Görüş |
Bir ikaz üzerine
Geçenlerde, Bedîüzzaman Haftası faâliyetleri münâsebetiyle Eskişehir’de bulunan iki kadîm dost, bir vesîle ile tahattur ederek bendenizi telefonla aradılar. Fütûr zamanlarımda dâimâ teşvîk ve terğibleriyle ve bâzen de terhîbleriyle îkaz eden sevgili Osman Zengin kardeşim telefonda idi. Yanında dili, uslûbu ve bilhassa muhteşem tasvîrleriyle edebiyâtımızda müstesnâ bir yeri bulunan İslâm Yaşar Bey vardı. Her ikisi ile de uzaktan hasret giderdik. O arada, İslâm Yaşar Bey, çoktan bırakmış olduğum nazım sâhasında yeni çalışmalar yapmamı beklediğini ifâde etti. Bendeniz de, artık manzûm eser veremediğimden özür beyân ettim. Nesirdeki ustalığını Bedîüzzaman Beşlemesi ile bihakkın isbât eden bu kıymetli edîbimiz, şiir vâdisinde bir şeyler karalamaya devâm etmemin lüzûmunu ve yeni eserlerimi beklediğini teşvikkârâne ihtâr etti. Burası tam yeri: Yahyâ Kemâl’den bir latîfeyi anlatmadan geçemeyeceğim. Hem şiir, hem resimle meşgul bulunan bir zât, Yahyâ Kemâl’den sorar: “Üstâdım, acabâ şiirle mi; yoksa, resimle mi meşgul olsam? Bu husûstaki tavsiyenizi lütfeder misiniz?” Yahyâ Kemâl, tereddütsüz: “Resimle.” cevâbını verir. O zât, îtirâz eder: “Ama, henüz resimlerimi görmediniz ki, efendim!” Şâirin karşılığı basit ve nettir: “Evet, ama, şiirlerinizi gördüm…” Nesri ve nazmı eski tarzda sürdüren fazla insan kalmadı. Korkarım ki, yazanların hepsi de sevilerek ve beğenilerek okunmuyor… Hele, bendeniz gibi, bâzı kàideler hakkında inatçı ve ısrarcı muhâfakâr takımının yazdıklarını mecbûriyet tahtında okuyan, yeni tâbiriyle, editörden başka kimse var mı, merâk ediyorum? Manzûm eserlerin âhengi, kafiyesi, vezni, mazmûnu derken; ufalana ufalana un gibi oldu. Bu durumu îzâh eder mâhiyette bir fıkra da Nasreddin Hoca’mızdan: “Ey cemâat! Oğlunuz olursa, adını sakın Eyyüb koymayın.” “Neden hocam?” “Eksile, incele (Ey ip!) olur da ondan…” Cümleleri devirip, kelimeleri tersine çevirip, “sözcükleri” merdiven basamakları gibi yukarıdan aşağıya dizmek; hiç bilmediğimiz bir âlemden, hiçbir tedâîde bulunmayan, hiçbir his uyandırmayan mânâlar yüklemekle meydana gelen şiir, maalesef, bizim gibilere yabancı… Hâşîm de, bizim babalarımızdan bu yüzden yakınıyordu: “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz!” derken… Onlar, bu âlemden göç ederken, mâzîden kendilerine mîrâs kalan pek çok değerin iflâs ettiğine şâhid oldular. Arûz’u, heceyi de birlikte götürdüler; bu kıymet bilmez nesle bırakmaktansa… “Gemiler geçmeyen bir ummânda” çalınan o eski besteler gibi! Eğer, Üstâd Bedîüzzaman Saîd Nursî’nin açtığı çığırda yürüyen milyonların, şükür, henüz anlayabildiği lisânımızı kullanamayacak isek, yazmanın ne ehemmiyeti var? İnsanoğlu, tavuk veya koyun gibi bir varlık değil ki, fıtrî vazîfesini yapıp yumurta veya süt vermeye devâm etsin… Mârifet, ilim, san’at; iltifâta tâbîdir. Kıymeti bilinip, müşteri olunmazsa, ham elması kim şekillendirecek? Ne için işleyecek? Kim için bezeyecek? Hâsılı, muhterem İslâm Yaşar Hocamızın tavsiyesine uyarak, derinlere saklanmış olan ilhâm perîsini bin bir türlü müşkîlâtla arayıp bularak, şu aşağıda takdîm edeceğim manzûmeyi kaleme alabildim. Gerçi, kıymetli edîbimizin istediği gibi bir rübâîye muvaffak olamadımsa da, şükür ki, henüz unutmadığım arûzu kullanarak, bu kırık dökük dörtlük meydana geldi. Duâlarınız bereketiyle eğer devâma mecâl bulabilirsem, bundan sonra köşemde, uzun uzadıya yazmaktansa, böyle kısa ve şiirimsi manzûmelerimi sunmaya niyet eyledim. Kısmet…
Başa Dönüş Yıllarca emek sarfedilen işlere baktım: Kesb eylediğim her şeyi bir âh ile yaktım! Âhir şu çorak toprağa, hissiz taşa döndüm. Gelmiş idim üryân; yeniden, ben, başa döndüm.
EKREM KILIÇ - [email protected]
****************** |
14.04.2010 |