M. Latif SALİHOĞLU |
|
İçten içe çürüme var |
Ahlâkî çürüme ve yozlaşmanın had safhaya vardığı bir dönemden geçiyoruz. Bilhassa fuhuş, cinayet, uyuşturucu... kaynaklı haberlerde adeta patlama yaşanıyor. Bu haberler de, gerçekte yaşananların belki de çok az bir kısmını yansıtıyor. Zira, ahlâksızlığın ekseriyeti perde altında cereyan ediyor. Patlak verenler, mevcudun ancak buzdağının su üzerinde görünen kısmı kadardır. * * * Yer, zaman ve şahıs ismi belirtmeden bir hadisenin mahiyetini anlatmanın ne kadar zor olduğunun farkındayım. Ama ne yapalım ki, "ahlâkî çürüme"nin bir nevi göstergesi durumundaki hadiseler hakkında böyle kapalı ve usturuplu bir lisan kullanmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde, hiç ilgisi olmayan bazı şahıs, zümre veya yöre insanı, haksız şekilde zan altında kalabilir. * * * Günümüz gençliği için örnek gösterilen, hatta alabildiğine özendirilerek onlara benzetilmeye çalışılan bazı sanatçıların zaman zaman ifşâ edilen skandal halleri, bu ülkedeki seçkin bazı insanların bile nasıl feci bir ahlâkî dejenerasyona uğradığını gösteriyor. Hiç umulmadık, hiç tahmin edilmedik bu seçkinlerin fuhuş, ya da uyuşturucu bataklığına düştüğünü gören günümüz insanı ve bilhassa gençliği, dehşet verici travmalar yaşıyor. Zira, kendi kendine söylenerek de olsa "Bu şöhretler bile böyle olduğuna ve böyle durumlara düştüğüne göre, acaba ben kendimi nasıl kurtarabilirim, nasıl muhafaza edebilirim?" telâşına düşüyor. Evet, şöhret isimlerin "kötü örnek" olması, ne yazık ki toplumda büyük travmaları, ürkütücü sendromları tetikliyor. * * * Öte yandan kadınların, kızların ve hatta küçük yaştaki çocukların tacize, dahası tecavüze uğraması, binlerce teessüf olsun ki, yer yer yaygınlık kazanıyor. Zihninizi tensiz ederiz; ancak, bu ahlâksızlık vâdisinde de tüyler ürpertici, insaniyeti sukût ettirici vakıalar yaşanıyor. * * * Hasılı: Dert bellli, sıkıntı âyân–beyân. Asıl mesele, devâyı araştırmak, çareyi bulup sunmaktır. Birinci derecede çare bulmak, tedbir almak mevkiinde olanlar, ne yazık ki, ya yaşanan vahâmetin farkında değiller, ya ihmâlkâr davranıyorlar, ya da gaflet içinde olup, nisbeten basit, lüzumsuz işlerle meşguller. O halde, en büyük vazife, yine cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını tamir ve ihyâ edecek olan Kur'ân şâkirdlerine, imân fedâilerine düşüyor demektir. Bu yolda hizmet edenler için, tam bir seferberlik zamanıdır.
Tarihin yorumu 21 Nisan 1938
İttihatçıların "Türkçülük" mârifeti
Bozuk İttihatçıların eseri olan "Türk Ocakları"na yeniden canlılık ve işlerlik kazandırıldı. 22 Nisan 1924'te yeni dönemin I. Türk Ocakları Kurultayı çalışmalarına başlandı. Bu gelişme, "Bozuk İttihatçılık" fikrinin Cumhuriyetin ilk yıllarında da aynen devam ettirildiğini gösteriyor. Zira, İttihat ve Terakki Komitesinin devlet ve hükümet birimlerine hakim olduktan sonra (1909) teşkil edilen ve günden güne yaygınlık kazandırılan cereyan "Türkçülük–Turancılık" cereyanı oldu. Hiç vakit kaybetmeden, bu meyanda hummalı bir faaliyet başlatıldı. Bir yandan dersler, konferanslar verilmeye, bir yandan da gazetelerde hamaset yüklü makaleler, destanlar döşenmeye başlandı. Türkçülerin reislerinden Ziya Gökalp'in "Alageyik" şiiri, işte bu dönemin bir eseri. Birkaç mısrası şöyle:
Kaya deldin, dağ yardın, Geldin, beni kurtardın. Ah o imiş anladım, Sevincimden ağladım, Dedim, Turan Meleği! Türkün yüce dileği! Yüz milyon Türk bu anda Seni bekler Turanda.
Keza, Kırımlı Yusuf Akçura'nın ortaya koyduğu “Üç Tarz–ı Siyaset” fikri, yine bu dönemde kuvvet buldu. Bunlar ise: 1) Tevhid–i Etrak; 2) Türklük; 3) Türk Milliyet–i Siyasîyesi kavramlarla ifade edildi. Akçura, aynı zamanda 3 Temmuz 1911'de faaliyete başlayan ve 22 Mart 1912'de resmî kuruluşu gerçekleşen Türk Ocakları'nın da en aktif kurucu üyesidir. Hem ona, hem de Ziya Gökalp'e bir nevî "idol" nazarıyla bakılıyordu ki, her ikisi de "hakiki Türk" değildir. Buna rağmen, günümüz bazı milliyetçileri bu iki şahsa hâlâ "Türkçülüğün öncüleri" diye itibar gösteriyor.
Misyon devam ediyor
Turcancı İttihatçılar, II. Meşrûtiyet yılları boyunca gayr–ı Türk ne kadar unsur varsa, hemen tamamını Türk'e düşman noktasına getirmeyi başardılar. Aynı muzır faaliyet, Cumhuriyet'in ilk döneminde de kesintisiz şekilde devam etti. 1923'ten itibaren yurdun hemen her köşesinde açılan Türk Ocaklarının şube sayısı, 1926'da 217'ye, üye sayısı ise 30 bine ulaştı. Türk Ocaklarının kapatıldığı 1931 senesinde ise, şube sayısı 278, üye sayısı 32 bin olarak tesbit edildi. (Bkz: Zekeriya SERTEL,”Türk Ocakları Nasıl Islah Edilebilir?”; Son Posta, 19 Mart 1931.) Türk Ocaklarının bu tarihte kapatılmasının sebebi, o dönemde kurulan birkaç aylık faaliyetiyle CHP'lilerin gözünü korkutan Serbest Cumhuriyet Fırkasının faaliyetleriyle doğrudan ilgili olarak gösteriliyor. Halk Partililere göre, Türk Ocakları, siyaseten yer yer tarafsız veya pasif kaldı. Oysa, bu ocakların CHP'ye kayıtsız şartsız destek vermesi isteniyordu. Kapatılan Türk Ocaklarının malları satışa çıkarıldı, borçları ödendi, gere kalan mal ve emlâkı ise Halkevleri'ne devredi. Ocakların tasfiye işlemi tâ 1944'e kadar devam etti. Türk Ocaklarının Cumhuriyet döneminde gerek canlanması ve gerekse 1930'lu yılların başından itibaren sönmeye yüz tutması, doğrudan M. Kemal'in tutum ve yaklaşım tarzıyla izah edilebiliyor. Bu yaklaşım tarzı esas alınarak, Bakanlar Kurulunun 2 Aralık 1924 tarihli toplantısında, Türk Ocaklarının “12 senedir halkçılık ve milliyetçilik prensiplerinin memleketin en uzak köşelerinde neşir ve tamime çalıştığı” özellikle belirtiliyor. (Bkz: Başbakanlık Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararları, No: 30.18.01/12.58.16.) Türk Ocaklarının işlevi, 1931'den sonra "Kemalist Türkçülük" şeklinde Halkevlerinde devam etti. 22.04.2010 E-Posta: [email protected] |