Basından Seçmeler |
Komutan eşleri
BÜTÜN dünyada kabul gören bir gerçek vardır: “Dünyayı erkekler, erkekleri de kadınlar yönetir.” Ülkemizde buna paralel bir başka benzetme daha vardır: “Türkiye’de Silahlı Kuvvetleri komutanlar yönetir, komutanları da eşleri...” Yaklaşık 50 yıldır dinlerim bu sözü. Doğrulayacak olayları da çok gördüm. O sabahları binlerce askere ‘Merhaba asker’ derken, yeri göğü inleten tüm ve tuğgenerallerin, evlerinde eşlerinin yanında süt dökmüş kedi gibi olduklarını çok gördüm. Normal ama. Bu doğa kanunu. Polisler, profesörler sakın gülmeyin. Siz de evde eşlerinize karşı böylesiniz. Sosyal bilimciler veya psikologlar doğrusunu bilirler, biz sokaktaki adamlar “Hükmetme ve emir verme zevkini işyerinde, örneğin kışlada askere veya okulda öğrencisine karşı bol miktarda tatmin ettiği için eve gelince kuzu gibi oluyorlar” diye yorumlarız. En başa dönüyorum. Komutan eşlerine yani paşa eşlerine... Emekli tümamiralin açıklamaları bir haftadır gündemin en tepesinde dolaşıyor. Eşini müthiş suçlayan bir eş. (...) Eşi tarafından suçlanan kişi tümamiral... Kadıncağız neler neler diyor. Kavgada bile söylenmeyecek sözler. Belli ki eşini yakmak istiyor. Ama Türk milletinin kafası daha çok karışıyor. Şu pırlantalar falan neyin nesi... Şu gösteriş merakı, sınıf değiştirme savaşı insanı ne hale getiriyor. Birbirleri ile yarışan ama adeta savaşan paşa veya amiral eşleri... “Bilmem ne paşa Bodrum’da iki katlı yazlık villa almış. Görenler anlata anlata bitiremiyor” sözünü o kadar çok duydum ki. Oğlunu-kızını Amerika’da okutmaya gönderen paşa hanımlarının cakasını-havasını da... Yazları askeri kamplarda, yazlık evi olmayan gariban paşalar kalır. Yalan mı? O kamplarda bile eşlerin rekabeti vardır. “Bilmem ne dairesi neden şu paşaya verildi. Sen ondan daha kıdemli değil misin” diye hesap sormalar. Hatta kimin Kıbrıs Barış Harekatı’nda veya Güneydoğu’da komutanlık yaptığı bile hatırlanır. İlkokulu bitirip askeri okula 12 yaşında giren tam 40 yıl vatan-millet ve Harbiye Marşı dinleyen bir kişi, çelik olsa kadın dırdırından çıldırır. Ne yapsın adamcağız? Eşini sustursun diye darbe de yapar, çete de kurar. Mesela yani diyorum... Sözüm ülkemden dışarıda. Bir şeyler alanların da nedense hep kayınpederi zengindir. “Bende para ne arar. Eşimin babası memleketteki tarlasını satıp bize Bodrum’da yazlık ev aldı” denilir. Kayınpederi fakir olan devlet görevlisine rastlamadım. Ben niye böyle bir kayınpeder bulamadım, ona yanarım. Birileri “Silahlı Kuvvetleri halkın gözünden düşürmek için uygulanan planın bir parçası” diyor. Komplo teoriler, üretiliyormuş. Duyun da inanmayın. Peki, bunlar ilk kez mi oluyor ülkemizde? Hayır. Sadece yeni yeni yazılmaya başlandı. Benim askerlik yaptığım zamanlar, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar idi. İnanın tüm komutanlar, Bayan Sancar’dan daha çok korkardı. Edip Paşa’nın eşi de yaşayan efsanedir bu konuda. Hatta bazı paşaların eşleri yüzünden terfi edemedikleri bile söylenir. Güya Yüksek Askeri Şura’da bile konu olurmuş... Dediğim gibi, mutlaka geçmişte de emekli tümamiralin eşi gibi olmak isteyen belki pek çok kişi vardı. Ortaya çıkmaya cesaret edemedi veya ona “Hadi gel anlat” diyecek gazeteci olmadı. Olay çok basit, demokrasiye geçiş döneminde bazı gazeteciler herkesin bildiği gerçekleri yazmaya başladı. Yoksa bu ülkeden ne paşa ne amiral eşleri geldi geçti... Komutan şapkası ile askerden tekmil alan da vardı, eşinden daha sert bağıran da. Pahalı taşlara meraklı amiral eşleri de vardı, kendini Rahmi Koç’un eşi sanan da... Bazıları askeri sosyete arasında şehir efsanesi gibi dilden dile dolaşır. Bu haberler ile “Silahlı Kuvvetler’in itibarı zedeleniyor” diye üzülenler... Lütfen şunu unutmayın, ordu kim? Benim dayım, amcam, teyzemin oğlu, kuzenimin oğlu falan filan... Yani Türk ordusu Türk halkıdır. Türk gazetecisi de uzaydan gelmedi. Üzmeyelim birbirimizi.
Aykut Işıklar / Bugün, 19.4.2010 |
20.04.2010 |
Ali Fuat Başgil
NİSAN ayının 17. günü hem Turgut Özal’ın hem anayasa hukukumuzun büyük isimlerinden Prof. Ali Fuat Başgil’in vefat yıldönümüdür. Gündemde anayasa değişikliği tartışmaları olduğu için, 17 Nisan 1967’de vefat eden hocam Ali Fuat Başgil’i yazmak istiyorum. Hocam dedimse, İstanbul Hukuk’ta onun öğrencisi olamadım. “Başgil’in öğrencisi olmak” heyecanıyla kaydımı yaptırdığımda o çoktan emekliye ayrılmıştı. 27 Mayıs cuntasının üniversitelerde yaptığı “147’ler tasfiyesi”nin kurbanlarından biriydi. Bunu onur meselesi yapmış bir daha fakülteye dönmemişti. Merhum Başgil’e “hocam” deyişimin sebebi, bütün kitaplarını okumuş ve ‘hukuk, demokrasi, hürriyet, milli irade’ gibi temel kavramların ruhunu ondan öğrenmiş olmamdır.
Demokrasi mücadelesi Vefatından önce kendisini üç defa gördüm, elini öptüm: “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabında 27 Mayıs’ı eleştirdiği için yargılanıyordu. Arkadaşlarla duruşmaya gittik davayı protesto ettik, Hocamıza sevgi gösterisinde bulunduk. İki defa da Kızıltoprak’taki evinde ziyaretine gitmiştim. 17 Nisan 1967’de cenazesini mezara kadar taşıyan büyük kalabalığın içinde ben de vardım. 27 Mayıs’ın kara günlerinde, Menderes ve arkadaşlarının asılarak “siyaseten katl”edildiği acılı dönemlerde anayasa profesörü Ali Fuat Başgil hukukun, milli iradenin ve demokrasinin ışığını temsil ediyordu, Anadolu’daki milyonlarca insanın gözünde... Bunun için ağır hücumlara uğramıştı, ‘ilerici’ öğrencileri tarafından üniversite bahçesinde tartaklanmıştı! Cunta tarafından tutuklanmış, Balmumcu hapishanesinde üç ay yatmıştı, 69 yaşında iken! Sonra Cumhurbaşkanı seçilmesi tabanca tehdidiyle engellenmişti. İlmiyle ve karakteriyle bir ‘idol’dü... Daha öğrencilik yıllarımda bütün kitaplarını okudum. “Gençlerle Başbaşa” adlı kitabı bana tükenmez bir okuma ve çalışma enerjisi kazandırdı. “Din ve Laiklik” kitabını okuduğumda hem teokrasinin hem eli sopalı laikliğin yanlış olduğunu, demokratik bir laikliğin gerektiğini anladım. Ve “liberal devlet” terimini ve kavramını ilk defa Başgil’in “Demokrasi Yolunda” adlı kitabından öğrendim...
Başgil’i bugün okumak Merhum Başgil’in “Esas Teşkilat Hukuku” adlı kitabını ders dışında okuduğum zaman benzerlerinden farkını gördüm!.. 1924 Anayasası’nın “kuvvetler birliği” ilkesine dayandığını anlatıyor ve eleştiriyordu: “Yirmi küsur senelik uygulama hayatında Türkiye devlet reisleri, tarihin en haşmetli Sezarlarını bile imrendirecek bir kuvvet ve azametle hükümran olmuşlardır...” Başgil daha o zaman “kuvvetler ayrılığı” ve “liberal devlet” kavramlarını savunuyordu. 27 Mayıs’ı ve “vatandaş çoğunluğunu yok sayan” Kurucu Meclis’i aynı felsefe açısından eleştirdi, bu yüzden tutuklandı, üç ay hapis yattı... “Millet” kavramına ırki bir anlam verilmesine itiraz etti: “Millet” tanımında “bin yıllık tarih”i ve “Anadolu” coğrafyasını esas aldı. Hatta “milli irade” kavramının totaliter gelişmelere yol açabileceği uyarısında bulundu. Tek Parti’nin de bu kavrama dayandığını hatırlattı, “çoğunluk iktidarının sınırlanması” konusuna kitabında özel bir bölüm ayırdı... Özellikle hukuk öğrencileri; hâlâ Başgil’den öğreneceğimiz çok şey var. Aziz Hocam Ali Fuat Başgil’i rahmetle anıyorum
Taha Akyol / Milliyet, 19.4.2010 |
20.04.2010 |