Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL |
Kemalizm, baştan beri sopayla dayatıldı |
Türkiye’deki değişimi ve dönüşümü anlamak için önce sistemin röntgenini çekmenin faydalı olacağı açık. Biz de yapılan değişikliklere karşı rejimin reflekslerini daha iyi anlamlandırmak için, “Kemalist” anlayışı, şiirleriyle ve siyasî yazılarıyla tanınan Roni Margulies’le konuştuk… Sizce Türkiye’de bir demokratikleşme mi, yoksa bir iktidar kavgası mı var?
Bir tür iktidar kavgası, ancak söylendiği gibi değil. Bu kavganın Müslüman-laik, Anadolu sermayesi-İstanbul sermayesi, çevre ile merkez arasında olduğu söyleniyor. Bunlar fazla basit ifadeler, Türkiye’de daha kapsamlı bir şeyler oluyor. Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesinin çıkarları artık çok benzer, aralarındaki fark kalkıyor. Küreselleşme ülke içinde de aynılaşmaya yol açtığı için çevre ile merkez arasındaki farklılıklar azalıyor.
Laik-İslâm kavgası ne durumda?
Bu, Özel Harp Dairesi tarafından uydurulmuş bir palavra. Kemalist rejim 1990’ların ikinci yarısından itibaren iktidarın elinden kaçtığını düşünüyor. Kemalist iktidarı korumak için darbe yapmaya kalksa kitle tabanı kazanması mümkün değil. Onun için “Laiklik elden gidiyor” propagandası darbeye toplumsal taban oluşturmak için uydurulmuş bir zırvalık. 27 Nisan’dan önceki Cumhuriyet Mitingleri darbe için laik-İslâm ayrımı temelinde bir kitle tabanı oluşturmaya en yaklaştıkları nokta oldu. Daha sonra ortaya çıkan darbe planlarıyla foyaları görüldü. Ben laik-şeriatçı diye gerçek bir ayrım olduğunu düşünmüyorum. Zaten son zamanlarda bu söylem az kullanılır oldu. Bunun yanında, AKP, zaten normal bir burjuva partisi, dinle hiç alâkası yok.
Dinle alâkası olmadığını söylemek AKP yönetim kadrosunu rahatsız eden bir söylem olmaz mı?
AKP’nin kurmaylarının neredeyse hepsi inançlı Müslümanlar, ama uyguladıkları siyasetlerinin İslâm’la alâkası yok. Aslında bunu konuşuyor olmamız bile Özel Harp Dairesi’nin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. AKP, sekiz yıldır iktidarda ve İslâmî yönde tek bir adım atmadılar. Cumhuriyet gazetesi okurlarına soracak olursak takiye yapıyorlar, ama başörtüsü sorununu bile çözmediler yahu!.
Genelkurmay’ın “Biz dindar halka karşı değiliz, siyasal İslâm’a karşıyız” açıklamalarını samimî buluyor musunuz?
Tabiî ki değil. Kemalist devletin tanımlayıcı özelliği, bu milletin Müslüman ve gerici olduğu yönündedir. Halk Batılılaşıncaya, ideal halk haline getirilinceye kadar güdülmesi gereken koyun sürüsü olarak algılanıyor. Bu kitle, gerçekten koyun olmadığı için, dinî ve diğer inançları, beğenileri, talepleri, dünya görüşleri var. Yani normal bir durum var ortada. Ancak Kemalist rejim, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama, bu milleti değiştirip kendi istediğimiz hale getirinceye kadar egemenlik kayıtsız şartsız bizimdir” diyor.
CHP’li bir milletvekilinin “Kemalist devrimler sona ermemiştir. Onun için demokrasinin bir anlamı yok” açıklaması bunu mu işaret ediyor?
Tabiî, onun için İkinci Kurtuluş Savaşı, İkinci Kuva-i Milliye edebiyatları yapılıyor. “Bu millet benim istediğim gibi olsun, ondan sonra demokrasi olur” anlayışı hâkim. Kemalizm’in tarihi, milleti yönetme, yoğurma, şekillendirme çabalarıyla geçmiştir. Sazın yasaklanıp opera çalınması bunun en basit, en komik örneğidir. Bu anlayış, son on yıldır fena halde tehdit altında. İktidar mücadelesi bunun mücadelesi. Bu halk 80 yıldan beri ilk defa, “Ben senin istediğin gibi olmak istemiyorum, ancak egemenlik bende olsun istiyorum. Askerin ikide bir gelip haklarımı elimden almasından sıkıldım” diyor. Mücadele bunun mücadelesi…
CHP, “Cumhuriyeti biz kurduk” diyor ama…
Cumhuriyetin önder kadroları onlar, evet, ancak tarihte tabansız önder kadrolarla hiçbir şey yapılmaz. M. Kemal siyasî olarak bunu fark ettiği için kongrelerle yerel eşrafı, dinî liderleri etrafına topluyor. M. Kemal, işgalden kurtulmak için halkın seferber edilmesi gerektiğini biliyor. Tek başına bir adam, cumhuriyet kurabilir mi yahu! Bu, o dönem bu topraklarda yaşayan on milyon insanı yok saymak demektir. M. Kemal kültünde en rahatsız edici yan bu. Koskoca ülkenin kurucusu bir tek adam. Tarihte böyle bir şey olabilir mi? M. Kemal, bunun böyle olmadığını biliyordu.
Biliyor da dindarları hilâfeti kurtaracağız diye, Alevîleri baskıdan kurtulacaksınız diye, toplumun farklı kesimlerine farklı vaatlerle yola çıkıyor. Ancak cumhuriyetin politikaları hiç de öyle olmuyor…
M. Kemal, ortada ulus diye bir şey olmadığını biliyor. 20. yy’ın başında Anadolu’daki insanlara “Sen nesin?” diye sorulduğunda “Türküm” diyen çok küçük bir azınlık olurdu. Onun dışında insanlar “Ben Osmanlıyım, Müslüman’ım, falanca köydenim” derdi. Eğer böyle bir yerde ulus devleti kuracaksan, bunu dayatacaksın. Üstelik sen uygarlığı ‘Avrupalı gibi olmak’ diye algılıyorsan, halk da Avrupalı gibi değilse, gene zor kullanmak zorundasın. Eğer halk kafandaki uygar halk imajına uymak istemiyorsa, dövmek zorundasın. 1920’lerde konuştuklarımız garip şeyler değil. Uluslaşma süreçleri… Avrupa’da da böyle olmuş. Onaylarsınız, onaylamazsınız, ama garip değil…
Siz onaylıyor musunuz?
Hayır, tabiî ki onaylamıyorum. Ama onaylamak mümkün diyorum…
Yani bu tür dayatmaların, zulümlerin onaylanabileceğini söylüyorsunuz?
Birisi “20. yy’da ulus devleti kurmak gerekiyordu, ancak böyle olabilirdi” diyebilir. Bu teoride anlamı olan bir tartışma. Benim buna söyleyeceğim şu olur; tek parti ve tek adam diktatörlüğü gerekmiyordu, daha demokratik bir süreç yaşamak mümkündü. Ama bu teorik bir tartışma, makul bir tartışma… Ancak 2010 yılında CHP’nin ve Cumhuriyet gazetesinin sözcülüğünü yaptığı anlayışı savunmak mümkün değil. Demokrasi adına antidemokratik kurumları ve durumları koruyorlar. Bu da 2010 yılında Kemalizm yapıldığında ne kadar komik duruma düşüldüğünün göstergesi.
Akademisyenken yazdığı tezle sistemin antidemokratik yönlerini ortaya koyan Baykal’ın bu komiklikten haberdar olmaması mümkün mü?
Deniz Baykal bu komikliğin tabiî ki farkındadır, ama İlker Başbuğ olmayabilir. Çünkü eğitimi izin vermez; 12 yaşından beri hayatını kışlada geçiren bir adamın demokrasi adına çok fazla görüş sahibi olması mümkün değil. Ancak Baykal ve Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları durumun farkındadırlar. “Önemli olan demokrasi değil” diyemeyecekleri için takiyye yapıyorlar.
Onur Öymen’in Dersim savunması da bunun göstergesi mi?
Aynen öyle. Zaman zaman “Ölmek ve öldürmek zorundayız” diye ağızlarından kaçıyor. Hani demokrattık; öyleyse bizim gibi düşünmeyenleri niye öldürmemiz gerekiyor? Ancak CHP’ye oy veren yüzde 20’lik kesimi anlayabiliyorum. Büyük şehirlerde, varlıklı semtlerde yaşayan belli bir yaşam tarzı ve kalitesi olan, dünyayı gören, birkaç yabancı dil bilen laik kesim. Bu kesim, Genelkurmayın ketenperesine geldi. Kandırıldılar yani. AKP’nin yaşam tarzlarına müdahale edeceğine, başlarını örteceğine, içkiyi yasaklayacağına inandılar. Onları kandırılmış bir kesim olarak anlayabiliyorum.
Artık Anadolu sermayesi de varlık hale gelmedi mi? Bu iki kesimin birbirini anlamasını sağlamaz mı? Artık onların çocukları da yurtdışında okuyor…
Anadolu sermayesine çalışan işçilerin çocukları yurtdışında okuyamıyor ama… İşte o yüzden Anadolu sermayesi eninde sonunda TÜSİAD’la birleşir ve ülkeyi yönetmeye devam eder. Kemalistler bunlardan değil, AKP’ye oy veren kalabalıklardan korkuyor. Bir sosyalist olarak beni bu kalabalıklar ilgilendiriyor. AKP bunlara hitap etmesini biliyor. Türkiye’de sol diye anılan örgütler Kemalizm’e bulaştıkları için, asıl hitap etmeleri gereken kitleye hitap edemiyorlar. Sorun bu kitleyi düşman olarak görmeleri. Onun için CHP’nin yüzde 20’yi aşması mümkün değil.
CHP bu anlayış yüzünden mi halka gidemiyor?
CHP’nin zihniyet olarak halka “Sen AKP’ye yüzde 47 oy verdin, salaksın! Ben senin oy verdiğin partiyi hiç kimsenin seçmediği eli silâhlı adamların gelip devirmesini destekliyorum, senin oyunun benim gözümde hiçbir değeri yok” demesi lâzım, ki diyemez. Deniz Baykal’ın anlatacağı zırvalıkları halk dinlemeyecektir. Dolayısıyla CHP halka gidemez. CHP halka gitmediği için onu kimse anlamıyor değil, onu herkes anladığı için CHP halka gidemiyor.
Kemalizm’in Batılı gibi olmak konusunda bir problemi olmadığını söylüyorsunuz, ancak Batının kurumlarını Türkiye’ye getirme konusunda neden tepkiseller?
Kemalistler için Batılı değerler tehdit değil, ancak burada da bir propaganda oyunu var. Kemalistler Kürtlerin taleplerine “Türkiye Türklerin” olduğu için, Kürtleri küçük gördüğü için, kısacası Kemalist olduğu için karşı çıkıyor. Ancak Kürtlerin hakları yok da diyemez, çünkü demokrasi söylemiyle ters düşer. Onun için başka bir kulp bulup “Kürtler Amerikan emperyalizminin maşasıdır” diyorlar. Kemalistler işlerine geldiklerinde Batılı değerleri savunuyor, işlerine gelmediğinde ise “düşman Amerikan emperyalizmi” diyorlar…
Yanılmıyorsam, Taha Kıvanç, İlhan Selçuk’un bilindiğinin aksine Amerikan karşıtı olmadığını söylemişti.
Katakullilerden bir tanesi daha… Kemalistler “İrtica geliyor, buna karşı darbe yapılması mübahtır” diyor. İlhan Selçuk, ömrü boyunca darbelerden yana olmuş bir kişi. Kemalistler “Vatan satılıyor, ülke bölünüyor” edebiyatını “İkinci Kurtuluş Savaşı” edebiyatıyla destekliyorlar. Bizi Amerikan emperyalizminden koruyacak olan ise TSK! TSK nerede eğitim görür? Amerika’da! TSK’nın el kitapları neyin tercümesidir? Amerikan ordusunun el kitaplarının! TSK dünyaya hangi gözle bakar? Amerikan gözüyle bakar! Yani “Bizi Amerikan emperyalizminden koruyacak güç TSK’dır” demek, komik ötesi bir şey. 12 Mart’ı Amerikan başkanının söylemiyle “Bizim çocukların” yaptığı ortada. Bizim çocuklar bizi Amerikan emperyalizmine karşı koruyacak, öyle mi! Güleyim bari!
Sizce Amerika orduya “Artık darbe yapma, değişimin önünde durma” mı diyordur?
Ben, Türkiye’de olan biteni Amerikan parmağıyla izah eden bütün senaryolara kuşkuyla yaklaşırım. Türkiye’de olan bitenleri Amerika tayin etmiyor. Eğer böyle dersek, Türkiye’nin iç dinamiği yokmuş gibi konuşmuş oluruz. Tabiî ki Amerika’da düzinelerce düşünce kuruluşu ve hükümet danışmanları dünyanın çeşitli yerleriyle ilgili planlar yapıyorlardır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Dünya, artık çok karmaşık bir çarşı... Eğer, Amerikan politikaları tıkır tıkır işliyor olsaydı; Irak’ta, Afganistan’da bu durumda olurlar mıydı? Amerikan yetkilileri askere olduğu gibi, hükümete de çeşitli konularda isteklerde bulunuyor olabilir, ancak hem hükümet, hem de asker bu istekler içinde işine gelene uyar, işine gelmeyene uymaz.
Türkiye’nin iç dinamiklerine dönecek olursak, siz az önce TÜSİAD’la Anadolu sermayesi birleşir Türkiye’yi yönetir dediniz. Bu birleşmede kim kime benzeyecek ve halka ne kazandıracak?
Tabiî ki Anadolu sermayesi TÜSİAD’a benzeyecek ve bize bir katkısı olmayacak. Sen kapitalist değilsen, fabrikaların yoksa, konuyla alâkan yok. Ben bir sosyalist olarak, Anadolu sermayesine de, TÜSİAD’a da çok farklı bir gözle bakmıyorum. İkisi de benim sınıf düşmanım. Bunlar birleştiğinde de, bir sosyalist olarak, bunların iktidarını devirip yerine sosyalist ülke oluşturma mücadeleme bugün olduğu gibi devam edeceğim.
Yani sermaye sahibinin Müslüman olması bir şey değiştirmez diyorsunuz?
Müslüman okuyucularınızı üzmek istemem, ama Müslüman kapitalistin daha iyi olacağı düşüncesi hüsn-ü kuruntudan ibarettir, çünkü kapitalist sistemde sermayenin dini olmaz. Kapitalist sistemde üretmek ve kâr etmek vardır. Anadolu sermayesi içinde dindar olan insanlar olabilir, ancak iş üretime ve yatırıma geldiğinde Müslümanlık orada ikinci plana düşer, bu sistemde bunun başka türlüsü mümkün değil.
Başka türlüsü olması için kapitalist sistemin son bulması gerekir diyorsunuz?
Tam da bu nedenle sosyalistim zaten.
Kapitalist sistemin son bulması için illa sosyalist olmaya gerek yok, bence İslâm’ın emrettiği ekonomi ahlâkı da bunun için bir yol…
Doğru, biliyorum öyle düşündüğünüzü, ama bu konuda ayrı düşünmemiz normal…
Ekonomiden isterseniz siyasete geçelim. Türkiye’deki değişim içinde Ergenekon yapılanmasını nasıl yorumluyorsunuz?
90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Kemalist devletin kendini tehdit altında hissettiğini söylemiştim. Bir taraftan Erbakan’ın başbakan olması, öbür taraftan Kürt sorununun dallanıp budaklanması ve artık silâhlı yöntemlerle çözülemez olduğunun anlaşılması, bu tehdidin kaynağını oluşturdu. Ergenekon’un iki amacı vardı; bunlardan biri ülkeyi kargaşa ortamına sürükleyip asker darbe yaptığında “Ülkeye huzur ve sükûnet getirdik” diyebilmek; ikincisi ise düşman olarak tanımladıkları kişileri kuytuda halletmek. Ergenekon bunun mekanizmasıdır ve şaşılacak bir şey yoktur. Ergenekon’un ayrıntılı bir şekilde nasıl örgütlendiği beni çok ilgilendirmiyor, ancak bu zihniyetin Ergenekon gibi bir şey yaratmaması şaşırtıcı olurdu.
Ergenekon dâvâ sürecinin, laiklik-İslâm temelinde şekillendirilmeye çalışılan ayrımcı toplumsal kutuplaşmayı engellediğini düşünüyor musunuz?
Bütün bu pislikler ortaya çıktıktan sonra, artık halk askerin söylediğine inanmamaya başladı. Halk, Kemalistlerin sandığı gibi aptal değil. Zaten yapılan kamuoyu yoklamalarında askerin güvenilirliği yüzde 90’lardan 60’lara düşmüş vaziyette. Gidişatın yönü belli, millet artık yemiyor.
Bu süreçte yargının pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yargı Genelkurmay’ın uzantısı; bu artık çok açık hale geldi. Kemalist devletin sac ayaklarından biri olan yargı, görevini bilinçli bir şekilde yerine getiriyor. Zaman zaman asker telefon edip kulaklarını büküyor, zaman zaman buna bile gerek kalmıyor.
Kemalist devletin son on yıldan beridir ciddî tehdit altında olduğunu ve direncin de bundan kaynaklandığını söylediniz. Ancak bazı aydınlar askerî vesayetten kurtulduktan sonra sırada sivil dikta olabileceğini söylüyor. Katılır mısınız?
Bu bir deli zırvalığı. Sivil dikta demokrasi demek. Halkın kendi kendini yönetmesine demokrasi denir, sivil dikta denmez ki. Bu bir kelime oyunu…
Çoğulcu bir yapı içinde farklı düşünenlere eşit bakılmayacak diye bir korku olduğu söyleniyor?
Kemalistlerin koruduğu devlet, bugüne kadar farklılıklara eşit mi baktı? Aksine! Seksen senedir nefes alamadık bu memlekette. Ne Müslüman, ne Alevî, ne Ermeni, ne sosyalist, hiçbirimiz nefes alamadık. Demokrasi bekçiliği yapmak bunlara düşmez. Bundan sonra mükemmel bir demokrasi olacağını düşünmüyorum, ancak bundan daha kötüsü olamaz, çünkü daha kötüsü yok!
Sizce Kemalist devlet bunca zaman ipleri nasıl elinde tutabildi?
80 senedir sopa zoruyla, darbelerle, muhtıralarla ayakta kalabiliyor. Bazı insanlar bu sistemden nemalandıkları için devleti destekliyor. Gönüllü olarak destekleyen yok. Türkiye’de asker kimi desteklemişse, öbür partiyi de halk desteklemiştir. 1960 darbesi olmasaydı, bugüne kadar Kemalist devlet değişmiş olacaktı. Zaten cumhuriyetin hemen ilk yıllarında halkın bir kısmı “Ben bu rejimden memnun değilim” diyerek ayaklanıyor. Şeyh Said ayaklanması da bunlardan biridir. Cumhuriyet halka seçme hakkını ilk verdiğinde, ilk fırsatta, halk CHP’yi dehliyor. Baştan beri Kemalizm sopayla tepeden dayatılan bir şey, bugüne kadar kurtulamamışız. Ancak artık galiba kurtuluyoruz gibi bir hava var bugün…
H. HÜSEYİN KEMAL [email protected]
|
H. HÜSEYİN KEMAL 12.04.2010 |