Cevher İLHAN |
|
“Anûdane particilik…” |
Bediüzzaman, bir lâhika mektubunda, “Başvekile ve dindar mebuslara verilmek üzere” yazdığı “gâyet ehemmiyetli bir hakikattir” başlıklı mektubunda, fevkalâde önemli içtimâî ve siyasî “büyük bir tehlike”yi haber verir. (Emirdağ Lâhikası, 318-321) Bu “büyük tehlike”nin, Müslüman millete, memlekete büyük bir zarar vermeye zemin hazırladığını beyân eder. Bu beyânı, “İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye (insanlık cemiyetine) hâmiyetle çalışanlar için mânevî ihtar” olarak vasıflandırır. İnanç ve mânevî değerlerden mahrum “ikinci Avrupa” anlamındaki maddeci ve inkârcı Batıcılığın bu menfî cereyanı aşılama çalıştığını belirtir. Bu çerçevede “İrtica nâmı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esası” olan “dinî hâmiyet ve kuvvet-i imâne”ye karşı, “hakikî irtica” dediği, “siyasî ve içtimaî irtica”a dikkat çeker. İnsanlığın vahşet ve bedevîlik zamanlarından kalma medeniyet perdesindeki bu çağdaş “içtimaî ve siyasî irtica”ın “vahşiyâne kuralı”yla yeryüzünde ve cemiyette huzur, adâlet, güvenlik ve barışı mahvedildiğini anlatır. Bu “vahşi kural”ı, “garazkârâne ve anûdâne (inadına) particilik” olarak nitelendirir. “VATANDAŞLIK VE KARDEŞLİĞİ ZİR-Û ZEBER…” “Bir tâifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o tâifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor (sanılıyor). Bir hatâ, binler hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti (mânevî kardeşliği) zîr ü zeber ediyor” diyen Bediüzzaman, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetlerin kuvvetsiz kaldıklarını ve bu kuvvetsizlikle zayıflandığı için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete muvaffak olunamadığını ikaz eder… Bediüzzaman bu ikazını, Kur’ân’ın birçok âyetinde tekrar edilen “Hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenmez” meâlindeki âyete dayandırır. (En’âm Sûresi, 164) “Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinâyete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevî tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur, dünyada olmaz” uyarısında bulunur. Aksi halde “ittifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlığı, muhabbet ve uhuvveti zîr-ü zeber edileceğini ve “vahşi bir irticaa” dönüleceğini kaydeder. Özellikle iktidarın, bu hakikati nazara alması gerektiğini; yoksa üç- dört cereyanın muannidâne muâraza etmeleriyle siyasî irâdenin zayıflayacağını; vatanın ve milletin menfaatine, asâyişe ve emniyeti muhâfazaya kâfi gelmeyeceğini açıklayıp, içte ve dışta maddî ve mânevî rüşvetlere mecbur kalacağı gerçeğini hatırlatır. Bediüzzaman’ın, siyasî kargaşayı “ittifaksızlıktan gelen zâfiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebînin politikasına âlet olunacağı” ifâdesi, Türkiye’nin siyasî cedelleşme ve inâdına particilikle sürüklendiği siyasî ve sosyal kaosun arka plânındaki vahâmeti ortaya koymakta. Sira “garazkârâne ve anûdâne particilik”le ülke sâdece içte kaybetmemekte, hâriçte de birçok emr-i vakiyle, küresel proje dayatmasıyla karşı karşıya kalmakta. Gerçek şu ki “Anayasa değişiklik paketi”nin 330 barajını üç-beş oy farkıyla bıçak sırtı geçmesi, uzlaşmanın toplumsal mutâbakat için olduğu kadar Meclis’teki uzlaşma için ne denli önemli olduğunu bir defa daha te’yid ediyor.
SİYASETTE “MUANNİDÂNE MUÂRAZA”! Tablo şu ki demokratikleşme adına yapılan değişikliklerin “ya hep ya hiç mantığı”yla hiçbir ciddî müzâkereye açmadan ısrarla bir “hap” olarak sunulması, en basit demokratik düzenlemeleri bile zora sokuyor. Siyasî inadla “paket”in tefrik edilmemesi, ilgili maddelerin ayrı ayrı “mini paketler” haline getirilmemesi, yalnız Meclis’teki oylamayı değil, referandumu da toplumu ikiye ayıran bir duruma düşürüyor. Siyasî karşıtlığı daha da azdırıyor, gerilimi arttırıyor. AB’nin her “ilerleme raporu”nda gereğini ilettiği ve hiçbir dış etki altında kalmadan tarafsız ve bağımsız olması gereken yargı reformu bile günübirlik siyasî tartışmaların ve Meclis’teki kavgaların gürültüsüne geliyor. Birinin “ak” dediğine diğeri “kara” diyor. Demokratikleşmenin birinci şartı olan siyasetin demokratikleşmesi ve demokratik eğitim güme gidiyor. Siyasî tehdit ve mânevralarla akl-ı selimin ve konsensüsün önü tıkanıyor. Sağduyu, siyasetin semtinden uzaklaşıyor. İnsan haklarının, hak ve hürriyetlerin oylanması ve referanduma sunulması garâbeti bir yana, uzlaşmaz siyasetle sırf politik rant uğruna sürüklenen çıkmazda demokrasi, hak ve özgürlüklerin siyasî polemik malzemesi yapılıyor, millet irâdesi savruluyor. Keza çatışmacı siyasetle politik beklentiler ve kısa vâdeli hesaplar öne çıkarılıyor, “promosyon siyaset”le siyasî irâde iğdiş ediliyor. Milletin egemenliği zedeleniyor. Kısacası, milletle devletin ortak mutâbakatı olan “Anayasa paketi”, “anûdane particilik”le siyasî dağınıklığa dönüşüyor. “Demokratik açılım”, uzlaşma stratejisinden mahrum “muannidâne muâraza” ile kapanıyor; demokratik dağınıklığa, gerginliğe, kamplaşma ve kutuplaşmayla demokratikleşmeyi baltalıyor; Türkiye’ye kaybettiriyor… 24.04.2010 E-Posta: [email protected] |