Saadet BAYRİ |
|
Sükût makamına eriştim |
Yaşlarımız büyüdükçe anlatacaklarımız da artıyor. Sanki birikimlerimiz daha çok şey söylemeye zorluyor. “Geçmiş” kelimesi tek başına söylenmiyor, devamına “ah”lar ekleniyorsa, gençlik ufuktan el sallamaya başlamış demektir. Hele her yaşanılanın karşısına heybemizden bir -mişli geçmiş zaman hadisesi çıkarıyorsak, hayat artık eskisi gibi değil demektir. Yirminin bitirip basamaklarını, otuzun içinden sesleniyorsak kendimize, şaşırıyoruzdur bu halimize. * Nedendir bilmem insanoğlu birazcık yol alsın hayatın içinden, biraz arttırsın sırtındaki heybenin içine sakladıklarını görmeyin halini. Biraz okumaya başlamış, öğrenmişse birkaç farklı kelime değiştikçe değişir. Hemen ahkâm kesmeye başlar. Bir de üstüne size ders vermeye başladı mı, gülmek mi gerekir, yoksa ağlamak mı şaşıp kalırım. Her insanın bir hikâyesi olduğuna inananlardanım. Her insanın hayatından küçükte olsa bir şey öğrenilebilir, diyenlerdenim. “Akıl yaşta değil, başta” sözünü uygulamayı sevenlerdenim, ama kraldan çok kralcı olanlara da sabredemeyenlerdenim. Kendi haline bakmadan ahkâm kesenlerden, yaptığı birkaç iyi şey için neredeyse cennetten haber gelmiş gibi davrananlardan, elimden gelse uzaya kadar kaçmak isteyenlerdenim. Şaşıyorum, bu zamanda dindar bir bayanın üniversite okuması demek, mutlaka taviz vermesi demektir. Hem taviz vereceksin, hem de oturup birilerinin arkadaş çevresine, haline, tavrına, sözlerine karışacaksın. Küçük görüp, kükreyeceksin. Ya birgün o beğenmediğimiz kişi bize dönüp: “Sen bu kadar çok şey biliyorsan, neden farzdan taviz veriyorsun?” dese ne cevap veririz, hiç düşündük mü? “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden” tesirlidir sözü öylesine söylenmiş bir cümle midir sizce? Yoksa bir satıra bin satır mı eklenmiştir? * Soluk soluğa kalıp konuşmak yerine, nefeslenip kendimize baksak ne kaybederiz. Bal yememeyi önce kendimiz öğrensek te, sonra başkasına “yeme” desek daha tesirli olmaz mı? Giydiklerine karışırken birilerinin, en yakınımızın farzı çiğneyip geldiği yere bakmak neden aklımıza gelmez? Bir başkasının giydiklerine söz söyleme cesareti gösteren kişinin, en yakınına hiçbir müdahale edememiş olması komik geliyor. “Asla pantolon giymem” derken, başını açıp okuyanlar ve çalışanlar ne yapmaya çalışır? Cevabı sayfalar süren ve benim bu sayfalardan hiçbir şey anlayamadığım bu sorular ne zamandır aklımı kurcalıyor. Daha fenası, evlâdı küçük diye başkalarına pervasızca söz söyleyenler, çocukları büyüdüğünde onlarla baş edemeyince ne yapıyorlar? Utanıyorlar mı yaptıklarından? Özür diliyorlar mı haayatlarında gedikler açtıklarından? Ne kadar vebal altında kaldıklarını görüyorlar mı? Ateş onların da evine düştüğünde. Sırtımızdaki başkalarına ait haklar kambur etmişken, susmayanlar ne kadar acınacak halde. Hiç düşündünüz mü? * Elbet mükemmel değil kimse. Hepimizin büyüklü küçüklü hataları var. Günahlarımızdan dolayı kalbimiz yerine yüzümüze siyah noktalar konulsaydı aramızda peçesiz gezecek kaç kişi kalırdı? “Hiç” değil mi? Öyleyse tertemiz olmadan nasıl bir başkası halkında konuşma cüretinde bulunuruz. Yapmadan nasıl yapılması gerekeni anlatabiliriz. Anlamaktan aciz kaldığım o kadar çok şey var ki... Sükût makamına eriştim nicedir...
12.04.2010 E-Posta: [email protected] |