Saliha FERŞADOĞLU |
|
Gülerken ısırılmak |
Pencerenin önündeki masaya oturmuş dışarıyı izliyordum. Nisan yağmurlarının kışkırttığı toprak, haşri ispatlayan gösterisine başlamıştı. Tabiata uzun zamandır hâkim olan kahverengi yerini yeşile bırakırken, her yerde çiçekler açıyor, kuşlar baharın gelişini müjdelercesine hiç durmadan ötüşüyordu. İnançsız biri sırf tabiata bakarak, yeniden diriliş mu'cizesine şahit olup imana gelebilir, diye düşündüm. İman, ele avuca sığmaz, kolay kolay elde edilemez. İnanmak deyince işin içine kalp, akıl, ruh giriyor. Kalbin itminan olduğu yerde ruh yükselirken, dil tasdik ediyor, akıl kabulleniyor. Daha da önemlisi Yaratıcıya olan inancımızın şekillenmesinde esrarengiz etkenler var; çoğu zaman farkına bile varamadığımız. İçeriden gelen canhıraş bir bağırtı düşüncelerimden kopardı attı beni. Fakülte arkadaşımın evine, bebeğini görmek için ziyarete gelmiştim. Annesi uykusundan uyanan bebeğin çığlıkları arasından çıkıp geldi yanıma; elindeki servis tabağını önüme koydu, çaylarımızı doldurdu. Karşıma geçip masadaki yerini aldı. “Bera Nur ağlıyor” dedim endişeyle… “Bırak, ağlasın, alıştırmamaya çalışıyorum. Sonra hep kucak isteyecek.” “Kızım sen ne biçim annesin” diye şakayla karışık çıkıştım. “Nasıl dayanıyor yüreğin?” “Çocuk eğitiminin bir parçası bu. Sen ne anlarsın ki?” Şaşkın gözlerle arkadaşımı incelemeye koyuldum. Yavrucağızın sesi ümitsizlikle kısılıyor, arada bir tekrar canlanıyor, evin içi adeta inliyordu. Sonra yavaş yavaş sesi kesildi. Arada minik bebeğin iç çekişleri duyuluyordu. Arkadaşımın yüzünde hiçbir merhamet, şefkat, acıma hissi olmadığı gibi açıkça belli olan bir vurdumduymazlık görülüyordu. Başımı pencereden yana çevirdim. Bir yandan çayımı yudumluyor bir yandan anneliğin 21. yüzyılın eğitim modelleri arasında parçalanışını izliyordum. Ne zamandan beri eğitim, çocuğu güvensiz, çaresiz, kucaksız bırakmak olmuştu. Gülerken ısırılıyorduk; hümanist insanın kör kalbiyle, maddeci aklıyla eğitim adına sıraladığı lâfügüzaftı hepsi. Psikanalitik kuramın duayenlerinden Erik Erikson’un ilginç tesbiti geldi aklıma. Kendisi dine önyargısız yaklaşımıyla tanınır. Ona göre çocuğa bakımla verilen güven, çocukta daha sonra gelişecek olan dindarlığın temel taşı pozisyonundadır. Dini inanç, ebeveynin sevgi ve koruması sayesinde çocuklarda gelişmiş olan güven üzerine bina edilmiştir. Bu yüzden anne ilgisini hisseden çocuklar ileride Yaratıcıya karşı daha bağlı, inançlı oluyorlar. Yuvalarda büyüyen çocukları hatırlayın; özgüvenleri düşük, çevresindekilere karşı itimatsızlar. Kendilerini emniyetsiz, aciz en çokta yalnız hissediyorlar. Ağladıklarında yanlarına gelmeyen, onları koyunlarına almayan bir anne, sesini duyuramayacağı bir Allah inancı aşılıyor çocuğa. Çayımı masaya bırakıp, Bera Nur’un yanına gittim. Yanaklarında kuruyan gözyaşlarını öpe öpe kucağımda salladım onu. Özür dilerim annen için, diye fısıldadım kulağına. Özür dilerim…
14.04.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (07.04.2010) - Cevabını arayan soru |