Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Dinde doğru bilgi” ve... |
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun, dün bir kısmını değerlendirdiğimiz beyanlarında, üzerinde durulması gereken başka bazı önemli noktalar da mevcut. Bunlardan biri, “Diyanet, daha özerk, daha otonom, daha güçlü olmak zorundadır, olmalıdır” tesbiti ve temennîsi. Ama bu, Başkanın bir türlü vazgeçemediği Atatürk referansıyla olmaz. Burada referans olabilecek asıl dinamik, Başkanın bir taraftan “Hutbelerimize konu yapmayız” diyerek tuhaf bir duruş sergilediği, ama diğer taraftan da “Diyanet’in daha sivil ve otonom olmasını gerektiriyor” tesbitini yaptğı AB süreci. İkincisi, yine M. Kemal’den bahsederken söylediği, “Atatürk Kur’ân tefsiri ve hadislerin neşrini, toplumun din konusunda doğru bilgilendirilmesini istedi” sözü. Peki, bu konunun aslı ne? Elmalılı Hamdi Yazır’ın Elmalılı tefsiri olarak bilinen meşhur eseriyle, ilk üç cildi Babanzade Ahmet Naim Beye, devamı Prof. Dr. Kâmil Miras’a hazırlatılan Sahih-i Buharî Muhtasarı-Tecrid-i Sarih Tercümesinin, Atatürk’ün talimatıyla yazdırıldığı, herkes tarafından bilinen bir gerçek. Kur’ân tercümesinin İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif’e teklif edildiği ve onun başlangıçta kabul edip bir miktar yaptığı, ama bilâhare asıl niyeti sezdikten sonra vazgeçip, o vakte kadar yazdığı kısmı yakarak imha ettiği de bir başka hakikat. İşin perde gerisindeki bu niyet, millî mücadele kahramanlarından olduğu halde, zafer sonrasında dışlananlardan Kâzım Karabekir’in M. Kemal’den aktardığı beyanlarda açığa vuruluyor: “Evet, Karabekir; Araboğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım. Tâ ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler...” (Paşaların Kavgası, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, s. 159; aynı bilgi, Karabekir’in, Uğur Mumcu tarafından düzenlenip 10-29.1.1990 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen hatıralarında da yer alıyor.) M. Kemal’in “Araboğlu” dediği, Peygamberimiz (a.s.m.); “yave,” yani “safsata ve saçmalık” olarak nitelediği de Kur’ân’ın âyetleri. Hâşâ!... {Bediüzzaman Hazretleri “Kur’ân’a karşı suikast” olarak vasıflandırdığı ve “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin” sözüyle açığa vurulduğunu belirttiği “dehşetli plan”dan söz ederken, bu olayı anlatıyordu. (Sözler, s. 425)} Karabekir’in naklettiği hatırayı tamamlayan bir bilgi de, 1932-33 yıllarında ABD Ankara Büyükelçisi olan Charles H. Sherrill’in, Atatürk’le din konusunda yaptığı özel sohbetle ilgili izlenimlerini yazıp Washington’a gönderdiği raporda yer alıyor. (Musevî yazar Rıfat Bali’nin tercüme edip Toplumsal Tarih dergisinde yayınladığı raporun tam metni 6.9.06 tarihli Radikal’den iktibasen, ertesi günkü Yeni Asya’da çıkmıştı.) Raporda anlatılan görüşmede Türkçe Kur’ân ısrarını “Türk halkı uzun zamandan beri ezberden okuduğu Arapça duaların gerçek mânâsını anladığı zaman tiksinecek” iddiasına dayandıran M. Kemal’in tavrını Büyükelçi, “Kur’ân’ı Türkler arasında gözden düşürme” niyetiyle açıklıyor. M. Kemal’in “Türkler Arapların dinini kabul etmezden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuttu. Muhammed’in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdular” sözleri de aynı niyetin bir başka boyutunu ve tezahürünü ortaya koyuyor. Türklerin “bilmedikleri ve anlamadıkları bir dille” yazılan Kur’ân’ı okumalarını “Beyni sulanmış hafızlara döndüler” diyerek aşağılaması da. Bu bilgiler de, Atatürk’e en yakın isimlerden Afetinan’ın hazırladığı “Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları” kitabında mevcut. Bütün bunlar, Bardakoğlu’nun savunduğu gibi, “toplumun din konusunda doğru bilgilendirilmesi”nin amaçlandığını mı gösteriyor, yoksa...
15.04.2010 E-Posta: [email protected] |