M. Latif SALİHOĞLU |
|
Şiddet kültürü ve başkanlık sistemi |
Siyasilere yumruk atarak, sağda solda bombalar patlatarak, yahut güvenlik kuvvetlerine kurşun yağdırarak yeniden körüklenmek istenen şiddet dalgasına, toplumun hemen her kesiminden lânet yağıyor, nefret yağıyor. Bu vatanın ve milletin hayrını düşünen herkesin tel'in ettiği bu son "şiddeti körükleme manevrası" da inşaallah yüzgeri olacak ve neticesi akim kalacak. Şu ana kadar yaşanan gelişmeler, siyasilerden ve muhtelif çevrelerden yapılan açıklamalar, durumun böyle olacağına dair ümitleri kuvvetlendiriyor. Cemiyetin mutlak ekseriyeti, "menfî hareket" dediğimiz şiddet kültürünü tasvip etmiyor. Yapılan çirkin hareketleri doğru ve yerinde bulmuyor. Hatta, şiddetin hedefi kim olursa olsun, bu yöntemi yanlış buluyor ve bu "kanlı şiddet"i şiddetle reddediyor. İşte bu tablo, geçmişe nazaran, fert ve toplum olarak da alınan müsbet mesafeyi bir derece gözler önüne seriyor. Geçmiş dönemlerde, sağ–sol, Türk–Kürt, Alevî–Sünnî ayrışmasına, hatta çatışmasına matuf provokatif eylemler vuku bulduğunda, taraflarda karşılıklı olarak kin, öfke ve intikam damarları depreşirdi. Zira, işin mahiyetini tam olarak bilemiyorlardı. Şimdilerde ise, şükür ki durum aynı değil. Şiddetin boy gösterdiği yerde, hemen herkes biliyor, en azından kanaat ediyor ki, orada bir provokasyon var. Maşaların eliyle yaptırılan eylemlerin arkasında ihanet odakları var. Vesaire... Dolayısıyla, şiddete mâruz kalanlar adına elbette ki elem ve ıztırap çekmekle beraber, hainlerin maksatlarına bu kez ulaşamayacakları kanaatiyle, bir derece teselli buluyoruz. Yeniden boy gösterme çabasına giren şiddet dalgası, tesirini hissettirmek için, muhtemeldir ki daha başka tahribat eylemlerine de tevessül edebilir. Ancak, gelecek adına yine ümitvar olunmalı. Zira, bu şer cephesinin hevesi, cemiyetin uyanan basiret ve sağduyusu sayesinde, inşaallah kursaklarında kalacak.
Başkanlık sistemi ve iki eksenli siyaset
Türkiye, adım adım "başkanlık sistemi"ne doğru gidiyor. Geçmişte Özal ve Demirel'in gündeme getirdiği bu mesele, şimdi de Erdoğan'ın konuya sıcak baktığını söylemesiyle yeniden canlılık kazandı. Asıl canlılık ise, önümüzdeki dönemde yaşanacak. Yakın gelecekte yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, halkın doğrudan katılımı ve tercihiyle gerçekleşecek. Böylelikle, Türkiye'de bir ilk yaşanmış olacak. Yani, cumhur (halk) ilk defa olarak reisini doğrudan seçmiş olacak. Cumhurbaşkanı seçilecek olan kişi, ilk turda halkın en az % 50'sinin desteğini alması şart. Aksi halde, iş "iki aday"lı ikinci tura kalacak ve yine % 50'nin üzerindeki bir desteğe ihtiyaç hasıl olacak. Dolayısıyla, iki adayın yarışacağı bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ortaya mecburen iki eksenli bir siyaset tablosunu çıkaracak. Hemen herkes, iki adaydan birini desteklemek durumunda kalacak. Tıpkı, ABD'de olduğu gibi... Bu iki eksenli siyaset, aynı zamanda Türkiye'yi yine ABD'deki gibi başkanlık sistemine benzer bir yapılanmaya doğru götürecek. Bundan da endişe etmeye hiç hacet yok. Zira, başkanlık sistemi, hem iki başlılıktan uzak, hem de bizi Hülefâ–i Râşidîn dönemine en uygun bir sisteme doğru götürecek gibi görünüyor.
Tarihin yorumu 21 Nisan 1938
Hürriyet ve istiklâlin İkbâl'i
Dost ve kardeş ülke Pakistan'ın millî şairi olarak kabul edilen Muhammed İkbâl, 1938'in 21 Nisan'ında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Altmış beş yıllık ömrünün çoğu hürriyet ve bağımsızlık mücadelesi ile geçti. Şiirlerinde bu ruh ve şuuru canlandırmaya çalıştı. Zira, onun yaşadığı dönem itibariyle, Hindistan Müslümanları—bütün Hint kıt'asındaki topluluklar gibi—İngiliz sömürgesi durumundaydı. İkbâl, sömürge zihniyetini yerden yere vuran, hürriyet ve istiklâlin kudsiyetini dem ve damarlara işleyen şiirler yazarak, büyük bir uyanış hareketinin şairi oldu. Aynı zamanda âlim bir şahsiyet olan İkbâl, birçok yönüyle Mehmet Âkif'le benzeşiyor. Acip bir tevâfuk ki, doğum tarihleri aynı olduğu gibi, isimleri ile vefat tarihleri de birbirine çok yakın. Her ikisi de 1873 senesinde dünyaya geldi. Vefat tarihleri itibariyle, arada sadece iki sene gibi ufak bir fark var: M. Âkif 1936, M. İkbâl ise 1938'de dâr–ı bekàya irtihal eyledi. Bu iki büyük şairin yüreklerde heyecan ve coşkunluk meydana getiren ortak özellikleri ise, bilhassa Müslümanların hürriyet ve istiklâliyetini en yüksek bir sadâ ile haykırmalarıdır. Konuyu İkbâl'in şiirinden yapılan kısacık bir tercüme ile noktalayalım:
Âsuman, fecrin ışıklarıyla nurlanacak Ve, gecenin karanlığı hızla kalkacak Iztırap çeken ihvanlar gelip birlik olacak Meltem ve çiçekler mutlu yolda buluşacak
Gözyaşlarım, şebnem gibi parıldayan melodiler getirecek Bu bahçenin her goncası kaderimle şekillenecek Kalpler, gönülllü secdelerini hatırlayacak Başlar, Kâbe'nin kudsî toprağına yeniden değecek .................................................. Ve, bu bahçe Allah'ın Cennetinin şarkısı ile dolacak.
21.04.2010 E-Posta: [email protected] |