11 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Yasemin GÜLEÇYÜZ

Şefkat Kahramanları (11)


A+ | A-

Nuran Durgut

Bediüzzaman Hazretleri Barla, Eskişehir, Kastamonu, Denizli’den sonra 1944 yılı baharında Afyon’un Emirdağ kazasına sürgün edilir.

1947’ye kadar kaldığı Emirdağ’da daha önce mahkûm edildiği “cemiyetçilik, halkı hükûmet aleyhine çevirmek, inkılâplar aleyhinde bulunmak” gibi gerekçelerle Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilir. Mahkemenin verdiği 20 ay hüküm, Temyiz’de bozulmasına rağmen, Mahkeme karara uymuş, ama kararı uygulamayı 20 ay geciktirerek onu işkence ve sıkıntılar altında kanunsuz yere hapiste tutmuştur. 1949’da Afyon Hapsinden tahliye olduktan sonra tekrar Emirdağ’ına dönmüş, 1950’de Isparta’ya yerleşmiş, vefatına kadar muhtelif tarihlerde yine Emirdağ’a giderek değişik sürelerde kalmıştır.

Üstad Hazretlerinin Tarihçe-i Hayat’ından anladığımız kadarıyla Emirdağ hayatı evvelki hayatına nisbeten daha şaşaalıdır. Musîbet ve ithamlara daha ziyade hedef olmuş, daimî tarassuda hatta imhaya maruz kalmıştır. Buna rağmen Risâle-i Nur geniş dairede yayılmış, üniversite, memurlar ve ehl-i siyaset çevrelerinde okunmaya başlanmıştır.

Dolayısıyla, bütün bu gelişmeleri yakından takip eden hakikatperver Afyonlu, hususan Emirdağlıların, Bolvadinlilerin dünyasında Üstad Bediüzzaman’ın ayrı bir yeri vardır. Genci yaşlısı, kadını erkeğiyle Risâle-i Nur’a sahip çıkmış, neşri için çalışmışlardır. Bu samimî bağlılık çocuklarda en güzel hâliyle tezahür ederek “Üstad Dede”lerini gördükleri her yerde selâmlarlar ve Üstad da gafil büyüklerden ziyade, onlara samimî ve ciddî selâm ederdi. “Bunlar istikbalin Nur Talebeleridir. Bana olan bu alâka ve teveccühlerinin sebebi ise, masum ruhları hissediyor ki, Risâle-i Nur onların imdadına gelmiş. Ben de o Nurun bir tercümanı olmam hasebiyle gayri ihtiyarî, bu fedakârane muhabbet ve alâkayı gösteriyorlar.” (Tarihçe-i Hayat, s. 404.)

“İşte anneleri hep Nur Talebeleri olan Bolvadin masumlarının samimî alâkalarının sebebi bu idi” der Bediüzzaman Hazretleri.

İşte Nuran Durgut, annesi Nur Talebesi olan Bolvadin masumlarından bir tanesi. Kendisiyle İstanbul Kadıköy’de 1992’nin yaz sıcağında yaptığımız görüşmeyi bir türlü yazıya aktarma imkânı olmamıştık. Zamanı şimdi imiş. Aşağıda okuyacağınız satırlar, o görüşmenin ses kayıtlarından çözüldü. Onun hatıralarını okurken, bir çok hakikatin yanında, küçük bir kız çocuğunun gözünden de Bediüzzaman Hazretlerini müşahede edeceksiniz..…

***

Evımızde hep Rısâle-ı

Nur konuşulurdu

1951 doğumluyum. Bolvadinliyiz. Annem ve babam ben doğmadan Emirdağı’na göç etmişler. Üstadımızın Emirdağı’nda bulunduğu yıllarda ben orada doğmuşum. Annem daha evlenmeden önce rahmetli Hacı Şükrü dayım (Said Taktak’ın dedesi) gelir, annemin anneannesine Üstadımızı anlatırmış. Annem de merakla dinler içinden “Görsem keşke onu” diye geçirirmiş. Allah da nasip etmiş. Küçüklüğümde dayılarımız, anneannem evde hep Risâle-i Nur’dan bahsederlerdi.

Senın ışın hazir…

Babam Süleyman Kartal, başından çok musîbetler geçirmiş, meşakkatli bir hayat yaşamıştı. Gözlerini genelde yaşlı görürdüm. İlk eşi hastalandığında Afyon Hastanesine yatırıyor. Bir gün ziyaretine gittiğinde eşinin mezarını gösterip, elbiselerini veriyorlar. Çocuklarıyla kalıveriyor tek başına. Sonra tekrar evleniyor, o eşi de kısa zaman sonra vefat ediyor. Son evliliğini annemle yapıyor. Annem Sıddıka Kartal…

Bir zaman babam işsiz kalıyor. Bolvadin’den Emirdağı’na iş aramaya geliyor. Arkadaşlarıyla Üstadımızı ziyarete gidiyorlar. Üstadı ilk defa görmesine rağmen Üstadımız “Senin işin hazır! Senin işin hazır!” diyor. Çok dindar biriydi babam. Ezan okunmadan abdestini alır, ezanı beklerdi.

Sıkıntılarla geçmiş bir hayatı vardı. On sene boyunca cephelerde savaşıp durmuş, çok şeyler görmüş. Sonra İstiklâl ve Yunan Harblerine katılmış.

Harpler bittiğinde binbaşısı “Sen gitme, kal burada! Bak, dükkânları, evleri hep eşyalarıyla bırakıp gitmişler. Bunları biz ne yapacağız? Bunlar tabiî ki, sizlerin hakkı!” demiş. Babam “Düşmandan vatanım kurtuldu ya önemli olan bu. Ben anamın babamın yurduna gideceğim. Başkasının malına el sürmem” diyerek hiçbir şeye elini sürmemiş. Binbaşısı yine ısrar etmiş: “Tamam, git, ana babanı gör. Geri gel! Bunları senin üzerine geçirelim!” demiş. Babam “Dünyanın malı dünyada kalır” diyerek hiçbir şeye tenezzül etmeyeceğini söylemiş, memleketine gelmiş.

Annem bunları “Baban böyle yapmış!” diyerek anlatırdı. Ben de çocuk aklımla “Azıcık alıverseydin babacım n'olurdu ki?” diye sorardım. “Hiç başkasının malı alınır mı evlâdım? Bize yaramaz öyle şeyler!” derdi. Şimdi idrak ediyorum söylediklerini. Almadığı ne kadar doğru imiş. Minnet etmediği için ne kadar seviniyorum…

Annem babama “Keşke devamlı Üstadımızın yanında bulunsan, has talebelerinden olsan, dünya saltanatından iyidir!” derdi.

Bedıüzzaman Dede..

Küçüktüm. Emirdağı’nda çocuklarla birlikte “Bediüzzaman Dede! Bediüzzaman Dede!” diye arabasının arkasından koştuğumuzu, camiye gidip gelirken onu beklediğimizi hatırlıyorum.

Üstad Hazretleri Emirdağı’na geldiği zaman Bolvadin’den ya da başka yerlerden onu ziyarete gelirlerdi. Kadınlar “Üstadı pencereden de olsa göremez miyiz?” diye bekleşirlerdi. Biz de onların arasından, Üstadı kedilerine yemek verirken seyrederdik. Üstadımızın kedileri vardı.

Okula giderken, “Okuma öğreneceğim, Üstadın kitaplarını okuyabileceğim!” diye çok sevinmiştim. Okula gidip gelirken devamlı Üstadın penceresine bakardım “Acaba çıkar da görür müyüm?” diye. Mânen haberdar mı olurdu bilemem, genelde onu penceresinde görürdüm. Bazen perdeyi kaldırır, ellerini göğsüne ve başına koyup gülümseyerek bizi selâmlardı. Okula kalbim çarpa çarpa öyle büyük bir mutlulukla giderdim ki anlatamam…

Eve geldiğimde heyecanla bunu anneme anlatırdım. Annem de bana hep Üstaddan, Risâlelerden bahsederdi.

Oyun oynarken de hep Üstadın penceresinin önünde olurduk. Onu belki görürüz diye düşünürdük. Evcilik oynardık arkadaşlarımla. Ufacık tabağımız olurdu. İçinde bir şey olmazdı tabağın, ama güya yerdik ve üç İhlâs, bir Fatiha okur, şükrederdik. Annemizden öyle görürdük çünkü.

Evimizin önünde büyük bir hanımız vardı, babam çalışırdı. Tavuklarımız çoktu. Üstad Hazretleri yumurtasını bizden alırdı. Zübeyir Ağabey gelir götürürdü. Birgün annem Üstadımıza bir şeyler hazırlamış. Abdest aldığında ellerini, ayaklarını silsin diye küçük havlular yapmış. Üstadımız ısrarla “Bunlar nedir?” diye sormuş, kabul etmemiş.

Üstadımız Keçili’ye faytonla giderken hanın önünden geçerken, babamla hep selâmlaşırmış. Keçili, Emirdağ’dan yarım saat ilerde sakin, yeşillik bir yer. Adaçalı ve Bademlik gibi… Üstad genelde Cuma namazından önce oraya gider, kitaplarını okur, ibadetlerini yaparmış.

Annemın arkadaşlari…

Hanımlar eşleri vesilesiyle Üstadın Keçili’ye gideceğinden haberdar olur, Üstadın izniyle arkasından kıra giderlermiş. Üstad Hazretleri “Bunlar kim?” diye arkası dönük vaziyette yanındakilere sorarmış. Zübeyir Ağabey de büyük bir hürmet ve edeple tanıtırmış onları. “Bu Şahide, bu Sıddıka, bu Hacı Osman’ın hanımı Zehra, bu Çerkezlerin Fatma, bu Azime Taktak…” diye. Hanımların hepsi zaten tesettürlü, Üstadımızın da arkası dönük olurmuş. Onun sohbetini, iman hizmetine dair öğütlerini dinler geri dönerlermiş. Annem bunları anlatırdı.

Ben küçükken annemin dizinde arkadaşlarıyla yaptıkları sohbetleri takip eder, duâlarına ortak olurdum. Bazı duâları ben de bilirdim. “Ah! Keşke bir daha annemler arkadaşlarıyla toplansa da ben de gitsem!” diye hep dua ederdim. O toplantılardan büyük bir lezzet alırdım çünkü. Sohbetler sıra ile evlerde yapılır, Şahide Anne düzenlerdi.

Özellikle Üstadımızın mahkemeleri olduğunda hemen bir araya gelirler hem Risâle dersleri, hem de salât-ı tefriciyeler çeker, 19 duâları okurlardı…

Üstadımız bir iş için Emirdağı’ndan ayrıldığında hanımlar toplanır, evini temizlemeye giderlerdi. Büyük bir şevkle ve sevgiyle evini temizlerlerdi. Ben de küçüktüm, ama onlarla giderdim. Çok güzel bembeyaz örtülü karyolasını, yatağının başındaki zili hatırlıyorum. Zübeyir Ağabeyi o zille çağırırmış. Tahtadan yapılmış tuzluğunun güzelliğini, semaverini, ibriğini, leğenini unutmuyorum hiç.

Küçük talebelerım…

Nakiye Teyzemin evi Üstadımızın evinin karşısındaydı. Zaten hanımlar genelde onun evine gelerek pencereden Üstadımızı görürlerdi. Birgün annem teyzemdeyken üç arkadaş dayımın kızı Memnune, komşumuzun kızı Neşe ve ben “Haydi Üstadımızı ziyarete gidelim!” dedik. Okula başlamış mıydım hatırlamıyorum, küçücüktüm. Kapı kapalıydı, sonra açıldı ve Zübeyir Ağabey çıktı. Nasıl sevindik anlatamam. Zübeyir Ağabeyi “Küçük talebelerim geldi!” diyerek Üstadımız göndermiş. “Neden bekliyorsunuz?” diye sordu bize. “Üstadımızı görmeye geldik” dedik. İsmimizi söyledik. Üstadımızı o gün göremedik, ama ismen duâ etti bize…

Şahıde Anne…

O zaman Şahide Yüksel Annemiz evimize hep gelir giderdi, bazen Risâle-i Nurları nasıl tanıdığını anlatırdı. Şahide Anne bir gün öğretmen arkadaşına gittiğinde “Bizim Bey Risâle-i Nur okuyor” diyor. Şahide Anne merak edip “Nasıl kitaplar bunlar, ben de okusam?” diye içinden geçiriyor. Okumaya başlıyor. O kadar seviyor ki anlatılanları bir daha elinden bırakamıyor. Emirdağ’da Bolvadin’de hanım derslerini organize ederdi.

Eşi ilk zamanlar Risâle-i Nur’ları bilmediği için Şahide Anneye kızarmış, ama Risâle-i Nur’ları tanıdığında o da bağlanıp hizmet etmiş.

Şahide Anne eşinin bavulunu hazır tutarmış, belki bir şey olur da tutuklanır diye. Böyle kahraman bir hanımdı.

Hanımlar Cuma günleri bir araya gelir, Risâle sohbetleri yaparlardı. Bu ders ev ev dolaşırdı. Bize de gelirlerdi. Ders bilinmesin, gizli kalsın diye dikkat ederdik. Bizde ders olacağı zaman annemin şalvarını ablam önceden Şahide Anneye götürürdü. Şahide Anne o şalvarı giyer, öyle gelirdi bize. Çünkü devamlı takip edilir, izlenirdi. O da böyle kıyafet değiştirerek gelirdi derslere.

Emirdağ’da çok sıkı, korkudan dışarı çıkamadığımız zamanlarımız oldu. Zarar umuma dokunur diye her şeye sabrettik. Halk Partililer olmadık dedikodular çıkarırlardı. Bir gün annem yeni diktirdiği şalvarının boyunu kestirip kısaltmak için götürüyor. Hemen “Süleyman Abinin hanımı, Halk Parti kazanamadı diye mevlüt okutacakmış!” dedikodusu çıkardılar.

Böyle türlü türlü iftiralar, saldırılar yapılırdı…

Sonra ilkokul ikinci sınıfta Bolvadin’e geri döndük. Biz Bolvadin’e gittiğimizde Şahide Anneler de Afyon’a gittiler. Çok üzülmüştük. Evimiz Kezban Teyzenin (Tokpınar’ın) evine çok yakındı. Ona giderdik sık sık. Annemle onların sohbetlerini dinlemekten büyük bir haz alırdım. Nur sohbetlerinden uzak kaldığım zamanlarım hüzünlü geçerdi…

Kur’ân okurken hep düşünürdüm “Rabbim bunların mânâsını anlamamı nasip et!” diye dua ederdim. Rabbim “Kullarım beni nasıl tanırlarsa, öyle muamele ederim” diyor. Rabbimiz hakkında biz niye iyi düşünmeyelim ki? Bak bizi böyle Nurlarla haşir neşir etti işte!

***

Evet Nuran Durgut ile sohbet uzayıp gidiyor. İbretle, hayretle dinliyorum hatıralarını.

Risâle-i Nurlar’ı tanıdığı için Rabbine şükür ağzından hiç eksik olmuyor onun… Risâle-i Nurların herkesin kalbine ve aklına yerleşmesi, bu nimetten herkesin faydalanması için hep duâ ediyor.




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
www.sentezhaber.com

11.04.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Yazıları

  (04.04.2010) - Şefkat kahramanları (10)

  (28.03.2010) - Şefkat Kahramanları (9)

  (21.03.2010) - Şefkat Kahramanları (9)

  (14.03.2010) - Şefkat Kahramanları (8)

  (07.03.2010) - Şefkat kahramanları (7)

  (28.02.2010) - Şefkat kahramanları (6)

  (21.02.2010) - Şefkat kahramanları (5)

  (15.02.2010) - Şefkat kahramanları (4)

  (07.02.2010) - Şefkat kahramanları-3

  (31.01.2010) - Şefkat kahramanları - 2

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl