Osman ZENGİN |
|
Arabesk müzikten, TRT Arapça kanalına… |
Osmanlı’nın yıkılmasından sonra, yerine ikame edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin iplerini eline geçirenler, Osmanlı’ya, İslâma ait ve onları hatırlatıp, çağrıştıracak ne varsa hepsini silip, süpürmeye gayret etmişlerdi. Ama bu dinin sahibi yüce Yaradan, bin senedir İslâma hizmet ve bayraktarlık yapan bu aziz milletin evlâtlarını muhafaza etmiş, böyle art niyetlere fazla müsaade etmemişti. Hatta öyle ki, sonraki yıllarda her alanda bu tutum ve davranışlarını devam ettirmişler, hani, “iğneden-ipliğe” diye bir tabir vardır ya o misal, her alanda İslâm dinini ve onun lisanı olan Arapça’yı ve Arab’a ait ne varsa onları zikretmemeye, daha doğrusu, ademe mahkûm edip, unutturmaya çalışmışlardı. O yıllarda TRT’yi ellerinde bulunduranlar, bizim öz müziğimizi de ikinci plana iteleyip, Avrupa’dan, Amerika’dan müzik idhal ederken, “Müziğin milleti ve dili olmaz, müzik evrenseldir” diyerek, milletin gözünün içine baka, baka, ona ait olmayan şeyleri sinsice yerleştirmeye başlamışlardı. Öyle diyen; millet ve din düşmanı devrimbaz ve düzenbazlar, 60 lı yılların sonu ve 70'lerin başında zuhur eden, Orhan Gencebay’ın başlattığı müzik çeşidine, Arap müziğinden kopyalanarak yapıldığından, sırf müziğinden dolayı karşı çıkarak, hem de ona “arabesk” diye bir isim uydurarak, o tarz müziğe yıllarca düşman olmuşlar. Neredeyse “Görüldüğü yerde ezilmelidir” muamelesi yapmışlardır. Halbuki kulağa hoş gelen Arap müziğinin dışında, sözleri öyle pek makbul bir şey değildi o tarzın. “Yetimane hüzünler,” karamsarlık, ümitsizlik gibi bizim ölçülerimize uymayan bir tarzdı aslında o müzik. Ama işte dediğimiz gibi, “ne Arabın yüzü, ne de Şam’ın şekercileri” fetvayı vermişti bir kere. O müzik türü, o ki Arab’ı, dolayısıyla İslâmiyet’i (akıllarınca) hatırlatıyordu. Olmazdı, olamazdı. Ama ne zamana kadar? Ve bir zaman geldi ki, artık o müzik de, bazı kimselerce tasvip edilip, yerini bulunca, muhalifler de artık fazla direnemedi galiba. Ve TRT’nin o tarz müziğe kapalı kapıları, ardına kadar açılmıştı bile… Nereden nereye? O yıllarda bahsi dahi yapılamayan bazı şeyleri bugün görünce, biz de şaşırıyoruz. Hem o günleri ve halleri, hem de bu günleri görerek yaşayanlardan olarak. İşte bunun en güzel misali de, geçtiğimiz günlerde TRT’nin yayına başlayan Arapça kanalıdır. “Olur mu, olmaz mı?” diye, Kürt’çe yayına başlayan TRT Şeş’in arkasından, TRT Arapça’nın da yayına girmesi çok büyük bir şeydi. Ve ne irtica hortladı, ne de yobazlar memleketi ele geçirdi bu sayede! Herkes, her şey yerli yerinde duruyordu. Hele, açılışta Başbakanın selâmla ve Arapça hitabıyla başlamasına ne demeliydi? Ne oldu, öyle oldu da ne devrimler, ne de laiklik buhar olup uçmadı. Aksine onların yerinde sabitlenmesi daha iyi devam ettiriliyor belki de… Arap kardeşlerimizle, Müslüman Arap kardeşlerimizle uhuvvetimizi, muhabbetimizi temin edeceğini ümid ettiğimiz bu kanal hayırlı olsun. İnşaallah, hayırlı ve iyi şeylere vesile olur. Arap memleketlerinde bulunduğumuzda, oranın dindar kimselerinin rahatsızlıklarını dile getirdiği, bizden ihraç diziler türü şeylerle onlara hitap edilmez inşaallah. Yoksa yazık olur. Sefahati ve nefsanî şeyleri nazara vererek onlara hitap etmeye çalışırsak, bu işten iyilik yerine kötülük çıkacağını da unutmayalım. Hele Atatürklü manzaralar ve programlar, oralarda hiç revaçta olan şeyler olmaz.. TRT Genel Müdürü, değerli dostumuz İbrahim Şahin Bey, bunlara da dikkat eder İnşaallah. Her şeye rağmen yine de “Hayırlı olsun “diyoruz.
15.04.2010 E-Posta: [email protected] |