sayan ve bunu bir bilim anlayışı haline getiren yapı; Türkiye’yi yeni bir bilim çağına taşıyacak değerli akademisyen ve araştırmacıları daha fazla Bediüzzaman’dan uzak tutamayacaktır. Mızrak çuvala artık sığmıyor hocam!
15.04.2010 E-Posta: [email protected] |