Banu YAŞAR |
|
Çocuğumuzu yeniden fark etmek |
Çocuğumuzun gözlerine, en son ne zaman baktık… Sadece onu çok sevdiğimizi düşünerek, iyi ki bize verilmiş olduğunu hissederek seyrettik mi onu? Ona sürekli olarak ne yapması gerektiğini ya da yapmaması gereken şeyleri söylemek dışında, onunla gerçekten ne kadar vakit geçiriyoruz. Onu sevdiğimizi, ne kadar hissedebiliyor. Bazen bütün gün birlikte olduğumuzda bile, gözlerinin içine onu fark ettiğimizi ve onu seyretmekten mutluluk duyduğumuzu hissettirerek bakabiliyor muyuz? Birlikte zaman geçirmek, aynı anda aynı mekânda olmak mıdır sadece? Biz kendi gündemimizi yaşarken, kafamızın içindekilerle boğuşurken, onun varlığının ne kadar farkında olabiliyoruz? Sadece yaramazlık yaptığı zamanlarda mı fark ediyoruz onu? Her şey yolundayken, hiçbir problem yokken, onun farkına varmakta neden zorlanıyoruz bu kadar? Yalnızca olumsuz davrandığında fark edilmek, bu tür davranışların devam etmesine yol açmaz mı? Neyi beslersen o büyümez mi? Ve seyredilen her oyun, sürekli sahnelenmez mi aslında? Bir koşuşturmanın ve akıp giden hayatın içinde onun büyüdüğünü görebiliyor muyuz? Ne kadar zaman oldu yürümeye başlayalı, ilk cümlelerini söyleyeli kaç doğum günü geçti? O bebekken biz yetişkin miydik gerçekten? Ne kadar farkına vardık, anneliğimizin, babalığımızın… Ne kadar tadını çıkarabildik büyüme zamanlarının… O büyürken biz ne kadar öğrendik, ne kadar fark ettik hayatı… Kendimizi gördüğümüz aynalar değişti mi… Başkalarına gösteremediğimiz tepkilerimizin muhatabı, hep onlar mı oldu… O uyuduğunda, pişmanlıktan başucunda ağladığınız oldu mu? Tövbeler ettik mi defalarca, yarın farklı olacak diye… Bir daha ona kötü davranmayacağım diye… Bir daha ona hiç kızmayacağım diye, tövbeler ettik mi? En çok sevdiğimiz, en çok incittiğimiz de onlar oluyor ne yazık ki… Sabrımızın en kolay taştığı sular hep onlara doğru akıyor…. Hiç kimseye gösteremediğimiz yüzümüzü, hep onlara saklıyoruz sanki… En özenli davranışlarımızı ellere sunarken, en hoyratlarını onlarda kullanıyoruz… Bütün maskelerimizi onlarda kaldırırken, bütün sansürlerimizi de onlara uyguluyoruz… Sürekli deneme yanılmalarla kurduğumuz terbiye anlayışımızın sonuçlarını da yine onlar yaşıyor. Kararlı duramadığımız kararlarımız ve gelip giden vicdanımız arasında dönüp duruyoruz. Ona nasıl davranacağımızı ve onu nasıl terbiye edeceğimize dair kalıplarımızı devamlı olarak değişiyoruz. Bir kerede öğrensin istiyoruz. Bir söylemeyle düzelsin diye bekliyoruz. Kaç kere tekrarladığımızın sayısıyla öfkelenip, onu anlamamakla suçluyoruz. Kendimize anlatamadığımız ve değiştiremediğimiz onca şeyi ne çabuk unutuyoruz. Sevmediğimiz bir alışkanlığımızı değiştirmemiz kaç yılımızı alıyor. Sürekli söylendiği halde ya da sıkıntısını ve olumsuz sonuçlarını hâlâ yaşamamıza rağmen, neden değiştiremiyoruz? Alışkanlıklarımızın kolaycılığından kurtulmamız bu kadar zorken, neden onların bir kerede anlamasını istiyoruz. Onların da nefsi olduğunu mu unutuyoruz acaba? Aslında, ne çelişkili bir durumdur anne baba olmak… En çok doğruyu onda yapmak isteriz, en çok hayali onun için kurarız, ama en çok hatayı da yine onda yaşarız… En hassas olduğumuz, kimseye dokundurmadığımız, ama en çok kırdığımız da yine onlar oluyor. İnsanın en sevdiğine, istemeden bile olsa nasıl zarar verdiğinin en dramatik örneğidir, anne baba olmak… Duygularını gösterebilmeyi, ifade etmeyi, şartsız da olsa sevebilmeyi anne baba olduktan sonra öğrenmeye çalışırsın... Karşındaki kocaman yürekli, küçük insan bunu senden gözleriyle de olsa talep eder. Vermezsen davranışlarıyla tekrar tekrar ister. Olmayınca problem çıkararak kendini ve ihtiyaçlarını göstermeye çalışır. Bazen de ifade eder, beni sev, beni fark et diye... Çığlık atmaya başlar sesini duyuramazsa eğer... Sana nasıl seveceğini de, nasıl ifade edeceğini de öğretir... Yeter ki, gözlerinin içine bakıp, onu yeniden keşfet, yeniden sev doyasıya, ifade et, dile getir duygularını... Ertelenmemiş, zamanında muhatabına ifade edilmiş sevgi, çocukluk yaralarına bile iyi gelir...
14.04.2010 E-Posta: [email protected] |