Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Şefkat kahramanları (12) |
Sevim Morgül
Sevim Morgül, Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ hayatında ona destek çıkan, her türlü sıkıntıya, saldırıya sabredip iman hizmetine daha sıkı sarılarak cevap veren Çalışkanlar ailesinin bir ferdi. Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine küçücük bir ortaokul talebesiyken giren ve hizmetinden ayrılmayan merhum Ceylan Çalışkan’ın da kızkardeşi. Babası, amcalarıyla birlikte ailecek hizmete devam ettikleri için Risâle-i Nur tarihinde “Çalışkanlar Hanedanlığı” olarak da anılmaktalar. Kızları Zehra ve Emine ile beraber onun hatıralarını dinlerken “İşte Risâle-i Nur’un nasıl mükemmel insanlar yetiştirdiğine en güzel delillerden bir tanesi daha!” diye düşünmemek mümkün değildi. Mütevazı, iyiliklerini Allah’tan, kusurlarını kendinden bilen, çilekeş, samimî, kanaatkâr, sabır ve şükür abidesi Nur Talebesi hanımlardan bir tanesi o. Bediüzzaman’ın Emirdağ yıllarında küçük bir kız çocuğu olan Sevim Morgül hatıralarını paylaştı bizimle.
BABAMIN SADAKATİ Üstad Hazretleri Emirdağ’a sürgün olarak atla gelmiş. Babam Mehmet Çalışkan, Üstadı ilk ziyaretinde başı şapkalıymış. Huzuruna şapkayla gitmemek için çıkarken takmak üzere bir ağacın kovuğuna şapkasını saklamış. Sohbet sırasında Üstad Hazretleri onun şapka taktığını bilmediği halde “Bir zat söyleyeceğim; şapka takmadığı için ona her zaman duâ ediyorum” deyince çıkışta şapkasını kovuktan almadan eve dönmüş ve o günden sonra bir daha şapka takmamış. Üstadın manevî şahsiyetini çok iyi anladığından babam ölünceye kadar Risâle-i Nur’a olan muhabbet ve bağlılığını hiç koparmadı. Risâleleri yazdığı, okuduğu için defalarca tutuklandı, yargılandığı mahkemelerin sayısını hatırlamıyorum bile, Üstad’la Afyon Hapsinde de birlikteydi. Evimizi yaptırırken babam gizli dolaplar yaptırmıştı. Hiç belli olmazdı. Kitaplarını oraya koyar kapatırdık. En son 1960 ihtilâlinde bizim gizli dolabı şikâyet edenler olmuş. Alıp gitti jandarmalar. İçinde Risâlelerle birlikte Kur’ânlarımız da vardı. Babam en son bu yüzden üç ay hapis yattı. Evimiz çok sık aranırdı, korkardık. Ya sabah namazından ya da gece 12’den sonra kapımız “Güm! Güm!“ çalınırdı. Ortalıkta kitap varsa hemen kaldırırdık. Bazen kaldırdığımız yerden kitapları bulur, alır götürürlerdi.
KAHRAMAN HEMŞİREM FETHİYE! 1944 doğumlu olduğuma göre 7-8 yaşlarındaydım sene 1951-1952 olsa gerek hiç unutmuyorum. Bir gün annemle evdeyiz. Kapı yine hızlıca çalındı. Annem hemen pencereden baktı. İki jandarma vardı kapının önünde “Çocuğun babası yok. Dükkândan çağırın da gelin!” dedi. Jandarmalardan biri kapının önünde beklerken diğeri de babamı çağırmaya gitti. Annem kapıyı arkadan kilitledi. Bana da jandarmayı gözetlememi söyledi. Evdeki bütün kitapları hızlıca bir çuvala doldurdu, ağzını bağladı. Komşumuza seslendi bahçe tarafından “Gülizar Abla bunları hemen kaldır!” dedi. Onlar da çuvalı samanlığa gizlemişler. Babam masanın üzerinde Risâle yazıyormuş. Annem üzerine hemen örtü örtmüş. Babamın geldiğini görünce kapıyı açtık. Hemen bilir gibi gizli dolabı açtırdılar babama. Dolabın boş olduğunu görünce, gülümsemesini hiç unutmam. Babam bu olayı Üstad Hazretlerine anlattığında “Benim kahraman hemşirem! Demek kitaplarımı ele vermemiş!” diyerek annemi takdir etmiş. Üstad Hazretleri annemi takdir eder, selâm gönderir, babam da gelir anneme iletirdi bu selâmları. Üstad Hazretlerini sanki ailemizden bir büyüğümüz gibi bilirdik. Sadece babam değil, amcalarım da hizmet eder, ona elden geldiğince yardım etmeye çalışırlardı.
ANNEM, ÜSTADIN YEMEKLERİNİ HAZIRLARDI Annem, Üstadın yemeklerini seve seve, zevkle hazırlardı. Komşumuza bile “Üstada yemek hazırlıyorum!” demezdi. Üstadın yemek vakti ikindi saatiydi. Malzemelerini titizlikle hazırlayıp, gazocağını severek yakar, yemek pişirirdi. Yemeği pişirirken tuzunu kontrol için ayrı bir kaşığa bir parça alır tadına bakar, o kaşığı tekrar tencereye sokmazdı. Üstad yıldız şehriyesinin çorbasını severdi. Zaten son zamanlarında hep çorba yedi. Annem bazen yoğurtlu, bazen de yumurta sarısı ve limonla çorbayı pişirirdi. Evimize gelen giden çok olurdu. Yemek pişirirken komşulardan gelen giden olmasın diye kapıyı kapatır, bizi de tembihlerdi “Kapıyı örtün de ihlâsı, saati kaçmasın!” derdi. Zübeyir Ağabey birkaç dakika sonra gelir, kafası eğik bir şekilde çinko sefertasıyla çorbayı alırdı. Karşılığında her gün 25 kuruş verirdi. Üstad karşılıksız bir şey almazdı. Bütün bunları komşular görürdü tabiî, ama yine de annem hiç Üstad’a yemek pişirdiğini söylemedi onlara. Bazen de dükkâna yemeği ben taşırdım. Annem “Yemeği kime götürdüğünü söyleme!” diye beni uyarırdı. Götürdüğümüz yemekler zaten azıcıktı. Buna rağmen genelde artarak geri gelirdi tabaklar. Kimi zaman babam “Size teberrük getirdim!” derdi. Artan yemekleri büyük bir zevkle yerdik. Ziyan etmezdik. Nurcular artık yemekleri zaten hiç döküp israf etmezler. Hele de Üstaddan gelince… Üstadın çamaşırlarını annem yıkardı. Sonra ağabeyler gelir, annemin yıkadığını durular asarlardı. Sebebini merak ederdim. Üstad Şafi olduğu için, kadın eli değmesin diye öyle yapılmasını istermiş.
SEPETTEKİ KİTAPLAR Salı günleri Emirdağı’nın pazarıydı. Üstadın evi de çarşının içindeydi. Salı günleri çarşı çok kalabalık olurdu. Elle yazılan ya da basılan kitaplar geldiği zamanlar sepetin altına güzelce yerleştirilir. Üzerine meyve sebzeler alınırdı. “Üstada erzak götürüyoruz!” diye kitapları böyle gizlice taşırlardı. Üstada gidip gelmek hep kontrollüydü. Gizliliğe azamî dikkat edilirdi. Çünkü çok uğraşırlardı Nur Talebeleriyle. Annem bazı komşularımızdan, akrabalarımızdan bile çok çekinirdi. Dayım, yengem “Enişte bırak artık bu işleri! Bak yine hapise gireceksin. Çoluk çocuk perişan olacak!” dediğinde babam susar cevap vermez, onları kırmazdı. Babam uzun kış gecelerinde o zaman radyo, televizyon da yok, uzun uzun sohbetler yapar, Nurlardan anlatırdı onlara. Çoluk çocuk dikkatle dinlerdik hepimiz. Çay ikram ederdik, dikkat dağılırdı biraz. Dayım hemen “Eniştem konuşsun da dinleyelim” derdi. Sohbet çok hoşuna giderdi, ama yine de kızardı babama “Hapse gireceksin! Çocuklar perişan olacak. Bari daha az git Üstadın yanına!” derlerdi. Ama babam Üstadın manevî şahsiyetini anlamış, ona öyle bağlanmıştı ki hizmeti hayatının sonuna kadar bırakmadı. Akraba olduğu için susar, cevap vermez, onları kırmaz, devamlı sohbet eder, ikramlar yapar, doğru bildiği yoldan da zerre miktar ayrılmazdı. Seneler böyle geçti. Şimdi o akrabalarımız 40 sene sonra Nurcu oldular. 60 ihtilâlinden sonra Eskişehir’e taşındık. Ondan sonra evimiz aranmadı. Zaten iki yıl sonra da evlendim.
CEYLAN AĞABEYİMİN VEFATI Evlenmeme de Ceylan Ağabeyim vesile oldu. Ağabeyim, öleceği gün sabah kalktığında yengeme bir rüya gördüğünü söylüyor, ama anlatmıyor rüyasını. Sadece “Sevim’i Haydar’a verseniz olur mu?” diyor. Aynı gün de trafik kazasında vefat ediyor. Ölümünden bir hafta öncesinde de Ceylan Ağabeyimle Haydar İzmit’e kız istemeye gidiyorlar. Ağabeyim “Kabul ederlerse yüzük size hediyem olsun!” diyerek bir alyans alıyor. Nasip olmuyor. Parmağımdaki alyans ağabeyimin aldığı o yüzük işte! Kaybolur bazen, ama yine hep bulurum. Baktıkça ağabeyimi hatırlarım. Kayınvalidem hep ibretle “Bir hafta önce kız istemeye birlikte gittik, aynı yoldan bir hafta sonra cenazesini taşıdık” derdi. Yengemle, ağabeyimin kızı Nuran’la hiç kopmadık birbirimizden. Beşiğinin başından ayrılmazdık bebeğin. Babam da çok severdi. Babam altı yaşında annesini kaybedip, yetim büyüdüğü için yetimlere acır, hep severdi. Ağabeyi vefat ettiğinde ağabeyinin üç çocuğuna da baktı. Biz dokuz çocuk hep birlikte büyüdük. Yer sofrasında neşeyle yemeklerimizi yerdik. Babam ağabeyinin yetimlerini büyüttü, ikisini evlendirdi, birini askere gönderdi. Ardından Ceylan Ağabeyim vefat edip, Nuran yetim kalınca “Ben yetimleri çok sevip, acıdığım için demek ki benim kapımdan yetim hiç eksik olmayacak” derdi.
ÜSTADIN İKAZINDAKİ HİKMET! Üstad Emirdağı’ndayken babamla zaman zaman mezarlık ziyaretine gidermiş. Bir defasında babama “Baban çok büyük bir zatmış, ama bilememişsiniz!” demiş. Onun mezarı ile Ceylan Ağabeyimin annesi olan ölen eşinin mezarının arasındaki boşluğu göstererek “Burayı muhafaza et. Kimseye verme!” demiş. Üstad Emirdağ mezarlığına babamla her ziyaretinde bunu hatırlatırmış. Ceylan Ağabeyim İstanbul’da vefat ettiğinde, babam Üstad Hazretlerinin sözünü hatırlamış. “Cenaze İstanbul’da kalsın!” ısrarlarına rağmen “Onun yeri hazır!” diyerek ağabeyimi Emirdağ Mezarlığına annesi ile dedesi arasındaki boş alana defnettiler.
—Devam Edecek—
18.04.2010 E-Posta: [email protected] |